Sosyal grupların siyasal eğilimleri bize ne anlatıyor?

Tekelci sermaye egemenliği ve emperyalizm 1890’lara doğru kendini gerçekleştirdikçe, kapitalizmin dünya egemenliğinde yeni bir evreye girildi.

7 Aralık günü yitirdiğimiz Mezopotamyalı proleter devrimci dostum

Mürsel Sağlamcan’ın anısına,

Okuduğunuz yazı, günümüz Türkiye’sinde partilerin sınıfsal tekabüliyetleri konusunu “Geçinemiyoruz” hareketinin potansiyel ve sınırları bağlamında tartışan bir dizi yazının ilkidir. Bugünkü yazıda daha ziyade sınıflar ve parti ilişkisinin tarihsel arka planını Avrupa’yla, Türkiye’nin modern siyasi tarihi açısından özetlemeye çalışacağım. Ardından, Mart ve Ekim’de kur krizleriyle tetiklenen yoksullaşma dalgalarının yaşandığı, 2021’de hane geliri asgari ücretin altında olanlarla (alt gelir grubu), asgari ücretle 5000 TL arasında olan (alt-orta gelir grubu) hanelerde yaşayanların, parti tercihlerinde yaşanan değişimi tartışacağım. Bu iki grup aynı zamanda, emekçi sınıfların en mülksüz proleter kesimleriyle, yoksullaşan eğitimli prekarya (güvencesiz beyaz-gri yaka ücretli) kesimlerini de kapsayan kümelerdir.

Bu iki kategorinin ücretli emekçiler sınıfına girmeyenleri de kapsadığını baştan kabul ediyorum. Bu anlamda, en alt dilimde yer alanlar arasında çevresinin, devletin veya hayırseverlerin, vakıf-cemaatlerin yardımıyla geçinmeye çalışanlar da çek çekçiler de, işportacı, değnekçi, torbacılar da, mevsimlik işçiler, yoksul köylüler, örgü örüp sokakta satan da, su satan da, evdeki makinasıyla dikiş diken de var. Bu anlamda, lümpen, toplumsal ve düz anlamıyla, yani ücretli çalıştığı halde ancak karnını doyurup, yeni işgücü besleyip-yetiştirmeye çalışan proletarya bu gruba giriyor. Ya da en geniş emekçi kesimlerini kapsayan ikinci gruba esnaf da emekli de ev kadınları da giriyor. Bu anlamda, bu analizi saf bir sınıfsal veri setiyle yapmayacağımı baştan belirtmek istiyorum.  Ulaşabildiğim bir veri setine dayalı olarak, emekçi sınıfları da içeren söz konusu gelir gruplarının parti tercihlerine ve bunlardaki değişikliklere ilişkin verileri, “işçi-memur-esnaf” başlığında toplanmış bir mesleki grup verisiyle birlikte değerlendiren bir tartışma yürüteceğim.

Partilerin sınıfsal tekabüliyetlerini ölçmek için anketlerde farklı kırılımlara ihtiyaç bulunuyor olsa da araştırmaların muhatabı olan partiler ve medya bunlarla fazla ilgilenmediği için çok fazla yapılmıyor olsa gerek. Belki DİSK-AR, TİP gibi kuruluşların özel isteğiyle böylesi sınıfsal analiz kriterleriyle oluşturulmuş anket kırılımlarına da ulaşabiliriz. Bu yazıdaki sosyal gruplar dolayımından gölgesinde kalan emekçi sınıfların siyasal eğilimlerine, bu eğilimlerdeki değişimlere ilişkin söz söylemeyi, bir tartışma yürütmeyi yöntemsel olarak yanlış veya kabul edilemez bulacak, titiz ve hakiki Marksist dostlarım elbette olacaktır, onlara tavsiyem hemen yazıyı kapatıp, başka bir yazıya geçmeleridir. Bu vesileyle, son bir yıla ait araştırma raporlarını benimle paylaşma inceliğini gösteren Yöneylem Sosyal Araştırmalar Merkezi yetkilileri ve sevgili emekçilerine çok çok teşekkürler.

Buraya kadar okuyanlara önden bir spoiler vermeden de olmaz, kararsızlar dağıtılmadan önceki AKP oylarında Şubat 2021’den (yüzde 29,8) Kasım 2021’e (yüzde 24,3) yaşanan gerilemenin büyük bölümü alt sınıflar arasında yaşandı. AKP oyları; en yoksullar arasında, yüzde 35,3’ten, 25,7’ye, en geniş emekçi kesimleri kapsayan orta-alt gelir grubunda yüzde 28,7’den 23,2’ye düştü. Aynı şekilde, söz konusu kesimler arasında CHP’nin yükselişi söz konusu oldu. CHP oyları; en yoksullar arasında, yüzde 17,1’den, 24,2’ye, orta-alt gelir grubundaysa yüzde 18,4’ten 25,5’e yükseldi. CHP oyları en zengin burjuva kesimler arasında yüzde 11,1’lik bir yükselişle yüzde 38,3’e çıkmış gözüküyor. En yoksul asgari ücret altı haneler grubunda HDP ve İYİP sırasıyla yüzde 3,4, yüzde 0,9 oy kaybına uğrarken, her iki partinin de buradaki kayıplarını en geniş emekçi kesimlerde oylarını yüzde 2 civarında arttırarak telafi etmiş gözükmektedir.

PARTİLER VE SINIFSAL TEKABÜLİYET

Siyasi partilerin tarihi belki Fransız Devrimindeki Jironden Jakoben ayrımına kadar götürülebilir. 19. Yüzyılda monarşi (kraliyet  veya eski rejim) yanlıları-burjuva demokratik devrimden yana olanlar, temsil ettikleri sınıf fraksiyonuna göre partileştiler.1830’lardan itibaren kendi sınıf çıkarlarıyla kamusal alana çıkan proletaryanın siyasal örgütlenmesinde “Adiller Birliği”nin, “Komünistler Birliği”ne dönüşmesini sağlayan Komünist Manifesto bir dönemeç olduysa da işçi sınıfı partileri gerçek anlamda sınıf işçi derneklerinde ve mahalle işçi kulüplerinde sosyo-ekonomik birliğini geliştikten sonra, 1867’deki Birinci Enternasyonal’in inşa süreci ve sonrasında kuruldu.

1863’te Genel İşçi Dernekleri Birliği adı altında bir araya gelen sendikal yapıların 1869’da Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ne dönüştüğü Almanya ve İngiliz İşçi Partisi bu konuda Ekim Devrimi’ne kadar bütün proletarya partilerine örnek oluşturdu. Bir tarafta da ulusal demokratik devrim esaslı çatışma eksenine göre örgütlenmiş aristokrasi, burjuvazi, mali oligarşi, büyük toprak sahiplerinin çıkarlarını savunan muhafazakar ve liberal partiler söz konusuydu.

Tekelci sermaye egemenliği ve emperyalizm 1890’lara doğru kendini gerçekleştirdikçe, kapitalizmin dünya egemenliğinde yeni bir evreye girildi. ABD’den başlayarak, sınıflı toplumu kitle toplumuna dönüştüren, sınıf partilerini milliyetçi kitle partilerine dönüştüren ciddi bir sınıfsal amorflaşma-yamulma-şekilsizleşme dönemi yaşandı. Ta ki, I. Emperyalist Paylaşım Savaşı ve onun bağrında yükselen ve kütleleşmenin karşısına devrimci işçi-köylü ittifakını koyan Ekim Devrim’ine kadar.

Savaşın yıkıntıları altında III. Enternasyonal’de kendini örgütleyen yeni sınıf partileri Alman Devrimi’nin yenilgisine kadar bütün dünyada bir rüzgar estirdiyse de beklenen Dünya Devrimi’ne dönüşmeyince 1933’teki Nazi Darbesi’ne kadar bir ara dönem yaşayıp, sonra da ezildi. Bu ara dönemin İtalya’da çok kısa yaşandığı, 1925’ten itibaren “süreç olarak faşizmin” başladığı ve toplumu aşama aşama sardığı ve tek parti şemsiyesi altında tüm sınıf çıkarlarını kaynaştırdığını iddia ettiği kapitalist tekellerin çıkarına uyarlı faşist bir kitle toplumu kurduğu görüldü. Faşizm tekelci kapitalizmle gelişen kitle partisi modelinin zirve noktası oldu. Toplum ırkçı milliyetçi bir ideoloji, militarist bir terör disiplini altında ve emperyalist yayılmacı bir temelde “sınıfsız-imtiyazsız-kaynaşmış” bir kütleye dönüştürülmeye çalışılırken, ilk hedef devrimci sınıf siyaseti yapan komünistler, hemen akabinde de sınıfın reformist seçeneğini savunan sosyal demokratlar oldu. Kısa sürede bütün milletin çıkarını kendinde kaynaştıran faşist tek parti dışında bütün partiler tasfiye edilmiş oldu.

II. Emperyalist Paylaşım Savaşı biterken, kıta Avrupası’nda anti-faşist partizan savaşı içinde sınıf partileri yeniden yükselişe geçti. Stalin’in emriyle Komintern, Kominforma dönüştürülürken, bu partilere de devrimci sınıf mücadelesi ve buna dek düşen ittifak stratejisinden vazgeçmeleri vaaz edildi. Komünist partiler seçimler yoluyla siyasal gücünü arttırma hattına girdikten sonra, kitle partisi modeli yeniden galebe çalmaya ve reformist sola da yeniden hayat alanı açılmaya başladı. Her ne olursa olsun, yine de 1970’lerin krizine kadar, güçlü sendikalar ve işçi partilerinin ayırt edilebildiği bir siyasal tablo vardı.

Mahir Çayan’ın “Emperyalizmin Üçüncü Bunalım Dönemi” dediği 1970’lere doğru tekelci sermayenin daha fazla çok uluslulaştığı ve finansallaştığı, Breton-Woods sistemini terk edip, ulusal kalkınmacı veya refah devleti türü o tarihlere kadar tahammül ettiği ne varsa tasfiye etmeye giriştiği bir süreç yaşandı. Bu süreçte muhafazakar-liberal ayrımını ortadan kaldıran Reagan- Thatcher önderliğindeki neoliberal karşı devrimin ürettiği yeni muhafazakarlığın hegemonyasıyla birlikte, siyasi partilerin politik-ideolojik duruşları da sınıfsal olarak denk düştükleri pozisyonlar da iyice bulanıklaşmaya başlandı. Dolayısıyla, son 40-50 yıla kadar partilerin sınıflar mücadelesinde denk düştüğü yere dair daha net konuşulabiliyordu ama uzun süredir en fazla onların hangi sermaye fraksiyonunun çıkarını temsil ettiklerini konuşabiliyoruz.

Maalesef, Mike Davis’in “Marx’ın Kayıp Teorisi” kitabında ortaya koyduğu gibi bu durum, geçmişi devrimci sınıf kahramanlığının son barutlarını attığı 1930’ların ilk yarısından beri geçerli olan bir durum. Sonrası Halk Cephesi ya da faşist rejimler, savaş, refah delete uzlaşması, 1970’lerin krizi, neoliberal yeniden yapılanma, Doğu Bloku’nun yıkılması, küreselleşme, neoliberalizmin yaşam kaynaklarını yok etmeye başladığının anlaşılması, isyanlar, neo-faşizmin yükselişi, iklim krizinin ekolojik yıkıma doğru evrilmesi...

Gelecek hafta, çok partili Türkiye’de partilerin siyasal karşılıkları, 1’inci TİP’in neden sınıf partisi vasfına en yakın parti olduğu, 12 Martta tekelci sermaye egemenliği tescillendikten sonra MC hükümetlerinden başlayarak burjuva sınıf fraksiyonları arasındaki ve partiler arası farkların silikleşmesi, RP’den AKP’ye İslamcı neoliberallerin emekçi sınıfları neoliberal politikalara eklemleme başarısı, bu sürecin kaybeden sınıfları, Erdoğan’ın despotik saray rejimi inşa sürecinde tekelci sermayeyi de yeniden dizayn edecek düzeyde yarattığı kaymalar konusuna değineceğim. Bu arada bu akşam da sevgili Dr. Görkem Doğan’la e-komite YouTube sayfasında (https://www.youtube.com/results?search_query=e-komite) bu konuda bir söyleşimiz olacak. İlgilenenleri ve soru sormak isteyenleri oraya da bekleriz...