Ortak düşmana karşı atıp tutma konusunda iyiyiz. Bir sorunumuz, sıkıntımız yok. Hep beraberiz. Gerçi biraz ayrıntısına inildiğinde, onu ne şekilde alt edebileceğimiz, bunun için somut olarak neler yapmamız gerektiği vb. konularına girersek, orada arıza/maraza çıkmaya başlıyor bir şekilde. Ama sırf laf atıp tutacaksak, “düşman şöyle de kötü ve yobaz”, “böyle de aptal, tüccar ve kurnaz”, “o yüzden bir an önce gitmesi gerek” vb. diyeceksek hep ortağız.
O halde en dış halkada, düşmana karşı birlikteyiz. Solu biraz daraltıp, sosyalistler arasındaki duruma baktığımızda, gitmesi gerekenin yerine en genelini ifade edip “sosyalizmin gelmesi gerek” dediğimizde, sosyalizm ve eşitlikçilik propagandası yaptığımızda da problem çıkmaz herhalde. Niye çıksın ki?
Bir adım daha atıp, sosyalizmin iktidara gelişine dair stratejik/programatik belirlemelere geçilirse, devrim/ demokrasi/ aşamalar, siyasi iktidar/toplumsal iktidar vb. derken, kimi sosyalistler arasında ayrımlar belirmeye başlar, kimilerinde henüz bu noktada da bir şey çıkmaz.
Biraz daha gidelim. Diyelim stratejik ve programatik belirlemelerde ortaklaşma sağlandı, işbu stratejinin hangi somut adımlarla hayata geçeceği, nasıl ete kemiğe bürüneceği, toplumdaki karşılıklarıyla nasıl büyüyüp gelişeceği, kazanım ve mevziler vb. dendiğinde ayrımlar, tartışmalar artmaya başlar.
Buradan “güncel siyaset”e doğru giderken biraz duraklayalım. “Büyük siyaset”i okuma ve analiz biçimlerinde de çatallanmalar vardır onun öncesinde. Bölgesel dengeler ve emperyalizmin rolü, laiklik ve din konusu, özgürlükler alanı ve demokratik haklar, Kürt sorunu vb. derken siyasi-ideolojik meselelere girdiğinizde, belli başlıklarda belli kesimlerle ortak düşünebilir hareket edebilirsiniz ama aynı kesimle farklı bir başlıkta nüanslar yahut büsbütün ve bümbüyük ayrımlar da belirebilir.
Buradan bir adım daha atıp artık taktiklere, manevralara, ideolojik söylemlere, güncel siyasi gelişmelere ve olası/acil müdahalelere geçerseniz, ohoooo, at kadehi elinden, bin parçaya bölünsün…
Tamam, bin abartılı bir rakam oldu; seçim zamanı gelir, üç, beş parçaya bölünür ama bazen dönem gereği bu öyle bir bölünmedir ki, uçlaştırır, kes(k)inleştirir, sertleştirir…
Hatta en başa dönersek, ortak düşmana karşı ortak tavrımızdan; ondan bir adım sonrasında, en genel stratejik belirlemelerimizden; “büyük siyaset” alanına dönük benzer analizlerimizden kaynaklı ortaklıklar unutulur, güncel siyaset ve taktikler üzerinden kavgaya tutuşulur.
Bu durumda/ortamda, yani siyaset ısındığında ve güncelliğin ağırlığı arttığında, çok sesli, çoğulcu, kapsayıcı vb. olmak, farklı görüşlere/eğilimlere ortak platform sunmak da zorlaşmaya başlar. (Tabii bunun alternatifi, dar, hiç farklı eğilim barındırmayan, huzurlu ve beton gibi sağlam çevreler ve yayınlar mıdır, orası da karışık). Ortak platform olayım derken, ortalamacı olunmaması gerektiği de malumdur, bir tavır gerekir illa.
Genel tespitlerden bu mecraya, İleri Haber portalına gelelim dilerseniz. Bu portalda da farklı eğilimler olduğunu gören, okuyan, takip edenler vardır herhalde. Örneğin benim yakın geçmişte kaleme aldığım yahut şu an bu yazı yerine yazabileceğim bir seçim/HDP yazısı ile diyelim Ender Helvacıoğlu’nun dün yazdığı seçim/HDP yazısı arasında yahut Vatan Partisi’ne desteğini de açıklayan Yavuz Alogan’ın herhangi bir güncel siyasal yazısı arasında kilometrelerce (ya da bulunduğumuz ortama uygun ifade edecek olursak; kilobyte’larca) mesafe var. Aynı yayın çizgisi içerisinde bu normal, doğal mı, tam bilemiyorum.
Peki güncel siyasette ayrı duranların, düşmana karşı ortaklıkta, stratejik bazı belirlemelerinde, daha genel konulardaki vb. birliktelikleri düşünüldüğünde, ikincisine zarar gelmesin diye birincide daha mı “ılımlı” olmaları gerekir? Güncel siyaset ısındıysa, o ılımlılık da pek mümkün değildir.
Öte yandan, güncel siyasal tavırlarında ayrı çizgilerde duranların, kendi görüşlerine abanarak, diğerlerini görmezden gelerek görüşlerini sıralamaya devam etmesinin belli sınırları olduğu gibi, birbirine üzere pek etkileşime yol açmayan dokundurmalarla, polemiklerle vb. devam etmelerinin de belli sınırları/sıkıcılığı vardır sanırım.
Bir diğer yandan sosyal medya denen ortam, özellikte twitter’la birlikte hayli ilerledi, hareketlendi, coştu taştı. Hangi çevrede hangi görüşün daha çok öne çıktığı yahut “taraftar” bulduğu cillop gibi ortada.
Açıkça tartışılsın, ortak bir yol bulunsun, “tartışa tartışa birlikte doğruyu bulalım” vb. sözleri de belli bir noktadan sonra iyi niyet beyanının ötesine pek geçemiyor.
Eeee, ne yapalım ya da “çıkar dilinin altındaki baklayı, arkadaşım sen ne demek istiyorsun”?
Vallahi pek bir şey demek istemiyorum, aklıma gelmişken öyle bir içimi dökeyim dedim. Başka yazılar yazacaktım dün akşam, elektrikler gitti, o yazılar da gitti! Ne yazabilirdim? Ortaklaşılan konulardan örneğin, çalan savaş tamtamlarına dair bir şeyler yazabilirdim. En azından “savaşa hayır” noktasında tüm solumuz ortaklaşır herhalde. Ya da tüm sol olarak bir diğer ortaklaşabileceğimiz konu Soma davası. Birleşelim, üzerine yürüyelim. Sadece güncel değil, güncel olmayan başka konular da olabilirdi tabii. Elimin altında tamamlayabileceğim üç, beş yazı vardı mesela. Kimlik siyasetinin açmazlarına işaret edip kimlik siyaseti yapmak, ulusalcılığın eğik düzleminde yeni kaymalar vb. konuları irdeleyeyim diyordum. Oralardan da tartışma, maraza çıkabilirdi tabii. Son dönemde okuduğum kitaplardan hareketle, Metin Çulhaoğlu’nun “Marksizm ve Türkiye Solu”ndan yahut Sophie Bonnet’nin “Genelev”inden yola çıkıp, hem kitapları tanıtabileceğim hem ufuk turları atabileceğim notlar da yazıya dönüşebilirdi. Gündemden ırak, bazı okurlara yakın. Neyse artık, önümüzdeki haftalarda.
Şimdilik, sabah sabah böyle bir “sohbet yazısı” çıktı ortaya.
Peki bundan sonrasına dair nasıl yapalım? Ayrımlara dokunmayalım mı? Birbirimizi görmezden gelip kendi bildiğimiz doğruları mı yazıp çizelim? Sadece ortak mevzulara mı yönelelim, düşmana karşı atıp tutalım, sosyalizmin ve ortak stratejik belirlemelerin altını çizelim, somut yollar konusunda Erkin Özalp’in akıl açıcı katkılarını okuyalım, ötesine karışmayalım, edebiyat, kitap vb. takılalım. Bilemedim.
Bitirelim. Böyle yarı sohbet, yarı telgraf havasında bir yazı çıktığına göre, stop diyip bitirmek en doğrusu herhalde. Stop!