Sola kurulan tuzak

Metinleri çarpıştırma, alıntılarla kavga etme alışkanlığından kurtulabilir, görüşlerin yapıcı tartışmasına alan açabilirsek demagoji kapısını kapatabilir, sınıf düşmanlarının liberal çarpıtmalarını, solu merkeze çekme oyunlarını boşa çıkarabiliriz.

Savaşın sorumlusu kim? Ne tuhaf bir soru. Bir saldıran var bir de savunan öyleyse sorumlu saldırandır. Peki bu açık net görünenle yetinmek doğru olur mu? Başka sorular da sormak gerekir. Rusya durup dururken saldırmış olabilir mi? Birtakım “gerekçeler” ya da “bahaneler” ileri sürüyorsa bunların gerçekliğini de araştırmak herhalde doğru olur. Rusya’nın iki gerekçesi ya da bahanesi ve bir de itirafı var. Gerekçelerden ya da bahanelerden birincisi “Ukrayna’nın NATO’ya katılma böylece daha önce katılmış olan eski Sovyet ülkeleri ile birlikte Rusya’nın NATO tarafından kuşatılmasının tamamlanacak olmasıdır.” İkinci gerekçe ya da bahane “Ukrayna’da Neonazilerin iktidarın destekçisi, ortağı olarak, bağımsızlığını ilan etmiş Donbas’ta provokasyonlara girişmesidir.” Neonazilerin varlığını bahane kategorisine yerleştirmek daha doğru olacaktır. Çünkü aşırı sağın varlığı ya da güçlenmesi öncelikle Ukrayna halkının sorunudur. Gerçi emperyal güçler özellikle ABD ve kuşkusuz NATO, sık sık teröristlerle mücadele bahanesi ile oraya buraya saldırıyorlar, bunu kalıcı bir strateji, ideolojik tutum olarak uyguluyorlar ama biz şimdi Rusya Ukrayna üzerinden konuşmayı sürdürelim. Bu arada unutmadan kaydedelim: Ulusların kaderini tayin hakkı ilkesini ısrarla savunan Lenin’e büyük öfke duyan Putin’in itirafı Çarlık mantığıyla Ukrayna’yı Rus toprağı saydığını ilan etmesidir.

‘CASUS BELLİ’ Mİ?

“NATO tarafından kuşatılıyor olmayı”, “savaş hukuku” kavramıyla “Casus belli- savaş nedeni” sayıyor Rusya. Batının açık müdahalesini de savaş nedeni sayacağını açıklıyor. Uçak gemileri pozisyon alıyor, ABD Başkanı “Cehennem” adlı uçağını hangardan çıkarıyor, iki tarafın davulcuları tamtamları hızlandırıyor. Kendisi bir büyük suç olan savaş içinde savaş suçları ayrıca kodlanmıştır; mahkemesi, yargıçları bile var. Ama biz biliyoruz hiçbir bahane ya da gerekçe, hiçbir hukuk savaşları haklı kılmaz. İlk çağlardan bu yana kısa aralıklar bir yana savaş hiç durmadı; politikanın önemli silahı olmayı hep sürdürdü. Ne yazık ki diyeceğiz, ne yazık, çünkü milyonlarca insanın ölümüne, yoksullukların katmerlenmesine, kitlesel göçlere, bedelin halklara ödetilmesine karşın “büyük insanlık” henüz savaşları sona erdirebilecek güce, örgütlenmeye ulaşamadı, dayanışmayı gerçekleştiremedi.

İmparatorluklar öncesi sırası ve sonrasında, feodal beyler, senyörler beylikler, aşiretler zamanında, nihayet sanayi devrimi sonrası kapitalizmin hala sona erdirilememiş egemenliğinde de başat politika silahıdır savaş. Saldırgan Rusya ile sırtını NATO’ya, AB’ye, Batı’ya dayadığı zehabına kapılan Ukrayna arasındaki savaş da bu iki ülkeyi aşan karakteri ile büyük bir savaşın kıyısına getirdi dünyayı.

Gerekçeler, bahaneler savaş bir kere başladığında önemini yitirir, tarihçilere havale edilir. Savaşı uzak bir ihtimal olarak görme bahtsızlığı nedeniyle önlemeye gücü yetmeyen, savaş karşıtlığını uluslararası bir dayanışma ile örgütleyemeyen insanlar ise bu kez başlayan ve artık gözle görülebilen bir cinayet olduğu anlaşılan savaşı durdurmak için bir anlamda kendi yaşam haklarını savunmak için harekete geçmeye çalışırlar. Başarı şansımız var mı?

SIK SIK UYKUNUZ GELİYOR MU?

Neden olmasın ama başarının yani savaşı durdurmanın birinci koşulu, her türden gerekçeyi, bahaneyi, haklı mı haksız mı tartışmasını bir yana bırakarak savaşın kapitalist ülkeler arasında bir paylaşım savaşı olduğunun görülmesi, kabul edilmesidir. Bu paylaşım savaşında herhangi bir ahlaki kaygıya yer yoktur. İnsanlar savaşın kazanılması için cephelere sürülmüş birer araçtırlar. Modern zamanların savaşlarında ultra modern araçlar insanları devre dışı bırakmaz ama ölüme daha hızlı yaklaştırır. Uzaktan kumandalı ölüm araçlarını kullananlar öldürdükleri insanları görmedikleri için kendilerini katil saymazlar. Ama katildirler. İnsanların ise görmedikleri silahların gürültüsünü duyduklarında ölümün de geldiğini anlamaya vakitleri bile kalmayabilir. Sonunda yıkılmış harap olmuş kentlerin, kasabaların metal parçalarıyla dolmuş tarlaların enkazı üzerinde “muzaffer” olanlar utanmaz yüzleriyle kadeh tokuşturur, kazanan olmanın gururu ile mağrur birbirlerini kutlarlar. Paylaştıkları insanların emeğidir, geleceğidir. Kimi zaman kazananın kim olduğu bile belli olmaz, ama kaybeden her zaman insanlar, halklardır.

İşte şimdi “seyrettiğimiz” savaş muhtemel büyük bir savaşın uvertürüdür. Ne alaka, bizimle ne ilgisi var demeyiniz. Seyretmekle yetinmeyiniz. Savaş çoktan sınırları aştı, içimize girdi. Bunu gittikçe zorlaşan yaşam koşullarından anlayabilirsiniz. Başka bir belirtisi daha var, sık sık uykunuz geliyor mu, gündüz güneşin batmasına daha çok varken uyumak istiyor musunuz, TV kanallarındaki savaş görüntülerini görmek istemiyor, gözünüzü kapatmak, kulağınızı tıkamak bir an önce gecenin karanlığına sığınmak için acele ediyor musunuz? Savaşın kapınızı çaldığını anlamışsınız işte. Ya gözlerinizi kapatacak böylece kurtulduğunuzu varsayacak ya da savaşa karşı savaşmanın yollarını arayacaksınız.

Savaşan ülkelerin, onların arkasında duranların bildirgelerine, açıklamalarına, embedded medyanın yazdıklarına aldırmayın. O kanallardaki, medyadaki   görüntüler, savaş diplomatlarının usta ellerinden çıkmış metinler gerçeği yansıtmazlar. Gerçek silahların ucundan çıkan ateşte, şerarede, ansızın gökte beliren füzelerin, uçakların ses hızını geçen patlamalarında, tankların homurtusundadır.

METİNLERİ ÇARPIŞTIRMA ALIŞKANLIĞIMIZ

Biliyorsunuz, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını adlı adınca yazan, tahlil eden sol oldu Türkiye’de. Ama bu açıklığa, netliğe karşın kimi zaman Rusçu kimi zaman NATO’cu diye damgalanmak istendi. Solu Rusçu diye damgalamak isteyenler daha çok ilkesiz liberallerden, soldan devşirilmiş yeni NATO’cular arasından çıktı. NATO’nun ne kadar demokrat, barışçı bir örgüt olduğuna bizi inandırmak isteyen eski diplomatlarla, tanıdığı ne kadar NATO’cu akademisyen, politikacı varsa hepsini bir yazıya sığdırarak o civarda ne kadar makbul olduğunu bize anlatma derdine düşen Çandarlı paşası tipik örnektirler. Okuyun yazdıklarını onca laf salatasının içinde sirkatlerini faş ettiklerini göreceksiniz. Peki neden açık, net savaş karşıtı solu kendi savaş dünyalarında görmek istiyorlar?

Çünkü solun ayağa kalkmasından ödleri kopuyor. Bu gittikçe sıklaşan ve küreselleşme eğilimi gösteren paylaşım savaşlarına doğru bir tutumla karşı çıkan solun gücünün ve etkisinin artmasından korkuyorlar. Bu nedenle sol yazarların, akademisyenlerin yazdıklarında ellerinde cımbız malzeme arıyorlar. Zor bulurlar.

Aslında solun kimi eski alışkanlıklardan kurtulması, birlikte davranmayı öğrenmesi için bu saldırı önemli bir fırsattır. Bu fırsat sol içi tartışmalarda iki konunun öncelikle ele alınmasını gerektiriyor. Birincisi, tartıştığımız konuların güncel olanla bağının mutlaka kurulması gerekliliğidir. Soyut akademik tartışma solun birliğinin önüne geçerse, birliğin daha doğmadan ölüp gideceği kesindir. İkincisi, solun kendi arasındaki tartışmalarda “metinleri birbiriyle çarpıştırma” alışkanlığından kurtulmasıdır. Bu hala sürüp giden alışkanlık, mücadele yöntemlerini geçmişin strateji ve taktiklerinin gölgesi altında arama kolaycılığıdır. Tartışmayı solun tarihinin ansiklopedik zenginliği içinde malzeme bulmaya, genele değil özele ilişkin alıntıların kavgasına hapsetme alışkınlığıdır. Bizim bilgelerimiz bize “toplumsal devrimlerin şiirlerini geçmişten değil yalnızca gelecekten çıkarabileceklerini” öğrettiler. “Eski devrimler, diye yazmıştı Marx, kendi içeriklerini bastırmak için dünya tarihine ilişkin anılara gereksinim duyuyordu. On dokuzuncu yüzyılın devrimi, kendi öz içeriğine ulaşmak için ölülere kendi ölülerini gömdürmek zorunda.” (Fransız Üçlemesi, Louise Bonaparte’ın 18 Brumaire’i, sf.151-152, Yordam Kitap)

Öyleyse biz de yönteme ilişin genel zenginliği, ilkeleri yitirmeden yol almak, günceli yakalamak zorundayız. Metinleri çarpıştırma, alıntılarla kavga etme alışkanlığından kurtulabilir, görüşlerin yapıcı tartışmasına alan açabilirsek demagoji kapısını kapatabilir, sınıf düşmanlarının liberal çarpıtmalarını, solu merkeze çekme oyunlarını boşa çıkarabiliriz.