Ritmi yakalayabilmek için bilim kitapları

Binlerce yıldır insanlar bilmediklerinden korkup tapınmaya başlıyor. Sonra ortaya çıkan dinci gericiliği, toplumun egemen gücü bir biçimde kullanıyor. Sonuç, sömürü ve baskı.

Anlatmıştım, kitap yazılarımı on beş gün içerisinde okuduğum kitaplar üzerinden, belirli bir ritim içerisinde hazırlıyorum. Deprem sırasında bir yazıyı atlamam gerekince düzenim bozuldu, okumaya ara vermediğim için de elimde hazır olarak bekleyen yazı sayısı arttı. Çözüm çok kitaplı bir yazıyla, yani bir aylık okumanın sonucunu yazarak, eski ritme dönmekti. Kısmet bu haftayaymış. Elbette ritmi yakalama işi sadece mekanik değil, keyfimin ritmi için de bilim kitapları okumam gerekiyor.

TÜBA’nın Türkiye Bilim Raporu’nu elime aldığımda, doğrusunu söylemek gerekirse önyargılıydım; ‘AKP döneminde ne gibi önemli atılımlar yapıldığını’ anlatan bir tür propaganda metni bekliyordum. Ufuk Akçiğit ve Elif Özcan-Tok’un hazırladığı rapor daha başından bana ilginç gelmişti çünkü anımsarsınız Akçiğit aynı zamanda CHP’nin vizyon toplantısının da konuşmacıları arasındaydı. Sanırım AKP ile CHP arasındaki siyasal birliği yakalamıştım(!) Evet, rapor ilginçti ama benim düşündüğüm anlamda değil; yazarlar “özellikle 2006 yılından itibaren tüm bilim bulgularında gerileme” olduğunu lafı dolandırmadan net bir biçimde söylüyordu. Biliyorsunuz, 2006 ‘AKP’nin her ile bir üniversite’ kampanyasına (başka sözcük bulamıyorum) denk gelir.

Rapor esas olarak ’Scopus’ ve ‘MAG’ gibi basılı yayınları izleyen sistemler üzerinden yapılmış. Böyle olunca, bilim raporu değil de yayın raporu demek daha tanımlayıcı olacaktır. Ama yayın kalite ve sayısı diğer tüm parametrelerle koşut gittiği için, kolay ve doğru bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Akademisyenlerin genellikle sadece akademik yükselme dönemi öncesi bilimsel çalışmaya yönelmesi, yapılan çalışmaların nedenini göstermesi açısından önemli bence.

Süreç nasıl ilerledi bilmiyorum ama TÜBA da rapordan çok hoşnut olmamış ki, sonuna koyduğu ’değerlendirme’ yazılarıyla, “aslında olumlu gelişmeler de var” diyerek durumu toparlamaya çalışmışsa da bana sorarsanız yapamamışlar, gerçekler gizlenememiş.  Son bir not, değerlendirme yapanlardan birisi Milli Eğitim Bakanı Özer; o tarihte bakan yardımcısıydı.

KÜNYE: Türkiye Bilim Raporu. Ufuk Akçiğit, Elif Özcan-Tok. TÜBA Yay., 2020. Satılmıyor, Akademi sitesinde PDF'i var.

Resmî kurumların tüm yayınları, Türkiye Bilim Raporu gibi sadece uzmanlara yönelik değil; popüler bilim kitapları da basıyorlar. Bu biçimde TÜBİTAK’ın çok sayıda kitabı var ama son zamanlarda şekil değiştirdiğini söyleyebilirim. Örneğin Ebubekir Ayan’ın hazırladığı TÜBİTAK MAM’ın Doğuşu gibi. MAM’ın açık hali Marmara Araştırma Merkezi. Bu tür merkezler bilimin gelişmesi açısından önemli. 1963 yılında TÜBİTAK’ın hemen ardından kurulmuş ancak MAM ismini 1990 yılında almış. Kitap kurumu anlatmaktan çok, kuruluş toplantı tutanaklarından ilerliyor. Böyle olunca bazı belgeleri yayınlamak için hazırlanmış gibi duruyor. Ayrıca dili epey eski ve anlatımı akıcı değil. Sonuçta, bence merkezin kuruluşunu popüler yazıma uygun biçimde anlatmıyor. Meraklısına Vural Yiğit’in ‘Marmara Araştırma Enstitüsünün Kuruluş Öyküsü’ isimli kitabını önerebilirim. Ayan’ın bu konuda yazılmış tek kitap olan Yiğit’in kitabına kaynakçasında yer vermemiş olmasını da anlayamadığımı belirtmeliyim.

KÜNYE: TÜBİTAK MAM’ın Doğuşu. Ebubekir Ayan. TÜBİTAK Yay., 2020. Liste fiyatı 18 TL.

TÜBİTAK gecikmeyle de olsa Aziz Sancar’ın Kendi Kaleminden Hayatı ve Bilimi’ni bastı. Bilim Nobel’i alan Türkiye kökenli birisi hakkında daha önce kitap çıkartmasını beklerdim. Öyle ya, her yıl birileri Nobel almıyor ki bu ülkeden. Belki de Orhan Bursalı’nın hemen yayınladığı kitap (1) nedeniyle beklemişlerdir. Neyse, Sancar’ın yaptıkları olağanüstü yaratıcılık, bilgi birikimi ve emek isteyen çalışmalar ve katkısı sadece tıp alanıyla sınırlı değil. (2) Zaten bu yüzden, tıp/fizyoloji Nobel’i alması beklenirken kimya dalında almıştı bu ödülü. Ben Nobel bilim (Fizik, kimya, tıp/fizyoloji) ödüllerinin tümünün hak eden kişilere gittiğini düşünüyorum. Belki, ‘şu kişi neden almadı’ denilebilir ama asla ‘şu kişi neden aldı’ denilemez. Kitaba dönersek, eğer Aziz Sancar’la ilgili tek bir kitap okumayı düşünürseniz, önerim Bursalı’nın yazdığı. Ancak TÜBİTAK’ın kitabında Sancar’ın Nobel dersinin bulunduğunu not etmeliyim. 

KÜNYE: Aziz Sancar’ın Kendi Kaleminden Hayatı ve Bilimi. Çev.: Mehmet Öztürk, TÜBİTAK Yay., 4. baskı, 2022. Liste fiyatı 32 TL.

Nobel deyince bir tür şehir efsanesine değinmek gerekiyor. Demek istediğim Alfred Nobel’in, geliştirdiği dinamitin insanlara verdiği zarardan büyük üzüntü duyup bu ödülleri koyduğu efsanesi.  Vefa Kurban’ın Nobeller, Nobel Ödülü ve Bakü Petrolleri isimli kitabında yazdığı gibi, Nobel ailesi dünya ölçeğinde büyük bir silah tüccarı. Sermaye birikimlerinde Bakü petrollerinin önemli katkısı olmuş, hatta Kurban, Bakü’ye gelen ilk yabancı yatırımcılar olduklarını söylüyor. İlk kez Kırım Savaşı’nda Osmanlıların da içinde bulundukları müttefiklere karşı Nobel üretimi deniz mayınları kullanılmış. 1870 Prusya Savaşında da nitrogliserinin (dinamit) Fransa’ya girişini sağlamışlar. Sonrasında savaş topu üretimine girip bu işten de büyük paralar kazanmışlar. Alfred Nobel’den sonra da ailesi bu işi sürdürmüş. Ta ki Ekim Devrimine dek. Devrim sonrası, yabancı şirketlerin kamulaştırılmasıyla birlikte Nobel ailesi de gerileme dönemine girmiş. Bu şirketler Avrupa’da bir araya gelip Sovyet petrolüne karşı boykot komitesi kursalar da, sonradan bunun ‘çok zaman alacağını’ düşünüp askeri müdahale örgütlemeye yönelmişler. Demek istediğim, Nobellerin asla silah ticaretinden rahatsız olmadığı.

Alfred Nobel’in vasiyetiyle 1900 yılından itibaren beş dalda (yukarıda saydıklarıma ek olarak edebiyat ve barış) ödül verilmeye başlanır. Ekonomi Nobel’i sonradan, 1969’dan beri İsveç Merkez Bankası girişimiyle veriliyor.

Nobeller, Nobel Ödülü ve Bakü Petrolleri güzel bir kitap ama iki sorunu var bence. İlki, yazarın Türkçesi akıcı değil (Kurban, Azeri asıllı). İkincisi ise kitabın düzeniyle, dengesiyle ilgili; örneğin petrolün sözcük anlamından başlayıp, günümüze dek Azerbaycan petrolünün durumu ayrıntılı olarak anlatılmış. Bence konu bütünlüğünü bozuyor.

KÜNYE: Nobeller, Nobel Ödülü ve Bakü Petrolleri. Vefa Kurban. Yeditepe Yay., 2013. Liste fiyatı 100 TL.

Bilimde şehir efsanesi denilince herhalde akla önce ‘ilaç şirketlerinin kanserin ilacını bulduğu ama bunu gizli tuttukları’ gelir. Elbette bunu destekleyecek hiçbir bulgu yok elimizde ve zaten bu yüzden şehir efsanesi diyoruz ya. Ancak bunu söylemem ilaç şirketlerinin tümüyle masum olduğu anlamına gelmemeli çünkü firma destekli çalışmalarda sonucun olumlu olma olasılığının daha fazla olduğu bilinen bir gerçek. (3) Goldacre Kötü İlaç isimli kitabında konuyla ilgili çok sayıda örnek veriyor. Burada tipik bir ‘parayı veren düdüğü çalar’ durumu söz konusu.  İlaç firmaları, evet, uydurma veri sunmuyorlar ama işlerine gelmeyen verilerin de yayınlanmasını engelliyorlar. Şöyle anlatayım, diyelim bir firmanın piyasada çok satan bir ürünü var ama patent koruma süresinin sonuna gelinmiş. Hemen yeni ancak bir öncekine çok benzeyen ve elbette daha pahalı bir ilaç çıkartılıyor piyasaya. Her iki ilaç karşılaştırıldığında aralarında önemli bir fark bulunamıyor. Bu durumda mantıken ucuz ve hakkında daha fazla deneyim birikmiş olan eski ilacın kullanılması gerekirken, bazı veriler ortadan kaldırılıp, yeni ilaç daha iyi gibi gösteriliyor. Sonuçta hastaya zararlı bir ilaç kullanılmıyor ama firmaların kârı artıyor. Çözüm elbette tüm verilerin olduğu gibi yayınlanması. Ama bu durum da şirket kârını düşürür, üstelik patent koruması kalkınca kâr iyice azalır. Yine iş geliyor, kâr kavramının ortadan kalkmasına dayanıyor.

Kötü İlaç ilginç bir kitap ama ne popüler bilim okuruna ne de akademisyenlere yönelik; arada kalmış. Ancak öyle bir arada kalma durumu vardır ki her iki kesim de okuyabilir. Kötü İlaç böyle değil, okuması güç; akademisyenler için ciddi bir ayrıntı eksikliği varken, diğer kesim için ise de gereksiz bilgilerle dolu bence. Zorlayarak okunabiliyor ve kitap 450 sayfa civarında!

KÜNYE: Kötü İlaç. Ben Goldacre, Pegasus Yay., Çev.: Özgü Çelik, 2016. Liste fiyatı 150 TL. 

Kötü İlaç’ta anlatılanlar önemli ama bilim tarihinde de çok önemli bir yer tuttuğunu söyleyemem. Bu düşüncelerle Aykut Kazancıgil’in Osmanlılarda Bilim ve Teknoloji kitabına yöneldim. Kitap Adnan Adıvar’ın ‘Osmanlı Türk’lerinde İlim’ini anımsatıyorsa da biraz küçük boyutlusu. Elbette aralarında yorum farkları var ama profesyonellerin dışında dikkat çekebileceğini sanmıyorum. Kazancıgil’in kitabı bir bilgi bombardımanı şeklinde. Arka arkaya Osmanlıdaki irili ufaklı bilimsel gelişmeleri sıralıyor. Bence eksiği, bu gelişmelerle toplumsal ve/veya siyasal bağın yeterince kurulamamış olması. Böyle olunca kitap bir tür ‘liste’ halini alıyor. Yine bunun doğal sonucu, alıp başından sonuna okumaya uygun değil. Ancak el altında bulundurulup, merak edilen yerlerine bakılması gereken bir kitap.

Bence diğer dikkat çekici noktası, sanıldığı veya iddia edildiği gibi Osmanlı’da bilim ve teknolojinin çok ileri olmadığı. Saymayacağım ama geriye doğru bakıldığında akılda kalan bilim insanı sayısı fazla değil. Özellikle altı yüz yıllık bir dönem ve böyle geniş bir coğrafya için.  Hele bir de dünyanın diğer kısımlarıyla karşılaştırınca.

KÜNYE: Osmanlı’da Bilim ve Teknoloji. Aykut Kazancıgil. Daha önce Türkiye Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yay., Ufuk Yay. ve Etkileşim Yay. basmıştı. Kitapçılarda Ketebe Yay. baskısının liste fiyatı 99 TL.

Ancak bu arada çok güzel popüler bilim tarihi kitaplarının da yazıldığını söylemeliyim. Örnekse, Mehmet Sakınç ve Orhan Küçüker’in Çekiç, Mercek ve Yelkovankuşları isimli Türkiye’de doğa bilimleri tarihini anlatan kitabı. Çok akıcı bir dille darüşşifalardan günümüze dek zooloji, botanik ve paleontolojinin gelişimi aktarılıyor kitapta. “Botanik ve zoolojide canlı bitki ve hayvan örneklerinin bulundurulduğu bahçeler araştırmalara kontrol materyali sağladığı için olmazsa olmazdır” düşüncesinden hareketle Has Bahçelerini; II. Abdülhamid için sarayda kurulan doğa tarihi müzesini; katliam yapmayıp, bulduklarını not eden ve bilgi biriktiren avcıları ve daha birçoğunu anlatıyor yazarlar. İş bunlarla da sınırlı değil; Refik Halid’den, Halikarnas Balıkçısına, Ruşen Eşref’ten Sait Faik’e dek pek çok edebiyatçının doğa bilimlerine ilgisini de okuyoruz kitapta. Elbette 1933 Üniversite Reformu ayrı bir yer tutuyor doğa bilimleri tarihinde.

Orhan Küçüker’in daha önce “İstanbul Üniversitesi Biyolojik Bellek Koleksiyonları” kitabını okumuştum. Üniversitenin botanik ve zooloji materyallerini iki cilt halinde sergileyen kitabı da çok sevmiştim. (4) İki kitabın birlikte okunmasını öneririm.

Her şey güzel gibi görünse de yazarlar kitabı şöyle bitiriyor: “Doğa bilimleri bu ülkede tükenmiştir…1940’lı yıllardan başlayarak bilimsel özerkliğini gittikçe kaybeden jeoloji ve biyoloji gibi gözleme dayalı ve yanlışlanabilir, aklı zinde tutan eleştirel bilimler günümüzde tükenmişlik süreci içerisinde hurafe girdabına yakalanmamak için çabalayıp duruyor.

KÜNYE: Çekiç, Mercek ve Yelkovankuşları. Mehmet Sakınç, Orhan Küçüker. İş Bankası Yay., 2022. Liste fiyatı 120 TL.

Bu düşüncelere katılmamak olası değil. Zaten popüler bilim literatüründe bunu görüyoruz. Bilimin Öteki Yüzü isimli kitapta, daha sunuş yazısında “modern bilimin reddi ile iş bitmiyor” sözüyle ‘yetmez ama ret’ gibi bir şey deniliyor. “’Risale-i Nur etütleri’ diyebileceğimiz bir çalışma ortamı içerisinde kaleme alınan bu yazıların…” sonunda “İslam’ın böyle bir uzlaşmaya (bilimle) ihtiyacı var mı?” noktasına geliniyor.

Kitapta sürekli bir öncesini sorarak, bilimin sınırına gelip, deyim yerindeyse ‘tamam işte bundan sonrası tanrıdır’ noktasına varılsa da bilimin her gün geliştiği yadsınamaz bir gerçekken ve bunun tanrının sınırlarını sürekli daralttığı çıkarımına bir yanıt yok. Ben Laplace gibi düşünüyorum: ne doğayı ne de toplumu açıklayabilmek için tanrı hipotezine gerek olmadığı kanısındayım. Şimdi diyebilirsiniz ki, ‘ne olur bilmediklerine tanrı deseler?’  İyi ama iş burada bitmiyor ki, binlerce yıldır insanlar bilmediklerinden korkup tapınmaya başlıyor. Sonra ortaya çıkan dinci gericiliği, toplumun egemen gücü bir biçimde kullanıyor. Sonuç, sömürü ve baskı.

KÜNYE: Bilimin Öteki Yüzü. Metin Karabaşoğlu, Senai Demirci, Yamina Mermer. Daha önce Karakalem Yayınlarından çıkmıştı. Kitapçılarda İz Yay., baskısı var, liste fiyatı 44 TL.

Neyse, bilim politikası, tarihi derken ritmimi yakaladım; hem mekanik hem de hedonik anlamda.

(1)Bursalı O. Aziz Sancar ve Nobel’in Öyküsü. Kırmızı Kedi Yay., 2015.

(2)https://haber.sol.org.tr/blog/bilimin-izleri/izge-gunal/aziz-sancarin-nobeli-163349

(3) Günal İ. Yazım etiği aykırılıkları. Toplum ve Demokrasi, 8:7-22, 2015.

(4)https://ilerihaber.org/yazar/populer-bilim-yazimi-142446