İstanbul Üniversitesi’nde rektörlük seçimi yapıldı dört gün önce.
Ve “biz” kazandık… Raşit Tükel birinci oldu, “biz” kazandık…
Hurafeye karşı bilim, saraya karşı Cumhuriyet,
Taşerona karşı iş güvenliği, piyasacılığa karşı toplumculuk,
İtaate karşı liyakat, liderlik hamasetine karşı özgürlük,
Ve sindirmeye, korkutmaya karşı isyan kazandı.
İstanbul Üniversitesi’nde “biz”, yani Haziran, yani Gezi’yi yaratarak Türkiye’ye yeniden umudu hatırlatanlar, yeniden Türkiye’ye tutunma olanağı yaratanlar… Hepimiz kazandık.
Kısaca anlatayım.
Geçtiğimiz ay rektör Yunus Söylet’in genel seçimde AKP adayı olmak üzere istifası sonrasında, önceki rektör yardımcılarından Mahmut Ak rektör vekili olarak görevlendirildi. Ardından kısa sürede bir “sürpriz” gerçekleşti, 28 Şubat günü YÖK İstanbul Üniversitesi için seçim tarihi belirledi, hem de 12 gün sonrasına! Normal yasal süresiyle altı ay sonra yapılabilecek seçim, bu durumda istifa sonrasındaki 30. gün yapıldı. Üstelik YÖK kararından 2 Mart günü haberimiz oldu ve geriye sadece 10 gün kaldı.
Rektörlük seçimleri üniversite hayatında uzun süredir siyasi iktidarın bir oyun alanı olarak görülüyor. AKP hükümetinin YÖK’te tamamen kendi kadrosunu oluşturması sonrasında rektörlük seçimleri bir muhalefet zemini olma rolünü önemli miktarda yitirdi. Bilenler için tekrar olacak ama kısaca şöyle: Öğretim üyelerinin seçtiği rektör adaylarının ilk altısı, YÖK tarafından üçe indirilip keyfiyetle yeniden sıralanıyor ve Cumhurbaşkanı içlerinden birini rektör olarak atıyor. Dolayısıyla rektörlük “aday belirleme” seçimi, rektörün belirlenmesinde tali bir unsur haline gelebiliyor ‒ki uzun zamandır böyle. Fakat tersinden bu atama zincirine rağmen, bir rektör adayının öğretim üyelerinin güçlü bir şekilde desteğini alması yine siyasi duruma göre önemli olabiliyor.
Hele ki İstanbul Üniversitesi’nde, hele ki 1202 oyla…
En yüksek oy
Evet, Raşit Tükel Türkiye genelinde rektörlük seçim tarihinin en yüksek oyunu aldı. Daha önce Yunus Söylet 2012’de 1208 oy almıştı.
Peki, 1202 neden 1208’den büyüktür?
Seçimde Divan Kurulu toplam 58 oyu geçersiz saydı. 30 civarındaki oy, kağıt üzerine elle yazılan pusulalarda soyadının mesela “TüRkel” vs. gibi imla hatalarıyla yazılması nedeniyle geçersiz sayıldı. Normalde Divan Kurulu’nun bir başka adayı işaret etmediği veya tereddütte yer bırakmadığı durumlarda bu oyları sahibinin hanesine yazması gerekirdi. Bunları eklediğinizde 1208’in hayli üzerine çıkıyorsunuz. Mesele seçimi kazanmak olduğu için kimse bu ayrıntının üzerine gitmedi, Divan’la tartışmaya tenezzül etmedi.
Bir önemi var mı? Bence var…
Var çünkü biriken tepkinin, öfkenin boyutunu gösteriyor. Akademisyenlerin genel olarak statükodan yana davranması kuralı kökten bozulmuş oluyor. Bu anlamda Mahmut Ak’ın bir ilki gerçekleştirdiğini, yıllardır Rektör Yardımcılığı görevini sürdürüp, ardından vekil de olsa Rektör olarak girdiği bir seçimi kaybettiğini söyleyebiliriz. Üstelik önceki rektörün açık desteği ortadayken. “Rektör olarak giren aday rektörlük seçiminin galibidir” kuralına İzge Günal yaptığı bir araştırmada 310 civarında rektörlük seçim sonuçlarını inceleyerek ulaşmış (görüştüğümüzde aktarmıştı). Seçim sonucu bu kurala kökten bir istisna oldu.
Güvenle söyleyebiliriz; Raşit Tükel Türkiye rektörlük seçimleri tarihinde en yüksek oyunu almıştır.
Bir kıssa
Seçimi kazanan psikolojiyi anlamanız için biraz dolaylı bir yol izleyeceğim.
2013 Haziran’ında bölümdeki arkadaşlardan ikisiyle Gezi Parkı’nda karşılaştığımda şaşırmış ve kendime kızmıştım, öncesinde daha sıkı ilişki kurmadığım için. Şaşkınlığımı tepkiyle karşılamışlardı ve “biz zaten bu tip eylemlere katılırız” demişlerdi. “Bu tip eylemler” sözünden daha da artan şaşkınlığımı “Cumhuriyet mitinglerine de katılmıştık” dediklerinde hızla yenmiş, “kızıl meydan” yazısının ne kadar uzakta göründüğünü bir defa daha fark etmiştim.
Gerçekçilik ve olağanüstü durum arasındaki gerilim...
Dört gün önceki rektörlük seçiminde de tahminim başa baş bir sayım süreci sonunda Raşit hocanın ipi göğüslemesiydi. Gerçekçiydi kendimce, tıptan bir aday olmanın avantajı vardı fakat iktidarın işaret ettiği aday değildi. Diğer değişkenler yanında bu iki ters yönlü etkinin statüko sever akademisyenler eliyle bir tür dengeye kavuşacağını kestiriyordum.
Aradaki 300 fark akademisyenlerin artık statüko sevmediğini göstermese de bir olağan üstü duruma işaret ediyor. Tıpkı Gezi’de karşılaştığım arkadaşlarım gibi.
Eğer YÖK ve Cumhurbaşkanı mutat uygulamalarla bu iradeyi göz ardı eder, olağan ötesi durumu küçümserse, benim karşılaştığım gibi sürprizlerden daha fazlasıyla karşılaşabilirler.
Öğrencilerden değil hocalarından bahsediyorum. Öğrencilerine sahip çıkan ve üniversite yönetimine onları da katmak isteyen bir rektöre öğrencilerin nasıl sahip çıkacağını da göreceğiz. Daha bir buçuk yıl önce Haziran’da yaşadıkları taptaze, Deniz’in İstanbul Üniversitesi’ndeki çocukları durumu nasıl değerlendirir, hep beraber göreceğiz.
Sonraki hafta devam edeceğim. Bakalım gelişmeler hangi yönde olacak.