Sağı ürkütmeyecekmişiz…

AKP ve MHP’nin başını çektiği Saray Rejiminin yıkılışı gerçekten de sağın ürkmemesine mi bağlı?

Son günlerin popüler iddiası: “Sağcıları ürküttüğünüz için AKP yeniden kazanabilir.”

Saray Rejiminin yollarını döşeyip sonra dışına itilenler, şimdi muhalefeti dizayn etmeye çalışıyor. Bunu yapmak için de sosyalist siyasetin “üslubunu” hedefe koyuyorlar.

Bir tür ılımlılaştırma, uysallaştırma operasyonu

Türkiye siyasetinde rüzgarın soldan yana estiğini söylemek elbette yanlış bir değerlendirme olacaktır. Ama toplumsal meşruiyetini büyük oranda kaybetmiş iktidar karşısında sosyalist siyasetin artık bir referans noktası haline geldiğini, standart belirlediğini iddia etmek hiç de abartılı olmaz. Helalleşme söyleminin karşısına hesaplaşma çizgisinin çekilmiş; kamulaştırma, laiklik, özgürlükler, adalet gibi başlıklarda taviz verilmemiş olması işi bu noktaya getirdi.

İyidir…

Yazının başındaki önermeye geri dönelim.

AKP ve MHP’nin başını çektiği Saray Rejiminin yıkılışı gerçekten de sağın ürkmemesine mi bağlı?

Burada kastedilen, muhalefet cephesinin şu ana kadar sağ partilere oy vermiş yurttaşlarımıza hitap edebilmesi, onları kazanmaya çalışması olsa, “doğru” der geçeriz. Hatta, yalnız muhalefet cephesi açısından değil, sosyalist siyaset açısından da bu kaygının gözetilmesi, şu ana kadar ulaşılamayan kesimlerle ilişki kurmaya çalışılması acil bir ihtiyaç. Saray Rejimi’nden kurtuluş, iktidara karşı oluşan öfkenin, yeni bir düzen kurmaya kapı aralayan taleplerle buluşturulmasına bağlı. Kararlı bir toplumsal muhalefetin oluşturulmasına, direncin kuvvetlenmesine, halkın siyasetin aktörü haline getirilmesine bağlı…

Oysa niyetin bu olmadığını biliyoruz. Siyasal İslamcılıkla kavga edilmesin, hesaplaşma/yargılama ifadeleri kullanılmasın, Abdullah Gül’e kötü söz söylenmesin diye uzayan bir talepler dizisi var karşımızda. Karar gazetesinde Yıldıray Oğur’un son yazısı, bu tezlerin özeti niteliğinde.

Oğur’un yazısına hak ettiğinden fazla değer biçmeye gerek yok. Dün olduğu gibi bugün de misyonunu yerine getiriyor. Öte yandan, Oğur’la sınırlı olmayan, hatta düzen güçlerinin gelecek perspektifine ışık tutan bir yönelim, üzerinde durulmayı gerektiriyor.

Sermaye düzeninin Saray sonrası dönem için tuttuğu projeksiyonda, kendisi açısından güvenilir yeni bir sağ merkezin inşa edilmesi de bulunuyor. Sedat Peker’in ifşaları, İYİP’e açılan alan, Ümit Özdağ, Ali Babacan gibi isimlerin kapladığı yer birlikte düşünüldüğünde, bu inşanın kodları da ortaya çıkıyor. Politik çıktısı ne olur bilinmez ancak bu sütunun inşası tamamlandığında, gerisi daha rahat halledilir diye düşünülüyor olmalı.

Dahası, bu projeksiyon, Saray Rejimi’ni yıkmak için balyoz tutan/tutabilecek kesimlerin de ehlileştirilmesini gerektiriyor. “Öfke nöbeti geçirme, sakinleş ve makul olana gel” deniyor.

Aslında, sosyalistlerin ortaya koyduğu talepler, mücadele ve siyaset üslubu, AKP kadar bu yeni projenin sahiplerini de ürkütüyor. Zira, Saray Rejimi’nin çöküşünün açığa çıkarmakta olduğu enerji hayli yüksek. Eşitlik, özgürlük, laiklik, adalet ve hesaplaşma isteyen bu enerji, Saray sonrasının kırılganlığına, olası istikrarsızlığına şiddetli darbeler vurabileceği hesap ediliyor.

Bu tablo, sol siyaset açısından farklı biçimlerde yorumlanabilir.

Bir yorum, apolitik bir radikalizm ile bezeli. Toplumsal ölçekte siyaseti ihmal ediyor.

Diğer bir yorum, “restorasyon” tezlerinde kendini gösteriyor; AKP iktidarından ve yeni sağ merkezin inşasından çok, sosyalist siyasetin etkileyebileceği özgürlük ve adalet isteyen kesimlere hadlerini bildirmekle ilgileniyor.

Üçüncü bir yorum ise muhalefet cephesinde kurduğu söylem üstünlüğünü, toplumsal bir güce dönüştürme derdinde. Bu kırılgan tabloda, gündelik mücadele ve seçim hedeflerini bir potada eritip gerçek bir siyasal alternatifin yaratılması ihtimalini görüyor.

AKP veya yeni sağ merkez projesinin sahipleri ürküyorsa, bir sebebi olmalı…