Sosyalistler, liberaller, sosyal demokratlar

Anahtar sosyalistlerde; yeter ki kilitli olan kapı hangisidir, hangi kapı kurtuluşa açılıyor bilelim… Bulalım artık o kapıyı…

Siyaset pek çok ülkede aşırı sağın yükselişi ama aynı zamanda kapitalizmin vahşiliğinin yarattığı dayanılmaz basınca karşı solun kendini toparlama eğilimine girmesi, etkisinin sosyal demokrat ya da liberal kesimlerde artmasıyla şekilleniyor. Kuşkusuz her yerde aynı şekilde gelişmeyen karmaşık süreçler söz konusudur. Örneğin Avrupa sağa kayarken, Latin Amerika solunda belirgin bir kıpırdanış görülebiliyor.

Türkiye’de sağ savunmada, sol ataktadır. Ama siyasette etkin sosyal demokrasi, halkta var olduğunu düşündüğü muhafazakâr ideoloji ve pratikle yakınlaşmayı bir strateji olarak benimsiyor; aynı zamanda gelişmelerin etkisinin bu stratejiyle bağdaşmadığını da görüyor. Dini bir kavram olarak “helalleşme” sağla ideolojik bir yakınlaşmaya işaret ederken, artan baskılar, ekonomik ve siyasi kriz Sosyal Demokratları tabandan gelen radikal itirazlara kulak vermeye çağırıyor.

***

İlk dönemlerinde kendini “muhafazakâr demokrat” olarak tanıtan AKP ile neredeyse organik bir ilişki kuran bir kısım liberal aydın ise şimdilerde muhalefettedir. O uzun sürmüş alaca karanlıkta unuttukları jargonu kullanmayı deniyorlar. Daha doğrusu liberaller, 80 sonrasında zirve yapan post modern anlayışın, algıyı gerçeğin yerine geçiren, geniş ve ilkesiz yelpazesine çok güvendiler: teknolojinin “muhteşem” geleceğine neredeyse metafizik bir misyon yüklediler. Şimdi ise gerçeklerden kaçmak zorlaştı; “baskılara karşı özgürlükçü” olmak varlık nedeni oldu. Yine de Fransız devriminin iki sınıf arasındaki kardeşlik illüzyonunu ifade eden ve bu anlamını 1871 Paris Komünü’nde yitiren “fraternite”sini sosyal demokratlarla birlikte canlandırmaya çalışıyorlar.

Kimi zaman, belki biraz da geçmişin kefaretini ödemek için cesur bir şekilde iktidara karşı sert muhalefet edebiliyorlar. Sayıları fazla olmasa da geçmişte aydınları tarihin uygun koşullarında, yoğun bir post modern saldırı ile dağıtmayı, sindirmeyi başarmış, kabuğuna çekilmeye zorlamış liberaller, şimdi ekonomi ile siyaseti, kültürü birbirinden ayıran, kendini kapitalizmin pisliklerinden arınmış olarak tanımlamayı seçen “masum saf” liberalizme dönmek. Onu gönül rahatlığıyla savunabilmek istiyorlar.

***

Bu savunma liberalizmin her zaman başvurduğu klasik savunmadır. Özetle şöyledir: “Batıdaki endüstriyel gelişme serbest rekabet, laissez faire ve Manchester okulunun kuramsal himayesinde ortaya çıkmıştır. Demek ki talihsizlik yeniliğin siyasal liberalizm değil, ekonomik liberalizm olduğu bir dönemde adının konmuş olmasına rastlamış olmasıdır. Fakat sorumluluk ve suçlama bölünmez bir bütün olarak liberalizme atfedilmiştir. Sonunda kapitalist olarak adlandırılarak çalışan sınıfların süregelen düşmanlığını kazanmıştır.”  (Giovanni Sartori. Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, Türk Demokrasi Vakfı. S.404-405)

Ama artık bu savunma geçerli değildir. Liberal aydınların bir kesimi kapitalizmi gelişmenin ilerlemenin tek sahibi ilan ediyor; ortaya çıkan olumsuzlukları doğal kabul eden bir çaresizlikle, özgürlükçülüğün muhafızı oluyorlar: “Ah işte sosyalizm de başarısız ve kötü çıktı. Stalin’in Hitler’den ne farkı var, Marksizm artık eskimiş bir ideolojidir, diyalektik bir yöntem olarak kabul edilemez, bilimsel bilgi yanlışlanabiliyorsa bilimdir, gerçek tek değildir algıya göre çoktur ve bu haliyle özgürlüktür. Ve sonunda, iktidarın beceriksizliklerini sisteme yüklemekle, serbest piyasacılığı her şeyin sorumlusu ilan etmekle nereye varmak istiyorsunuz?”

Liberaller Batı’nın eleştirilebileceğine, kapitalist vahşetin genel ve güncel olduğuna inanmıyor, emperyalizm teorilerini eskimiş sayıyorlar. Peki kendi öz görüşlerini koruyarak iktidara itiraz edenleri, rotayı muhalefete doğru kırmış liberalleri silip atalım mı? Kuşkusuz hayır. Sosyalistler kimi liberallerin düşüncede ve eylemde kendisini gösteren değişimini küçümseyemezler.

Ama kimi soldan çark etmiş liberaller, örneğin Cengiz Çandar, Ahmet İnsel ve benzerleri NATO sevdasında sınır tanımıyor, kralları yeterince kralcı bulmuyor, anti-komünizmin kollarına atılmak için sabırsızlanıyorlar. Kimileri ipi çoktan göğüslediler; “artık barışma zamanıdır, unutalım geçmişi” diye feryat ediyor, “fraternite fraternite” çığlıklarıyla sınıflar arası kardeşliğe çağırıyorlar.

***

Liberalizm sosyalizme karşıdır, bu karşıtlık kimi zaman açık düşmanlığa anti-komünizme dönüşür. Sosyalistlerin güçlendiği, tüm toplumu saran siyasal-kültürel bir atağı sahiplendikleri zamanlarda ise özgürlükçü demokrat eğilimler ağır basar. Sosyal demokratlar da uzun süre etkisinde kaldıkları, “sistemi ve dünyayı aynı anda kurtarabileceklerini” iddia eden içi boş liberal görüşler yerine sosyalistlere daha fazla kulak verir hale gelebilirler.

Türkiye şimdi böyle bir eşiktedir.

Anahtar sosyalistlerde; yeter ki kilitli olan kapı hangisidir, hangi kapı kurtuluşa açılıyor bilelim…

Bulalım artık o kapıyı…