1996 yılında İstanbul Üniversitesi Beyazıt kampüsü işgal edildi. Daha önce sembolik düzeyde olan üniversite harçlarına gelen yüksek zam büyük bir tepkiye neden olmuştu. Öğrenci gençlik içerisinde gelişen bu tepkiyi arkasına alan sosyalist örgütler, üniversite işgaline öncülük ederek darbe sonrasında üniversitelerdeki en ciddi siyasi çıkışa imza attılar. İşgal yalnız üniversitelerde ve gençlik içerisinde etki yaratmadı, ulusal ölçekte ses getirdi, tartışıldı ve destek buldu.
İşgal, üniversite eğitiminin paralılaştırılmasına bir tepkiydi ve doğal olarak hedefinde zam vardı. Bu ortamda her sosyalist gençlik örgütü kendi meşrebince, kendi dünya görüşü ve siyasi hedefleriyle uyumlu bir sloganla işgalde yerini aldı. Örneğin, “Özerk Demokratik Üniversite” sloganı o dönem devrimci demokrasi tarafından sık atılan bir slogandı. Sosyalist devrimciler ise “Eşit, Parasız Eğitim” sloganını dillendirdi. Bu slogan sermaye düzeninin karşılayamayacağı, devrimci bir siyasetin taşıyıcısı bir slogan olarak tercih edilmişti. Sosyalist devrimci siyaset, “Yeni Bir Ülke, Yeni Bir Üniversite” sloganını da kullanıyordu. Bu da sosyalizm hedefine işaret ediyordu.
İktidarın siyasi bir adımına karşı, öğrenciler siyasetle yanıt verdiler. Paralılaştırma siyasetine karşı duruldu ve bir siyasi mücadele yöntemi olarak kampüs işgal edildi. Bu siyasi adımın; emekçi halkla üniversiteli kimlik arasındaki ilişkinin yeniden tesis edilmesi, neo-liberal politikaların sorgulanması, eğitimin nasıl şekillendirilmesi gerektiği konusunda yeni tartışmaların açılması gibi bir dizi getirisi oldu. Dahası, sosyalist ideolojinin önceki duruma göre daha geniş bir kesime hitap edebilmesi olanağını verdi. “Yeni bir ülke” düşüncesi daha çok kişinin zihnine girdi, daha çok kişide yeni soru işaretleri yarattı.
Buraya kadar yazdıklarımızda sanırız kimse için bir sıkıntı yok…
Ya, o dönem kendisine sosyalist diyen bir grup genç, zamdan hemen sonra yapılan herhangi bir toplantıda şöyle deseydi ne olurdu: “Arkadaşlar, hükümetin yaptığı zam, tamam, önemlidir ama… Ona karşı biriken tepkiler bize enerji vermez. Önemli olan ideolojik mücadeledir.”
Komik olurdu…
***
Biraz daha basit anlatalım.
Anlatımı kabalaştırmak pahasına, ideoloji ile siyaset arasındaki ayrımı, bir havuz örneğinden yola çıkarak, ele alalım.
Diyelim ki, bizim büyük hedefimiz büyük bir havuz... Evet o kadar...
Büyük bir havuza kavuşmak için mücadele edeceğiz. Havuzun büyük olmasının neden iyi ve güzel bir şey olduğunu, neden herkesin çıkarına olduğunu anlatmak ve fiilen havuzu büyütmek ya da küçültme çabalarına engel olmak diye iki ayrı iş tarif edelim. Birinci ile ikinci arasında mutlak bir ilişki var.
Bu iki çabanın iç içe geçmişliği, birbirlerine olan ihtiyacı tartışılmaz sanırım.
- Buradaki kaba örneğimizde siyasi mücadeleye denk düşen, yani, fiilen havuzu büyütmek ya da küçültme çabalarına engel olmak işi; çoğu zaman kaçamayacağınız pratik görevler olarak, önceliklidir. Siyasi mücadelenin ancak ideolojik mücadelenin ardılı olabileceği düşüncesi yanlıştır ve maalesef, diyalektik ve ironik bir biçimde, uzun yıllar boyunca ideolojik mücadelenin odak noktası olan Avrupa komünizmiyle fazla haşır neşir olmanın yarattığı bir zaaftır.
Bu yazıyı niye mi yazdık? Siyasetten kaçışa “ideolojik kılıf” uydurulmasın diye…