Sıfır Bir: Varoş gençliğinin (bir kesiminin) 'Herkes sussa, biz susmayacağız' diyen kahramanlar olarak sunumu

Dün (cuma) vizyona giren 10 yeni film arasında yer alan Sıfır Bir (*) adlı aksiyon filmi, son dönemin en ilginç, en aykırı ve en tartışmaya açık yerli yapımlarından biri olarak dikkat çekici. 2016’da Adana’da bir grup gencin kendi olanaklarıyla kentin varoşlarında çekip youtube’da yayınlamaya başladıkları aynı adlı dizi, bu mecrada gördüğü ilginin ardından “internet televizyonlarından” BluTV’ye transfer olmuş ve geçen yıla dek BluTV’de yayınlanmış; şimdi ise bu sinema filmi, Mars grubun dağıtımıyla 300’e yakın salonda beyaz perdelerde.

Sıfır Bir’i ilginç kılan tek özelliği bu eşi görülmedik menşei değil. Öncelikle Sıfır Bir’in, sert bir aksiyon filmi olarak kalburüstü bir çalışma olduğunu en baştan kaydetmek gerek. Filmdeki iki kötü adamının biraz karikatürize olması bir yana; filmde varoşların yansıtılışında verilen sahicilik hissi de (yönetmen Kadri Beran Taşkın’ın yönetmenlik yeteneğini yadsımamakla birlikte bu sahicilik muhtemelen filmin bu açıdan “içeriden” bir yapım olmasından da kaynaklı) filmin etkisini perçinliyor. Açıkçası, Sıfır Bir örneğin İstanbul Film Festivali’nin “Mayınlı Bölge” ya da !f Bağımsız Filmler Festivali’nin benzer seçkilerinden birinde karşımıza çıkmış olsa o mecrada yadırganmayacak bir film. 

Öte yandan filmin hem belirli bir sosyal içerik taşıyor vurgusu yapması, hem de aynı zamanda baş karakterleri dahil şiddet kültürü, lümpen kültür gibi öğeleri içerirken kendisinin bu açılardan tartışmaya açık bir nitelikte oluşu Sıfır Bir’in es geçilmemesi gereken bir yönü. 

8-10 yıldır (Twin Peaks’in 25 yıl sonra gelen yeni sezonu hariç!) dizi izlemeye zaman ayırmamış biri olarak Sıfır Bir dizisini izlemiş değilim ancak özellikle son yıllarda sosyal medyada sık sık diziler hakkında da paylaşımlar yapmaya yönelen bazı eleştirmenler ve takip ettiğim diğer bazı sinemaseverlerin paylaşımlarında, sohbetlerinde adının geçtiğini okumadığıma, duymadığıma da eminim. Game of Throes’dan Atiye’ye dek bilumum diziler hakkında sık sık paylaşım yapanların da Sıfır Bir dizisini atlamış olmaları, bu dizinin gerçek anlamda bir “alt-kültür” ürünü olduğunun göstergesi olsa gerek. Bu arada sinema filminin Mars tarafından yaygın dağıtıma sunulmakla birlikte en yüksek gelir grubunun rağbet ettiği avm’ler olan Zorlu, Kanyon, City’s’deki salonlarda gösterilmiyor oluşu bu açıdan manidar (ancak yaygın gösterimle birlikte filme basın ön gösterimi de yapılmış olması ise önem verilen bir ürün olduğunu teyit ediyor).

Sergio Leone klasiklerine göndermeyle ve belki de, yine bu klasiklere gönderme yapan N.B. Ceylan başyapıtı Bir Zamanlar Anadolu’da’ya (2011) göndermeyle “Bir Zamanlar Adana’da” alt başlığıyla sunulan Sıfır Bir dizisinin, uyuşturucu tacirleriyle mücadele içinde güçlenen bir sokak çetesi etrafında döndüğü kaydediliyor. Sıfır Bir sinema filmi ise bu çetenin önde gelen bazı elemanlarının yeni bir başlangıç yapıp kendilerine yeni bir yaşam kurmak amacıyla İzmir’e yerleşmiş ve bu şehrin yine varoş nitelikli bir mahallesinde oto yıkamacılığı yaparak geçinmekte oldukları bir noktadan başlıyor. Ancak bir gün, annesi organ mafyasının kurbanı olan ve kendisi de aynı mafyanın bir elemanı tarafından tecavüz edilmeye yeltenilen küçük bir kız çocuğu canını ve ırzını kurtarmak için kaçarken bu gençlerin yanına sığınır. Bunun üzerine filmin baş karakterleri de tekrar silahlarını kuşanıp çocuğun kaçtığı salaş oteli basarlar ve iki grup arasında kanlı bir savaş başlar. Üstelik bu mafyanın perde arkasındaki şefi, müsteşar düzeyinde yüksek siyasi bağlantıları olan ve polis içindeki adamları tarafından da kollanan bağımsız bir belediye başkan adayıdır.

Bu konu özetinden de anlaşılacağı üzere Sıfır Bir, Batı sinemasında da zaman zaman örnekleri görülen kendinden menkul ‘adaletçi’ (vigilante) minvalinde bir film. Bu tür filmler, baş kahramanın savaşımını, resmi güvenlik/adalet güçlerinin insan haklarını gözeten hukuk kuralları dolayısıyla ‘ellerinin kollarının bağlı’ (!) olması gibi nedenlere bağladıkları örneklerde faşizan nitelikte sayılmayı hak ederler. Böylesi bir bağlamın yokluğunda ise ‘adaletçi’ filmleri gri bir bölgede salınırlar. İntikam duygusunun ve bu yolda şiddetin meşrulaştırılması bu filmlere her durumda etik açıdan eleştirel yaklaşımlara cevaz verse de resmi güvenlik/adalet mekanizmasının kendisinin organize suçla hemhal sunulduğu bağlamların ise sosyal eleştirel bir nüve taşıdığı da göz ardı edilemez. Öte yandan kuşkusuz neo-faşizm, yalnızca insan haklarının “ayak bağı” görüldüğü durumlarda değil, hayatta karşılığı olan sosyal-eleştirel konumları istismar ederek de kendine yol bulabilir. Dolayısıyla her bir filmi, içerdiği temsiller, anlatım stratejileri, vb. unsurların neye işaret ettiği açılarından dikkatlice ele almak gerekir.

Sıfır Bir’e gelirsek, dürüst bir polis yetkilisinin, polisteki bazı unsurlarla ve bazı üst düzey siyasi çevrelerle iş birliği içindeki bir mafya ile mücadelesinde mafyanın bu bağlantıları dolayısıyla yetersiz kalışı ve eski sokak çetesinin devreye girişiyle bu iki odağın -dürüst polis yetkilisi ve eski sokak çetesi- giderek adeta paslaşır konumda mücadelesi söz konusu. Filmin kanımca sorunlu bir yönü bu anlatının kendisinden ziyade bu anlatı içinde yer alan, daha doğrusu bu anlatı vesilesiyle perdeye gelen silah kullanımının sunumu. Sıfır Bir’de silah sahibi olmanın, silah kullanabilmenin, hatta aslında silahın kendisinin bir tür fetişize edilmesi söz konusu. Genel çerçevede anlatı açısından baktığımızda silah kullanmanın ‘haklı’ görülebileceği bir bağlam var. Ancak örneğin filmin ortalarında yer alan sokak düğünü sahnesinde gerçekleşen kutlamada katılımcıların havaya silah sıkışlarının çekimlerinin de silahı normalleştiren bir biçimde oluşu, filmde silah kullanımının salt ‘haklı’ görülebilecek bağlamlarla sınırlı olmadığını, hatta tersinden ifade edersek silahı ‘meşru’ bağlama oturtan anlatının da silahın fetişizasyonu için vesile olduğunu ele veriyor.

Sıfır Bir’ı salt bu silah fetişizasyonu noktasına indirgemek istemiyorum; bu yönüne işaret etmek istememin sebebi, gözden kaçmaması gerektiğini inanıyor olmam. Sıfır Bir’in hem ‘hakkının teslim edilmesi’, hem de enine boyuna tartışılması gereken daha başka yönleri de var. Bu arada geçerken belirteyim ki bir filmde “aşırı” (!?) sert şiddet sahnelerinin perdeye gelmesinin kendisinin eleştirilmesini, filmleri izlemeye yaş sınırlandırması getirilmiş olduğu koşullarda abes bulurum şahsen; önemli olan perdeye gelen şiddetin sertlik düzeyi değil izleyiciyi hangi duygu ve düşünceye yönlendirmeye dönük olduğudur. Öte yandan varoş gençliğinin kimi meşum özelliklerinin, Sıfır Bir’de filmin karakterlerinin haksızlık karşısında “herkes sussa, biz susmayacağız” (**) diyerek ölümü göze alan kahramanlar konumuna getirilmesi üzerinden nasıl bir alımlanmaya teşvik edildiği ise başlı başına bir yazı konusu olmayı gerektiriyor; filmin en çapraşık, tartışmaya en açık ve muhtemelen en çok tartışılacak yönü bu olsa da bu yazıyı daha fazla uzatmama adına bu konuya burada girmeyeceğim.

Sıfır Bir’ın üzerinde konuşmaya, yazmaya çok malzeme vermesini sağlayan yönü ise sanırım – belki anlatısını bağladığı nokta hariç – oto-sansüre yönelmeden yapılmış bir film gibi durması, üstelik yerleşik sinema çevrelerinin dışında bir çevreden gelirken günümüz yerli sinemasının konvansiyonlarına, ‘adabına’ adapte olma gereği duymamak da dahil bu oto-sansüre yönelmeme durumuna.

(*) Filmin adı jenerikte ve afişlerde S1 F1R B1R olarak geçiyor ancak yapımcıların kendi paylaşımları dahil pek çok diğer mecrada Sıfır Bir olarak yazılıyor; dolayısıyla bir filmin ‘gerçek’ adını saptamak için jeneriği temel olan uluslararası teamüle aykırı olsa da göz yormadan okuma kolaylığı açısında ben de bu yazıda Sıfır Bir şeklindeki yazımı tercih ettim.

(**) Fragmanda da yer verilen bu ifadenin son sözcüğü başkarakterin ağzından “susmayacaz” olarak duyulsa da filmin afişinde her nedense “susmak” olarak yazılıyor: “herkes sussa, biz susmak!”