'RAND Corporation' raporuna dair…

COVID-19 günlerinin en önemli siyasi tartışması, “darbe” söylemleri…

Burjuva demokrasilerinde temel kuraldır. Her iktidar ve muhalefet hep birbiriyle uğraşır. Birisi ilk seçimlerde iktidarını korumak için ne denli başarılı olduğunu anlatır. Ötekisi de iktidarı nasıl devirip, yerine umut dolu günleri koyabilmek adına, yapacaklarını ve iktidarın da ne denli başarısız ve beceriksiz olduğunu dillendirir.

Kural, bu memlekette de değişmez. Muhalefetteyken devri sabık yaratılacağı mesajı dahi verilebilirken, eline iktidar gücü geçirildiğinde, ahaliye yana yakıla nasıl bir enkaz devralındığının hikâyesi anlatılır. Bu filim, her sezon vizyondadır ve isteseniz de, istemeseniz de kapalı gişe oynamaya devam etmektedir.

Türkiye’nin geç burjuva dönemi demokrasi tarihi, tek partiden, çok partililiğe ve parlamentarizmden, başkanlık usulüne, bir yığın dalgalanma geçirmiş, bir yandan da askeri darbelerle malul hale gelmiştir.

Şimdi burada oturup, bunlar hakkında tarih yazıcılığı yapılmayacaktır.

Ne ki, şu Korona günlerinin gündemine birden darbe tartışmaları düşmüş ve hem olayları çok sıkı takip etmeyenleri şaşırtmış hem de gündeme nereden düştüğü hakkında bir yığın spekülasyona da neden olmuştur.

***

Neden gündemde böyle bir konu var?

Muhalefete göre ihtiyaca binaen…

Yani, Korona nedeniyle, ağır bir durgunluk yaşayan Türkiye ekonomisinin çevrilemez duruma geldiğini ifade eden muhalefet, iktidarı “darbe söylemi” çıkararak, gündem değiştirmekle suçluyor…

İktidara bakılırsa, muhalefeti, FETÖ'cülükten, PKK’ciliğe kadar, olumsuzlanacak bir siyaset sicili ve maluliyet içinde tanımlayarak, bu nedenle de iktidarı değiştirme aracı olarak şimdi “darbe çağrıcılığı” yaptığı savını gündeme getiriyor… Bunun kanıtını da AKP’nin gidiciliğini vazeden muhalefet sözcülerinin demeçlerindeki ifadelerde buluyor…

Bütün bunlar tartışılabilir; ne ki konumuz bu değil…

***

O zaman bu tartışma neden?

Belki darbe çağrısı notunu şerh olarak düşmüş bir şeyler var da, şimdi başka saikler nedeniyle hatıra geldi ve ondan mı gündem ediliyor diye düşünelim. Ve hadi biraz bunu konuşalım…

***

İngilizce bir sözcük var, duymuşsunuzdur; “think tank”; esasen Türkçe bir karşılığı ”beyin takımı” anlamına kullanılıyor. Doğrudur; pek çok konuda “beyin takımı” niteliğinde analistlerin bir araya geldiği danışmanlık kuruluşlarına da “think tank” kuruluşlar deniyor.

Vikipedi tanımını şöyle yapmış: “Bir düşünce kuruluşu veya politika enstitüsü, sosyal politika, politik strateji, ekonomi, ordu, teknoloji ve kültür gibi konularda araştırma ve savunma yapan bir araştırma enstitüsüdür.”

Şimdilerde de Türkiye’de de bu konularda bir kıpırdanma var. Bu tür düşünce ve araştırma kurumları raporlar yazıyorlar, analizler yapıyorlar falan…

Kime, sadece abone müşterilerine mi? Kuşkusuz yanı sıra devlete de. Devletin istihbarat kuruluşlarının yanında bunlarında payına da düşen roller var.

Dünyada ve özellikle ABD’de, bunların ağababaları da var. Hatta öyle kuruluşlar var ki, Amerikan yönetimlerinin ve devlet aygıtındaki istihbarat faaliyetlerini yürüten kurumların tipik bir sözcüsü veya görünen sivil yüzleri.

***

Bunlardan birisi veya en önde gelenlerinden birisi  “RAND Corporation” dır.

Tarihine bakılırsa, bu kuruluş 1945 yılında faaliyete başlıyor. Bu günler aynı zamanda, İkinci Dünya Savaşının sonlandığı günler ve ABD, dünya patronu olma merasimine de hazırlık yapıyor. O sıralar, Amerikan havacılık tarihinin en önde gelen kuruluşu olan “Douglas Aircraft Company” de ‘Proje RAND’ adında bir girişimle,  ABD Hava Kuvvetlerine araştırmalar ve analizler yapmak amacıyla kuruluyor.

“Pax Americana”nın kuruluşunu simgeleyen dönemin belirgin karakteristiği de “dış politikada gizliliğin bir çalışma anlayışı haline gelmesi”. Örneğin Ford Vakfı bu işin kotarılmasında önemli roller üstleniyor. Ve RAND’ın gelişimine baktığımızda, bu kuruluş, ilerleyen yıllarda, “Ford, Rockefeller, Carnegie ve diğer birçok vakıfla” sıkı ve yaygın işbirliğine gidiyor. Örneğin 1952 de yani Türkiye’nin NATO’ya görünürde koşulsuz kabul edildiği yıllarda, Ford Vakfı'nın başkanı ile RAND Corporation'ın başkanı, aynı kişi…

Kim mi? Sıkı durun, Ford Ailesi 1950'de psikolojik savaşçı Paul Hoffman'ı, 1952'de CIA ajanı Richard Bissel ve 1953'te CIA ajanı John Mc Cloy'u Ford Vakfı Başkanlığına getirmiştir.

Yani, 1952 de CIA ajanı olan Richard Bissel, hem Ford vakfına, hem de RAND’a başkan…

RAND’ın, kurulduğu günden bugüne, yürüttüğü sayısız araştırma var. Analiz sonuçları, askeri ve sivil alana aktarılıyor ve ABD hegemonyasının devamının sağlanması amacıyla, gerçekleşen veya gerçekleştirilecek bütün olasılıklar bu raporlarda tartışılıyor; raporlar adeta bir pusula görevi görüyor.

***

1980’ler küreselleşmenin en somutuyla vazedildiği bir dönemin başlangıcı. Bu dönemin ilk dekatında, Sovyetler Birliği yıkılıyor. Dünya çift kutupluluktan çıkıp, sadece Atlantik Paktı'nın hegemonyası altına giriyor. Başa güreşen daha kısa boylu aktör devletler var. Ama baş patron ABD.

Dünya’nın jeopolitiğinde büyük bir değişim var. SSCB’nin yıkılmasıyla, ABD için, Akdeniz Havzası, Balkanlar, Kafkaslar-Orta Asya ve Orta Doğu sadece SSCB’yi önleme ve kuşatma bölgesi değil, ABD çıkarına geri dönüşümsüz bir nüfuz veya hegemonya bölgesi haline geliyor. SSCB’yi önlemede ayırıcı blok bölge konumunda olan Türkiye’nin önemi, bir defa daha ağırlık kazanıyor ve bu ağırlık 12 Eylül’le beraber yeniden tasarımlanıyor. Yeni ABD stratejisine göre, bu tasarım Türkiye’ye darbeyle giydirilen bir boyunduruk elbisesi oluyor. Bu da uyumu sağlanmasını daha da hızlandırıyor…

Kısacası, bu bölgelerin kesişme noktasında bulunan Türkiye’nin jeopolitiği, 1980 sonrasında bir daha tanımlanırken RAND raporları da bu tanımlamalarda hayli yol gösterici oluyor.

Şimdi bazı adları sıralayacağım. Bunların hepsi bu son kırk yıldır, ABD adına Türkiye siyasetine yön veren kimlikler. Türkiye hem görev ve hem ilgi alanları ve olup biten, gelip, geçenin içinde, iyimser bir söylemle hepsinden bir nebze iz bulmak mümkün. Yoksa izin ötesinde daha güçlü etkileri oldu esasında.

Bakın kimler bunlar:

“CIA ajanları Graham E. Fuller, Paul B. Henze,  Henri J. Barkey, Morton Abramowitz, Alan Makovsky, F. Stephen Larrabe, Ian O. Lesser, Philip H. Gordon, Zalmay Khalilzad, J. F. Brown… Liste uzayıp gidiyor. Bunların kimisi, darbelerin arkasındaki isimler. Türkiye’ye yönelik ABD stratejisinin, bunların yazdığı raporlarla büyük ölçüde yön kazanmış olduğunu biliyoruz. Bunların hepsi, aynı zamanda “RAND Corporation” danışmanları ve analistler.

***

Daha uzatmadan, burada nokta koyayım.

RAND Corporation, bu yıl da Türkiye’ye ilişkin bir rapor yazdı.

Raporun İngilizce Adı: “TURKEY’S NATIONALIST COURSE: Implications for the U.S.-Turkish Strategic Partnership and the U.S. Army.” Türkçesine gelince; “TÜRKİYE’NİN MİLLİYETÇİ ROTASI: ABD-Türkiye Stratejik Ortaklığı ve ABD Ordusu için Çıkarımlar.”

Raporu yazanlar ise şöyle: Stephen J. Flanagan, F. Stephen Larrabee, Anika Binnendijk, Katherine Costello, Shira Efron, James Hoobler, Magdalena Kirchner, Jeffrey Martini, Alireza Nader, Peter A. Wilson. Yeni bir yakın çağ değerlendirmesinde bu analistlerin Türkiye’nin hangi işinde rol kestiğini daha iyi anlarız.

Rapor 243 sayfa. Yani, esasında bir kitap. Yayın merkezi RAND-Arroya Center. Arroya Merkezi, “Rand Corporation” içinde merkez üssü sayılacak bir konuma sahip. Bu merkez, iki işleve sahip: İlki ordunun ihtiyaçlarının sağlanmasına yönelik lojistik-levazım fonksiyonu görüyor. Diğeri de ulusal savunma enstitüsü görevini sürdürüyor; yani Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve diğer savunma kuruluşları için araştırma ve analiz çalışmaları yapıyor; raporlar hazırlıyor. Kısacası, bu kurum, ABD jeopolitik stratejisini yürüten temel bir işleve sahip. Yani buna bir özel şirket gözü ile falan bakılamayacak durumda. ABD’nin görünmez devlet mekanizmasının tam göbeği burası.

***

Gelelim rapora,

Rapor üç ana bölüm ve onların altında yer alan toplamda on bir alt bölümden oluşuyor.

Sıralanışları şöyle:

I. Türkiye'nin Milliyetçi Yönelimi

1. Uzun süreli bir ortaklıkta gerilimler: ABD ile ilişkilerin tarihsel bir değerlendirmesi veriliyor

2. Yerel kutuplaşma, milliyetçilik ve otoriter yönetim: Bu bölüme dâhil edilen tartışma başlıkları arasında da otoriterlik, sivil-asker ilişkileri, askeri kapasite, milliyetçilik, eski ve yeni güvenlik tehditleri inceleniyor.

3. Dış ve savunma politikası: “Sıfır Sorunlardan” “Değerli Yalnızlığa” bölümünde, dış politika ve güvenlik meseleleri irdeleniyor.

4. Türk Silahlı Kuvvetleri üzerindeki etkililik: 15 Temmuz darbesi öncesinde başlayan ordu atama mekanizmalarındaki oynamalar ile 15 Temmuz sonrası FETÖ'cülük tasfiyeleri bu bölümde irdeleniyor.

II. Komşularla İlişkiler

5. Levant ve Orta Doğu: Her yönüyle sorunlar: Irak, İran ve Arap dünyasıyla ilişkilerin değerlendirilmesi bu bölümde yapılıyor.

6. Rusya, Kafkaslar ve Orta Asya: Rusya ila yaşanan ve sürdürülen gerilim ve ilişkilerin tümü, S-400 meselesi, Kafkaslar ve Orta Asya’da özellikle Türkik devletlerle olan ilişkiler mercek altına yatırılıyor.

7. Türkiye'nin Avrupa, Avrupa Birliği ve NATO ile ilişkileri: Avrupa ve AB meselesi ele alınarak, Türkiye’deki NATO üslerine vurgu yaparak, Rusya’ya karşı Türkiye’nin nasıl daha güçlü biçimde NATO’ya konsolide edilme analizleri bu bölümün konusu kılınmış.

III. ABD Dış Politikası, Savunma Planlaması ve ABD Ordusu için Çıkarımlar 

8. İkili Askeri-askeri ve savunma sanayi ilişkilerinin durumu

9. Suriye'nin istikrarı ve gelecekte terörle mücadele çabaları

10. Karadeniz ve Doğu Akdeniz

11. Diğer kuvvet planlaması ve bölgesel konular

Rapor, neredeyse bir roman tadında. Her bölüm okuması, yeni ilgileri veya çağrışımları oluşturabilecek güçte.

Bu yazıyla ilgili en kritik bölüm birinci ana bölümün dördüncü maddesi. Yani ordunun sivil iktidara konsolide edilmesini hikaye eden bölüm.

TSK’nin komuta kademesinin ve terfi mekanizmasının değiştirilmesiyle ilgili iki tarihten söz etmek mümkün. Ergenekon davaları süreci. Bu dönem sonradan, FETÖ operasyonları olarak beyan ediliyor. İikincisi de 15 Temmuz darbe girişiminden sonra FETÖ’cü oldukları saikiyle ordudan ihraç edilen subaylar kütlesi.

Bu raporda buna ilişkin kritik değerlendirme ve afişe edilen görüş esas olarak şu: Ordunun küçük ve orta rütbe subaylarının gidişattan memnun olmadığı ve bu nedenle, bir darbe teşebbüsü olmasının daha ihtimal dâhilinde olduğu…

Çevri cümlesi aynen şöyle:

“…orta rütbe düzeyindeki subayların, askeri liderlikten son derece hayal kırıklığına uğradığı ve darbe sonrası devam eden tasfiyelerle de azledilme endişesi duydukları bildiriliyor. Bu hoşnutsuzluk bir noktada başka bir darbe girişimine bile yol açabilir ve Erdoğan tehdidi ciddiye alıyor gibi görünüyor…”

Bunca hikâyeden sonra, bugünkü darbe tartışmalarının kökeninde bu raporda kelam edilen darbe göndermesine ilişkin bir sıkıntı yatıyor olabilir.

Raporun sadece özetinin okunmasında bile görülen temel olgu, ABD’nin Erdoğan’ı ve Erdoğan yönetimindeki bir Türkiye’nin aldığı pozisyonlar itibarıyla ABD çıkarlarıyla uyuşum içinde olmadığını açıklıkla telaffuz ediyor. Yani Erdoğan, ABD için, bir anlamda, ilk fırsatta ve ilk uygun koşulda gözden çıkarılmış bir lider. Ancak Türkiye’deki ABD aleyhtarlığını açıklıkla vurgulayan rapor, Türkiye’nin hemen sindirilemeyecek kadar büyük olduğuna da vurgu yapıyor. Subay hoşnutsuzluğunun “bildirildiğini söylemek”, “biz içinizdeyiz” demenin analiz ifadesi. Hoşnutsuzluğun başka bir darbe olasılığının nedeni olabilecek bir husus gibi ifade edilmesi, uygun zamanda tekrar denenecektir demenin yeni bir söyleme biçimi.

Türkiye’nin darbeler tarihinden edindiği deneyime göre, ABD’nin izin ya da girişimi olmadığında, bu memlekette bir darbe olasılığının bulunmuyor olması…

Amerikalılar, çalışmalarını, raporlarını falan saklamıyorlar. Hatta bu kitap-rapor satışta. 43 dolara isteyen ciltli kapaklı kitabı satın alabiliyor.

Bu tür raporların açık olmasının nedeni de şu olmalı: Benim niyetimi anlayın ve ayağınızı ona göre denk alın. Yani “büyük birader sürekli gözlüyor”.

Eh Türkiye’nin de istihbarat örgütü var. Belki Fidan’da yeni bir bilgi geçişi yapmış olabilir ve şu Korona günlerinde gündeme düşen “darbe” söylentisi, ondandır diyebiliriz.

Tabii sorulabilir: Neden muhalefete saldırılıyor diye… Kılıçdaroğlu, nereden çıktı bu şimdi, hoppala havasında…

Diyelim ki, iş tamam hoppala da Erdoğan çıkıp şimdi seni gidi ABD diye konjonktürel olarak gürleme noktasında değil. Tabii muhalefete söyleyecek. Yani kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla…

Türkiye’deki yönetim biçimi, sonuçta tek adam-başkanlık rejimidir. Sistemin tekerleği de buna göre dönmektedir. Ülkenin çağdaş ve emekçilerin sömürülmeden yaşayabileceği demokrasiye evrilebilmesi için hep kendi bildiğimiz amentüyü okumak değil, farklı dünyaların olasılık ve seçeneklerini de değerlendirerek meseleleri düşünmek gerekir.

Burada, RAND raporuna ilişkin yazdıklarımın hiçbiri, bu darbe lafının esas nedeni olmayabilir. Ama yazılarak, yani bu da ihtimal dâhilinde denilerek, en azından bu olasılık bir defa değerlendirilmiş oldu…

Darbesiz ve Korona’sız günlere diyelim…

nuriabaci@gmail.com