Cumhur’lusu, Millet’lisi, üçüncüsü derken, son dönemde siyasetin en popüler kavramlarından biri oldu, “ittifak”. Seçim Kanunu’nda yapılan değişiklikle halk nezdinde seçim odaklı bir mevzu gibi görünse de, “ittifak” aslında çok daha geniş bir çerçevede ele alınmayı gerektiriyor.
İttifak, anlamı gereği, birbirlerinden farklı amaçlara sahip birden fazla öznenin bir hedef doğrultusunda yan yana gelişini, birlikte hareket edişini anlatıyor.
İttifak varsa müttefikler de var ve bu müttefikler, uzun vadede farklı amaçlara sahip olsalar da kısa veya orta erimde ortak hareket edebilecekleri bir zemin yakalamış olmalılar.
Yani, bir ittifakın kurulabilmesi için farklı farklı öznelerin varlığı ve bir yan yana geliş zemininin oluşabilmesi gerekiyor.
Elbette, kurulan her şey bozulabilir. İttifak da öyle…
Nasıl mı?
Örneğin, ittifakı var eden hedefe ulaşılmış olabilir ve böylece ittifakın varlık nedeni ortadan kalkmıştır.
Veya müttefikler, üzerinde uzlaştıklarını düşündükleri kısa veya orta vadeli hedef konusunda da anlaşamadıklarının farkına varabilirler.
Bir başka ihtimal de, siyasi mücadelenin konusunun değişmesi ve koyulan hedefin geçersizleşmesi olabilir.
Siyasi mücadeleyi ve onun öznesi olan partileri sınıf ekseninde değerlendirdiğimize göre, ittifaklar sorununa ve müttefiklerin pozisyonlarına da bu noktadan yaklaşabiliriz.
Bu açıdan ele aldığımızda, bir ülkede belli bir tarihsel kesitte örneğin işçi sınıfının tarihsel çıkarlarını (yani iktidarını) savunan birden fazla parti olabilse de, bunların herhangi bir biçimde yan yana gelmeleri, beraber hareket etmeleri, adına “ittifak“ denen bir şey kurmaları aslında büyük bir haber değeri taşımaz. Bu örnekte, haber değeri olan şey, aynı tarihsel hedeflere sahip sosyalist öznelerin neden birbirlerinden farklı partiler olarak varlıklarını sürdürdükleridir. Elbette yan yana geliş önemlidir, değerlidir ama burada tarihsel bir değer taşıdığı çok kuşkuludur.
Öyleyse, ittifaktan bahsettiğimizde aslolan, farklı toplumsal kesimlerin, farklı ideolojik yaklaşımların temsilcilerinin bir araya gelişidir. Maalesef, Türkiye solunda ittifak kavramı, halk gözünde birbirleriyle farkları dahi izah edilemeyen ama adları başka başka olan partilerin bir araya gelişlerine indirgenmektedir. Dahası, bazıları, kendilerinden ideolojik yaklaşım ve toplumsal temsiliyet bakımından farklı öznelerle ittifak kurmayı bir tür ihanet gibi anlatmaktadır. Oysa ittifak, halk gözünde birbirlerinden ayırt edilemeyen, aynı sınıfın temsilciliğine soyunan partilerin yan yana gelişinden çok daha farklı bir olgudur. Bu öznelere sorulacak soru, “Niye farklı partilerdesiniz?” olmalıdır. Aynı partide yer alması gereken kişilerle kurduğu/kuracağı şeyi, “olup olabilecek tek ittifak modeli” diye anlatan, ya dünyadan ve kendi tarihinden bihaberdir veya açıkça üyelerini ve dostlarını kandırmaktadır.
Devam edelim…
İttifak, ihtiyatlı davranılması gereken bir konudur. Farklı tarihsel amaçlarla kurulmuş partiler, doğal olarak, ittifakın yönünü kendilerine uygun şekilde tayin etmek isteyeceklerdir. Ve genelde, yaslandığı sınıfsal zemin veya arkasına aldığı toplumsal kuvvet daha ağır basan müttefik, ittifakın ne yönde ilerleyeceği konusunda da avantajlı konumda yer alacaktır. Bu basit fizik kanunu, müttefiklerin ittifak ilişkisine temkinli yaklaşmalarını beraberinde getirir. Baştan ilkelerin, zeminin ve kısa-orta vadeli hedeflerin net şekilde belirlenmesi bu yüzden önemlidir. Burada bir sosyalist partinin avantajı, yaslandığı sınıfsal zeminin yani işçi sınıfının tarihsel ağırlığıdır. Ama her sosyalist parti bu tarihsel ağırlığı güncel güce çevirmekte başarılı olamamakta, kimileri işçi sınıfının temsilcisi olarak girdiği ilişkiden bir başka toplumsal kesimin veya ideolojinin bayraktarı haline gelerek çıkabilmektedir. Öyleyse yapılması gereken, işçi sınıfının güncel ve gerçek bir güce dönüştürülmesini gözetmek, her adımı bu perspektifle atmaktır.
Bu genel çerçeveden hareketle, işçi sınıfının, emekçilerin bugün nasıl bir ittifak politikasına ihtiyaç duyduğu konusuna gelebiliriz.
Bugün siyasetin iki temel konusu vardır. Birincisi, Saray Rejimi adını verdiğimiz, AKP ve MHP ittifakıyla kurulmuş olan yapının nasıl yerle bir edileceğidir. İkincisi ise AKP-MHP ittifakının yenilmesinin ardından oluşacak yeni tablonun nasıl şekilleneceği, devrime yürüyüşü güçlendirecek bir toplumsal gücün nasıl yaratılacağı meselesidir. Bu iki soruya verilecek yanıtlar elbette birbirleriyle ilişkilidir. Biri için girişilecek mücadelenin yordamı diğerinin yolunun nasıl döşeneceğini de gösterecektir.
Bu iki temel mesele söz konusu olduğunda ve bir devrim perspektifiyle hareket edildiğinde, emeğin kurtuluşu için mücadele eden işçi sınıfının ve onun temsilcilerinin, yanlarına, daha baskın şekilde özgürlük, laiklik, demokrasi ve adalet talep eden kesimleri almaya çalışması meşru ve gereklidir.
Kürt emekçilerinin ve siyasal İslam’ın neredeyse yaşama hakkı vermediği kesimlerin işçi sınıfı ile yan yana gelmesi, yukarıda andığımız iki sorunun çözümü açısından da kaçınılmaz görünmektedir. Elbette, bu kesimlerin siyasi temsilcileri, onların da kendilerine ait programları olacaktır. Elbette, her program kendi özgün rengini, sözünü taşıyacaktır. Bundan korkulmaz, kaçılamaz. Ancak önemli olan, temel ilkeleri, hedefleri ve talepleri belirleyebilmek, işçi sınıfının ve sosyalizmin bu ilişkiden güçlenerek çıkması maharetini gösterebilmektir.
Yapılabilir mi?
Yapılabilir ve yapılmalıdır.
İttifak bir özgüven gerektirir. Bu ülkede işçi sınıfı ve sosyalist hareket, önemli bir tarihsel birikime, giderek artan bir toplumsal güce sahiptir.
Saray Rejimi’ne meydan okuyup, geleceği şekillendirme iddiasına da sahip olabilir.