Şeref blöfü

AKP/Saray Rejimi, neo-faşist bir iktidar biçimidir ve faşizmin tüm türleri süreklileşmiş bir savaştan beslenir. O nedenle, Recep Tayyip Erdoğan iktidarının emekçilere, Kürtlere, Suriye’ye düşmanlık üzerine yürüttüğü politikası aslında bir bütünün birbirinden ayrılması mümkün olmayan parçalarıdır. 

Gündelik politik söylemde, emekçilerin karşı karşıya olduğu yıkımı teşhir etmek, halk örgütlenmesinin ayaklarını bu zeminde inşa etmek doğrusudur ancak bu, iktidarın dışarıda ve içeride düşmanlar yaratma politikasındaki bütünlüğü gözardı ederek de yapılamaz. 

Saray Rejimi, bu “topyekûn savaş” politikasında kimi kozlara sahip. Kamu kaynaklarını sınırsız şekilde kullanabilme gücü bunlardan biri örneğin. Bu kozun, hem içeride hem de dışarıda Saray’ın elini ziyadesiyle rahatlattığı söylenebilir. 

Uluslararası arenada Arap coğrafyasında İhvan hareketi üzerindeki hamilik, ABD’nin “ılımlı İslam” doktrinini AKP Türkiyesi üzerinden desteklemesi, Körfez (son dönemde Katar) sermayesiyle kurulan ilişkiler gibi kozlar uzun süre iş gördü. Yukarıdaki bütünlük akılda tutulduğunda, söz konusu avantajların aynı zamanda iç politikada da AKP’nin işine yaradığı açık. 

Sahte Rusya kartı

Saray Rejimi, son dönemde yine uluslararası arenada elindeki iki karta çok güvendi. Birincisi çok geleneksel olsa da, konjonktüre uygun düşen Rusya kartı… Türkiye sermayesinin Batı’ya bağımlılığı, ülkenin NATO’ya üyeliği gibi faktörler verili olsa da, AKP iktidarı ABD ve Avrupa Birliği’ne Rusya ile kimi kritik başlıklarda ortak hareket edebileceği izlenimi vererek çeşitli tavizler koparma arayışına girdi. Bu kartın yeterince güçlü olmadığı, altının boş olduğu açıktı ama özellikle iktidarın ve NATO müttefiklerinin kopardığı yaygara, ortada büyük bir çatışma olduğu şeklinde bir yanlış düşünceye neden oldu. AKP’ye ikinci kez “Yetmez ama Evet” desteği veren ulusalcılar ve “anti-ABD” söylemden etkilenen “sözde solcular” böylece stepne haline getirilmiş oldu. 

Göçmen kozu

Elde tutulan ikinci kart ise özellikle Avrupa açısından görece daha sahici ve ürkütücü olan “göçmenler” idi. Tayyip Erdoğan geçen hafta çok konuşulan toplantı konuşmasında bunu, adlı adınca “koz” olarak da tanımladı. Burada, meselenin Türkiye kamuoyunda da çokça tartışılması, “ırkçılıktan” beslenen “göçmen karşıtlığı” da kartın iç politikadaki değerini artırıyordu. 

Özellikle son dört yıldır sürekli hatırlatılan, bu iki göreli üstünlük, kullanılacağı anı bekliyordu. Düşünüldüğü gibi, dananın kuyruğunun koptuğu an, İdlib meselesi oldu. 

İşte bu noktada, NATO Suriye’ye davet edilerek birinci kartın ne kadar boş olduğu bir kere daha anlaşılmış oldu. Ama eş zamanlı olarak göçmen kartının da masaya sürülmesi, tüm elin açık edilmesi anlamına geliyordu. Muhtemelen Saray’daki, elindeki bu göçmen avantajını “altın yumurtlayan tavuk” olarak görüyor. Ama rakamlar ve şu ana kadarki tavırlar tam böyle söylemiyor. 

Sınırların açılmasıyla birlikte Türkiye ile Yunanistan arasındaki bölgede bulunan insan sayısının öyle Süleyman Soylu’nun (SS) söylediği gibi 100 binler değil binlerle ölçüldüğü biliniyor. Dahası, Avrupa’nın kirli siyaseti de Erdoğan’ın bu şantajına karşı boyun eğmek istemediğini gösterdi. Aynı Saray’daki gibi, onlar açısından da insani değerlerin hiçbir hükmü bulunmuyor. Gerekirse Yunanistan veya Türkiye sınırına asker yığarak bu sorunla baş etmeyi daha uygun bulabilirler. 

Bakmayın George Soros’un dünkü zorlamasına… Avrupa Birliği, diplomatik yollarla sıkıştırmak dışında şu an Rusya ile köklü bir restleşmeyi kaldıracak bir iç bütünlüğe sahip değil. 

Ve blöf…

Bugün Moskova’da kritik bir görüşme olacak. Türkiye’nin Rusya ile, Rusya’nın da Türkiye ile sıcak savaşı birinci alternatif olarak görmediği açık. Erdoğan, muhtemelen kendisine başı dik bir şekilde geri adım atabileceği bir yol bulmayı zorlayacak. Böyle bir yol, böyle bir alan var mı, bulunabilecek mi henüz bilmiyoruz. 

Dahası, son harekâtın toplumsal desteğinin zayıf olduğu görünüyor. Yani karşımızda, Suriye cephesinde sıkışmış, Batı’ya karşı kozlarını kullanmış, içeride ekonomik yıkım ve tutarsızlıklar nedeniyle inandırıcılığını yitirmiş bir Erdoğan var. 

İşte dün Meclis’te başlayan “şeref tartışmasını”, Erdoğan’ın “iç cephe” açma çabalarını, gazeteci tutuklamalarını, “Savaşa Hayır” yasağını bu bağlamda değerlendirmek gerek. Dört koldan sıkışan rejim için tutunacak son dal, içeride baskı ve şiddeti artırmak ve Erdoğan’ın “şerefi, haysiyeti”… Saray Rejimi için faşizmin dozunu artırmak Suriye'deki sıkışmayı aşmaya yardımcı olabilir, sözümüz yok. 

Ya diğeri…

Madem kart oyunlarından gidiyoruz, onlarla bitirelim. Pokerde elinizde değerli hiçbir kart olmadığı halde bahisleri yükseltmeye blöf deniyor… 

Erdoğan’ın dün başlattığı şu “şeref, haysiyet” tartışması sadece beceriksizce yapılan bir blöfü andırıyor. Ötesi değil…