Sosyal olan her şeyin yok olduğu, yok edildiği bir dönemden geçmekteyiz. Sosyal devlet, sosyal belediyecilik, sosyal güvencelerimiz, sosyal haklarımız, adalet, sağlık, eğitim, sosyal konutlar, dayanışma, paylaşma… Evet, paylaşabileceğimiz ekmek de var bir ucunda.
Bu “sosyal varlıklarımız”ın bir bölümü, en değerli ve sistemik varlığımız sosyalizmin yaşayan güç olduğu bir dünyada, kapitalist kampta zorunlu olarak geliştirilen “yan ürünler” idi bir boyutuyla. O kamptakiler de sosyalizme yönelmesinler, bir bütün olarak sistemi tehdit etmesinler diye sosyal boncuklar dağıtılıyordu bir başka deyişle. Sosyalizm riski kalkınca, eriyip yok olmaya başladı onlar da. (Oluşan boşluğa, “sosyal sorumluluk” yutturmacasını koydular bir tek, en özel ve de anamalsal tarafından. Sömürünün vicdanlı “sos”u olsun, sadaka yerine daha afili bir kavram boşluğu doldursun diye.)
Marx’tan el alıp, “toplumcu sistem çözülünce, toplumsal olan her şeyin buharlaştığını” söyleyebiliriz herhalde.
Her neyse, bu yokluk ve buharlaşma ortamında, acil ihtiyaç var her türlü sosyalliğe! Sadece sosyalizme dikkat çekmek, sosyalizm propagandası yapmak yetmiyor; toplumcu pratiklere, sosyal uygulamalara da ihtiyaç var… Yaşamaya, yaşatmaya, deneyimlemeye, göstermeye… Kamu eliyle olmayınca, bir yandan kamuculuğun önemine dikkat çekip diğer yandan kendi sosyalliğimizin olanaklarıyla ve “sosyalizm”i anlama, anlatma çabasıyla bir şeyleri zorlayarak…
Somut mevzi, kazanım, başarı diyebileceklerimizin; belli bir hatta taş üstüne taş koyarak ilerleyişimizin; örneğin yerel seçimlerde daha büyük mevziler kazanabileceğimiz yolun köşe taşlarını döşeyebilmemizin bir boyutu da bu.
Bunların neler olabileceğine dair afaki yahut gerçekçi örneklere girmeden önce, öznenin diyalektiğine girelim dilerseniz birazcık.
Zira, “bu tür işler” yapan bir öznenin, “asıl iş”ini yapamayacağına dair bir kanaat de var alemde!
“Öznenin diyalektiği” gibi sofistike bir ifade kullansak da aslında mesele çok basit. Özne açısından, bir şeyleri yaparken başka bir şeyleri terk etme mantığından çıkmayı, farklı türde mücadeleleri birlikte ve yeni bileşimlerle/bileşkelerle vermeyi kastediyoruz sadece.
Hangi öznenin diyalektiği bu diye sorarsanız, siyasal özneden bahsediyoruz elbette. “Sosyalcileri bir araya getiren sosyal çevreler arasında temel konusu siyaset olanlar” diyelim dilerseniz. Dilemezseniz, daha da ileri gidip, “Ülke sosyalliği ölçeğinde sosyalizmi kuracak öznenin diyalektiği” bile diyebiliriz. Biraz daha karıştırıp, “Büyük/ülke ölçekli sosyalci uygulamaların sosyalliğini oluştururken/biriktirirken, küçük/yerel ölçekli sosyalliklerde oluşturduğu mevzilerle ilerleyebilen sosyal/siyasal öznenin diyalektiği” demediğimize şükrediniz…
Meseleyi bu şekilde karıştırmayı başarırsak; “sosyal adacıklar” kurarak ütopyacı/reformcu bir çizgide yol alma suçlamasından da kurtulabiliriz belki!
Neticede, sadece “adacık” ölçeğine değil, “sosyal”ci öznenin birikimi ve yürüyüşüne, güç biriktirmesi ve ilerlemesine de bakmak lazım bu meselede…
Evet, reformizmle damgalanabileceği kesin. Belki de ütopik sosyalizme dönüşle! Sosyal adalar/adacıklar kurup kısmi kurtuluş önerileri getirmekle… Projecilikle de olabilir. Mahallecilikle, yerelcilikle, cemaatçilikle… ne derseniz diyin işte.
Tek adada kurtuluştan, tek ilçede sosyalizme doğru biraz daha geniş bakıp soralım şimdi, yeterince sosyal belediyecilik deneyimi var mı elimizde? Olmaz mı? Onlarca, yüzlerce belki de. Fransa’da bin tane varmış mesela şu anda! Latin Amerika’dan (bilhassa ekmek mücadelesinden) Avrupa’ya (bilhassa barınma mücadelesi ve Graz deneyimine) yakın tarihli deneyimlere bakmak bir boyutu, seksen öncesinde Fatsa’da, birkaç yıl öncesinde Dikili’de yaşananlara bakmak diğer bir boyutu. Bugün Ovacık’ta, Mazgirt’te yaşanabilecekler de bir başka boyutu olabilir.
Seçimlerde yaşanabilecek “sıçramalar” dışında, bu sosyalci mevzilerimize dönük düzenli/ etkili/ hedef odaklı çalışmalar yapılabilir mi peki?
Belli yerelliklerdeki sosyal meselelere ve burada somut hedeflere, oluşturulabilecek kazanımlara odaklanan kimi dayanışma yapılarıyla yerel seçim faaliyetlerinize şimdi başlarsanız, küçük/orta ölçekli mevzilerinizi 4 yıl sonra başka bir yere/evreye, mesela yerel seçim başarısına taşıyabilirsiniz belki. Başlamazsanız, arada “başka işler”le, rutin örgütlenme çalışmalarıyla, steril sosyal çevrenizin ve yayınlarınızın geliştirilmesiyle ve kampanyalarla oyalanıp 4 yıl sonra “seçim çalışması” yapar ve (büyük ihtimal) çuvallarsınız sanki.
Neler olabilir peki bu çuvallamanın önüne geçebilecek konular? Barınma sorunu yakıcıysa, sosyal işgallere ne dersiniz? (Şefkat-Der’in evsizler için barınma evi projesine, “bu işleri devlet yapmalı” diye bakar geçer misiniz, “ee yapmıyor işte, bir el atıp ilerletmeli” mi dersiniz?)
Yaşlı ve çocuk bakımı da sosyal bir iş, kamusal bir görev, devletin işi değil mi? Kreşleri bir şekilde “aramızda” çözdük diyelim, diğerini, kendi emeklilik güvencesi, sosyal güvenlik primi vb. ile çözemez mi ihtiyar kişi? Ya hastalanırsa peki? Yok artık öyle beleşe hizmet! Alzheimer Vakfı aylık 3500 TL istiyormuş, ona göre, dikkat et!
Daha yakın, “Gezi”li bir konuya gelelim. Afet toplanma alanlarının, yani yine birtakım sosyal/kamusal alanların otopark olmasına, özelleşmesine karşı direnen mahalleli ilgilendirir mi sizi? Onların dirençli, #direniş’li inisitayifleri?
Gezi’deki “sosyal”izmin, komünalizmin örnekleyiciliğine daha fazla girilebilir tabii. Oradaki aşevi, ortak kütüphane vb. ayrı bir konu. Özgürlüklerin kısıtlandığı, sosyal bir alanımıza daha el konduğu, ağaçlarımızın söküldüğü bir noktada tepkilerimiz ve eylemlerimizle özgürlüklerimize sahip çıkmamız ayrı bir konu. Baskıcı uygulamalara karşı tüm diğer özgürlük çığlıklarımızı da bir araya getiren bir konu. Buradan ağacımızı, parkımızı, doğamızı, mahallemizi, şehrimizi koruduğumuz gerçek kazanımlara, mevzilere de yönelebiliriz. Geçen hafta da hatırlattığımız gibi, içkisinden kahkahasına, koldaki dövmeden giyim kuşamına, bazı şehirlerde el ele tutuşmasından, metroda öpüşüp koklaşmasına varıncaya kadar hayatımıza, ilişkilerimize ve bedenlerimize müdahale edenlere karşı yeni eylem ve işgal biçimleri de geliştirebiliriz.
Ağacı korumak, alkollü içki almak, kahkaha atmak, öpüşmek hiç bu kadar zor olmamıştı, öyle değil mi?
Gezi’den ve “özgürlükler alanı”ndan çıkıp sağlık, eğitim ve ekmek derdine, “sosyalci eşitlik alanına” da değinelim dilerseniz.
Sağlık sorunlarının yakıcılığında “Başka bir sağlık mümkün” diyen halkçı doktorların düzenli çalışmalarına katılmak ister miydiniz mesela?
Eğitimin yakıcılığında “Başka bir okul mümkün” diyen gönüllülere, yeni okul denemelerine ne dersiniz? O çok ayrıntılı yahut dallı, budaklı geldiyse, İmam Hatiplere dönüştürülen okullarına karşı yerel direniş başlatanlara, “okuluma dokunma” imza kampanyalarına vb. de katılabilirsiniz.
Ekmeğin peşinden giden Latin Amerika deneyimleri demiştik. Belli mahallelerde fırın açıp ekmeği maliyetine satsak, fırıncılar odasının yahut ilgili mafya biriminin şerri dışında, 20,30 kuruşa ekmek sağladığımız halkla birlikte sosyalleşsek olma mı?! Neticede, bugünkü fiyatından çok daha ucuza, halka ulaştırmak mümkün değil mi ekmeği? Hazır bu işe girişmişken, fırını da büyütüp aşevine mi girişsek?
Tüm bu ve benzer çalışmaları bir çatı altında toplayacak mahalli dayanışma örgütleri, dayanışmaevleri vb. çok mu afaki?
Örneğin Soma’da “siyasal özne”nin örgütüne angaje bir işçi olmayabilir ama başka bir dayanışma çalışması, mesela sağlık projesi ve onun somut uygulamaları (kömür işçilerine ulaşan düzenli sağlık taraması) olsaydı, üzerine yaslanabileceğimiz bir mevzi olurdu herhalde elimizde. Öyle değil mi?
Her neyse, bir bölümü uydurma, bir bölümü gerçek, bir dolu “sosyal” mesele ve araç belirebilir önünüzde. Kimisi öznel zorlamalarla, kimisi nesnelliğin rüzgârıyla, kendiliğinden belki de…
Neticede, sahici deneyimler, örnekler yaşayabilmekte, onları somut mevziler haline dönüştürüp ileri yürüyebilmekte kilitleniyor mesele. Somut, ulaşılabilir, uygulanabilir, yaşanabilir, yaşatılabilir, gösterilebilir… sahici işte.
Geri dönelim özneye.
Sosyalist öznenin iktidara yürüyen büyük eylemi ve kapsayıcılığına, toplumu yarıp kendine çekmeye çalışan büyük siyasetine; işçilere, aydınlara, gençlere, kadınlara ve toplumun farklı kesimlerinden ezilenlere dönük söylem ve eylemlerine, güncel müdahalelerine ve ideolojik üretimine bakıyoruz genelde. Bir de bunları sahici kazanımlarla, toplumsal mevzilerle, halkçı bir damar da yakalayıp geliştirebilse…