Sen neden doğurmuyorsun?

Anne olmayan kadınlar anormal, isyankar, bir kadının sahip olması gerektiği düşünülen meziyetlere sahip olmayan kadınlar olarak tanımlanıyor. Anneliği reddeden kadınların, eksik ve yarım kadınlar olduklarını söyleyenlerin tavırları ataerkil toplumlarda gönüllü çocuksuzluğun nasıl algılandığını özetliyor.

Hayat, kadınlar için hep zordur. Fakat belli bir yaşa gelen kadınlar için biraz daha zor olabiliyor. İlk gençlik yıllarında “Aman, bir erkekle ilişkin olmasın!" diye baskılanan kadın, ilerleyen yıllarda "Neden hayatında biri yok?", "Neden evlenmiyorsun?", "Neden çocuk yapmıyorsun?" gibi başka bir toplumsal baskı ile karşı karşıya kalabiliyor. Kadınlara nasıl yaşayıp nasıl görünmesi, ne kadar yiyip ne kadar konuşması gerektiğini kendince belletmeye çalışan erk "Annelik, en kutsal kariyerdir," diyerek kadının kaç çocuk doğurması ve nasıl bir anne olması gerektiğini de zorla kabul ettirme derdine düşüyor.

Kadın bedeni, hayatı ve annelik olgusu kapitalist sistemin öncelikli müdahale alanı haline geldiğinden, kadın 'ideal anne' düsturuyla sistemin çarkları arasında sıkıştırılmaya çalışılıyor. Hamilelikle başlayan şu yenir, bu yenmez, öyle nefes alınmaz diktesiyle baş gösteren ve şöyle yedirilir, böyle uyutulur, öyle yetiştirilir mi hiç? tarzındaki modellemeleriyle kadınların kafalarını allak bullak ederek kadını evin içine çekmeye, üretim hayatından koparıp salt tüketimin parçası haline getirmeye hevesli iktidar, evde yoğurt mayalamayıp ekmek pişirmeyen anneye suçluluk duygusu aşılamaya çabalayıp çalışma hayatındaki varlığını sürdürmesine engel oluyor.

Sonuçta  kadın sistemin dayattığı süper anne modelini benimsiyorsa annelikten sonra kadına ne yazık ki hayat yok. Halbuki tazelenen beden ve dimağla kadının çok daha başarılı ve verimli olması mümkün. Ancak esnek çalışma koşulları gibi güya iyilik timsali reformlar düzenlenerek kadının üretimdeki adı baltalanmaya, kutsallık ve fedakȃrlık göklere çıkartılarak kadının özgürleşme yolu tıkanmaya devam ediyor. Çocuk bakımı - ev işleri - çalışma hayatı üçgeninde sıkışıp kalan kadın ancak evi çekip çevirdiği, mutlu bir koca ve harika çocuklar yarattığı takdirde yüceltiliyor. Çünkü kadın bu başarıya imza atarken nerede susup nerede konuşacağını, ne yapıp ne yapmayacağını harfiyen biliyor, bunlardan birinde aksama yaşanması halinde vicdan azabından ölüyor!

Tabii sisteme direnen, çocuk doğurma yaşına gelmiş, doğurgan olan, çocuk doğurmamayı isteyerek seçen, bu kararını doğurganlıkları devam ederken, erken yaşlarda veren, asırlardır kutsanan annelikten ve beraberinde getirdiği her şeyden vazgeçen kadınlar da var. Anne olmak istemeyen kadınların ortak noktası, çocuk sahibi olmayı doğal olan değil, bir tercih olarak görmeleri ve kendilerini toplumun beklentilerini yerine getirmek zorunda olan bireyler olarak hissetmemeleridir. Genelde kadının kariyer yapmak ve özgürlük uğruna ya da bencillikten & sorumsuzluktan anne olmaktan vazgeçtiği düşünülüyor toplumumuzda. Halbuki dünya kaynaklarının hunharca tüketildiğini, iklim krizinin ciddi bir sorun olduğunu ve bu dünyaya bir insan daha getirmenin mantıklı olmadığını, ülkenin siyasî ve ekonomik ikliminin yıpratıcılığını biliyoruz. Dahası sahipsiz onca çocuk varken, çocuk büyütmek okul peşinde yarış atı yetiştirmekle eşdeğer hale gelmişken, çocuğun sorumluluğunu paylaşan hiçbir sosyal düzen, sağlık, eğitim sistemi yokken, insanlar neden çocuk yapar?

Ünlü tarihçi Sarah Knott "Anneliğin Sıra Dışı Tarihi" adlı kitabında bugünden yola çıkarak başka çağlarda ve başka coğrafyalarda nasıl annelik yapıldığını araştırıyor. Günlükler, mektuplar, raporlar, mahkeme kayıtları, davranış kılavuzları, giysiler ve nesnelerin yanı sıra kişisel deneyimleri de aktararak alternatif bir annelik anlatısı ören Knott, çocuk sahibi olmama fikir ve tercihini ve bunun gerekçelerini de bu anlatıya dahil ediyor. Sayaka Murata ise "Dünyalılar" adlı etkileyici ve bir o kadar da rahatsız edici romanında, Natsuki adlı kahramanın özellikle annesi tarafından dışlanmasını, çocukken yaşadığı travmatik deneyimin ardından kendine göstermelik bir hayat kurmasını, 'fabrika' diye isimlendirdiği toplum / sistemi nasıl görmezden gelmeye çalıştığını anlatıyor. Natsuki, normalmiş gibi davranarak elinden geldiğince hayatta kalmaya çalışıyor. Ancak Natsuki’nin ailesinin talepleri artıyor, arkadaşları neden hâlâ bir çocuk doğurmadığını sorguluyor ve Natsuki’nin küçüklüğünden kalan travmalar yavaş yavaş gün yüzüne çıkarken çocuk doğurmamayı bir tercih olarak görmekten vazgeçmiyor.

Ataerkil toplumlarda annelik, 18. yüzyıla kadar kadının doğasının doğal sonucu olarak ortaya çıkan bir süreç olarak tanımlanıyor. 18. yüzyıldan itibaren de hem kadın için en doğal olan hem de kadını toplumun takdir ettiği meziyetlerle donatan bir süreç olarak tanımlanmaya başlıyor. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin yasalar ile güvence altına alındığı ama ataerkil örüntülere sahip toplumlarda, çocuk doğurmamayı seçmek olumsuz algılanıyor. Çünkü doğal, normal ve ideal olan anne olmaktan geçiyor. Her şeyden önce bu bir tercih olarak görülmüyor. Anne olmayan kadınlar anormal, isyankar, bir kadının sahip olması gerektiği düşünülen meziyetlere sahip olmayan kadınlar olarak tanımlanıyor. Anneliği reddeden kadınların, eksik ve yarım kadınlar olduklarını söyleyenlerin tavırları ataerkil toplumlarda gönüllü çocuksuzluğun nasıl algılandığını özetliyor.

Künye:

- Anneliğin Sıra Dışı Tarihi, Sarah Knott, Çev: Merve Öztürk, Mundi Kitao, 2023.

- Dünyalılar, Sayaka Murata, Çev: Alper Kaan Bilir, İthaki Yayınları, 2023.