Siyasetin kitleselleşmesi meselesi üzerine

Pratik, siyasettir. Siyaset aynı zamanda bizim programatik, kuramdan öğrendiğimiz ya da esinlendiğimiz hedeflerimizin gerçekleşme yöntemidir. Peki sosyalistler ne türden bir pratikle adım atabilecek, kitlelerle buluşabilecekler?

Geçtiğimiz Pazartesi ODTÜ Mezunları Derneği’nin Vişnelik tesislerinde Türkiye İşçi Partisi’nin düzenlediği, Yunanistan Xekinima'dan Nikos Anastasiadis ve Kıbrıs Yeni Enternasyonalist Sol hareketinden Athina Kariati'nin katıldığı “Sosyalist bir kitle partisinin inşası” konulu paneli izleyenler arasındaydım. İki konuktan Syriza ve AKEL’in yükseliş ve gerileyişlerinin nedenleri üzerine ilginç analizler dinledik. TİP Parti Meclisi üyesi Can Soyer strateji üzerine ufuk açıcı bir sunum yaptı. TİP Milletvekili Sera Kadıgil de siyasetin ancak heyecan duyarak yapılabileceğini pek güzel anlattı.  Bu paneldeki konuşmalardan, özellikle strateji, teori pratik ilişkisi konusunda kendi payıma söyleyeyim çok yararlandım. Bu konunun uzun süre verimli bir şekilde tartışılacağından da eminim.

Çünkü Türkiye’de sosyalistlerin, sosyalist partilerin, sanıyorum öteki ülkelerde de, tartıştıkları ve çözüm aradıkları konuların başında neden kitleselleşemedikleri, geliyor. Türkiye’de parlamentoya girmeyi başaran tarihsel Türkiye İşçi Partisi’nin oy oranı yüzde 2.97’de kalmış, ama seçim sisteminin görece demokratik yapısı parlamentoda 15 kişilik bir güç elde etmelerine olanak sağlamıştı. Kuşkusuz 61 Anayasası’nın sağladığı göreli özgürlük ortamında, baskılara karşın bir hareketlenme söz konusu olmuş, en azından sosyalizm yeryüzüne çıkmış, konuşulmaya tartışılmaya başlanabilmişti. Daha sonraki dönemde gençlik hareketi de benzer bir hareketlenmeye yol açmış, 71 darbesi ile büyük kayıplar verse de sol varlığını korumuşu. 80 öncesi Komünist Partisi’nin sendikal hareketle kurduğu bağın da katkısıyla “siyasetin kitleselleşmesinden” söz etmek mümkün olmuştu.

Görüldüğü gibi kitleselleşmeyi tırnak içine almak zorundayız. Çünkü bu kitleselleşme, politik alanda söz sahibi olmayı, düzenle ciddi bir hesaplaşmayı sağlayabilecek boyutlarda bir kitleselleşme olamadı. Bu çok önemli, yaşamsal, yani sosyalist siyasetin varlığı ile ilgili sorunu henüz çözebilmiş değiliz. Kuşkusuz tarihimizde 15-16 Haziran gibi, Zonguldak işçi yürüyüşü gibi Gezi hareketi gibi kitlesel hareketler var. Özellikle Gezi hem milyonları kapsayan kitleselliği ve yurt çapında yaygınlığı dikkate alınırsa farklı bir değerlendirmeyi hak ediyor. Yine de bu hareketler siyasal bir nitelik kazanamamış, sosyalist siyasetin sürükleyici gücü olamamış ya da sosyalistler bu hareketleri siyasetin öznesine dönüştürememişlerdir.

***

Bu karmaşık konuya farklı yanıtlar verilebilir. Baskılar, sağın din üzerinden sağladığı yenilmesi güç üstünlük, bir “ulusal karakter” olduğu sık sık söylenen ama ne kadar doğru olduğunu bilemediğimiz “tevekkül” vb. Ama bu yanıtlar sorunu açıklamıyor, çözmüyor, Bir diğer önemli bakış açısı, zorluğu dışta değil içte, örgütlenme biçimlerinde, kitlelerle diyalog kurma konusundaki şematik yaklaşımlardan kendimizi kurtaramamamızda arayıp bulan bakış açısıdır. Bu şematik yaklaşımların belki de en önemlisi teorinin pratikle ilişkisi konusunda teoriye mutlak bir üstünlük vehmedilmesidir. Burada yine her zaman yaptığımız gibi kuramla ilgili kavramsal tartışmalarda “yenik düşme” kaygısıyla hemen bir “korunma cümlesi” kuruyor ve kuşkusuz bu tutumumuzun kuramı küçümseme anlamına gelmediğini vurguluyoruz. Pratikle teori, eylemle kuram arasındaki ilişkiyi canlı bir şekilde kuramadığımız, ortaya çıkan olanaklara kuşkuyla, saflığımızı yitirme kokusuyla baktığımızda, kitlelerle buluşamayacak ya da kitlelerin henüz siyasetle tanışmamış, yalnızca hareketlenmiş taleplerinin arkasında kalacağız. Deyim yerindeyse, en uygun sözcüğü Can Soyer’den, Marksizm ve Siyaset kitabından ödünç alayım; yalnız teorimiz değil, pratiğimiz de “kireçlenmeye” başlayacaktır.

***

Pratiğe geri dönelim. Pratik, siyasettir. Siyaset aynı zamanda bizim programatik, kuramdan öğrendiğimiz ya da esinlendiğimiz hedeflerimizin gerçekleşme yöntemidir. Peki sosyalistler ne türden bir pratikle adım atabilecek, kitlelerle buluşabilecekler? Sanıyorum bunun için kitleyi iyi tanımak gibi bir zorunluluk ve zorluk var. Bunun için de kitle dediğimiz halk kesimlerinin en başta proletaryanın hayatla ilişkisini tanımak, karşılaştığı sıkıntıları kitaptan değil doğrudan kendisinden öğrenmek gerekiyor. Örneğin iki yılı aşkın bir süre tüm ülkeyi kasıp kavuran, on binlerce kayba yol açan pandemide en ağır yük özellikle çalışan kesimlerin, işçi sınıfının üzerindeydi. Çünkü işçiler çalışmayı sürdürmek, üstelik korunmasız bir şekilde işliklere, fabrikalarına gidip gelmek salgını yaygınlaştıran toplu taşıma araçlarını kullanmak zorundaydılar. Bu durumun sosyalist siyaset tarafından ciddi bir şekilde ele alındığını, incelendiğini, bir hesaplaşma konusu yapılabildiğini hatırlamıyorum.

Bir de ön bilgi sayılabilecek bir konuyu, sorunu unutmamakta yarar var. Kitleler bireylerden oluşur ve her bireyin sıkıntısı da korkusu da özel ve özgündür. Bu özgün sıkıntıları, korkuları yenmenin tek yolu bireylerin birlikteliği, bir arada olmasıdır. Bu nedenle kitlesel toplantılar, buluşmalar, şenlikler, grevler, direnişler önemlidir. Bireyin sıkıntılara boyun eğmesi ne kadar doğalsa bir araya gelindiğinde cesarete ve çözüm arayışlarına yönelmesi de o kadar doğaldır.

Bir diğer konu, sosyalistlerin insanları siyasete çağırırken işçileri, farklı kesimleri, farklı, yeni ya da eski türden hareketleri, eğitmen olmadıklarına inandırabilmeleridir. Biliyorum bu öğretmek- öğrenmek sık başvurulan bir klişedir ama olsun, yinelemekte yarar var. Bunun için yalnızca sosyalist siyasetçiler olarak işin içinde olunduğunu anlatmak, öğretmek değil aynı anda öğrenmek konusunda içten olabilmek, aydın, her şeyi bilen siyasetçi konumundan uzak durabilmek gerekiyor herhalde. Ne var bunda denilmemeli zordur çünkü. Bu arada stratejiyi taktiği de askeri terimler olarak algılamamak, o şekilde siyasete tercüme etmemek gerektiği kanısındayım. Her iki kavram da siyasetin kuram eylem ikilisinin süreç içinde önceden çizilemeyecek halleridir denilirse belki daha açıklayıcı olabilirler.

***

Bunları herkes bilir, biliyor diye düşünüyorsanız, ben de demek ki doğru düşünüyormuşum diye mutlu olabilirim. Burada yazılanların konunun yalnızca bir boyutuna ürkek bir yaklaşım olduğunun da altını çizelim ve arayışa tartışmaya devam edelim en iyisi. Gerçeğin karmaşık metinlerde değil, somuttan soyuta oradan tekrar ama daha kolay kavranabilen gerçek somuta dönüştüğünü teoriden öğrenmiştik, pratik de bize hep uzaktan baktığımız ve eylemlerini gururla izlediğimiz kitlelerin arasına kaybolmak, orada onları ve kendimizi tanımak gerektiğini söylüyor.

Bunu başarabilirsek kitleler siyasetle, biz de kitlelerle buluşabileceğiz demektir.