'Post mortem' siyaset

İktidar partisinin değerli üye ve yöneticileri, yandaş medyada görev yapan “gazatacıları”, duyduk ki, ne yapacağınızı bilemiyormuşsunuz; sistemin iyice daraltılmış, işlevsizleşmiş araçlarının hepsini kullanmış tüketmişsiniz. Köşe yazarından Merkez Bankası’na Governör öneriyor, ertesi gün “alçak dolar yaptı yine yapacağını” diye şaşkın şakın bakıyormuşsunuz. Panik havası her yeri sarmak üzere, “yönetemiyor, ama yönetmekten de vazgeçemiyor” diyorlar sizin için. Size yardım elini uzatmasını beklediğiniz tarikatçı dostlarınız “peki karşılığında ne vereceksin bize” diyorlarmış. Dışardaki şu çok sevdiğiniz lafla “sözde” müttefikler ise taleplerini çoktan önünüze koymuşlar. Birisi “S-400’lerden vazgeçeceksin” derken, öteki “ikinci partiyi ne zaman gönderelim?” diye soruyormuş. Ama fazla da takmayın, mahkûmiyet karşılıklıdır. Üzerler ama öldürmezler. Bu arada hukukçuların söylediğine göre olmadık bir iş yapmış; içerdeki tarikatlara ve partilere söz verdiğiniz için, anayasayı, yasaları, meclisi es geçmiş, “olsa da olmasa da” diyerek İstanbul Sözleşmesi’nin “feshedilmesini” sağlamışsınız. Diyorlar ki, çaresiz ayağınıza dolanacakmış bu iş. “Tek ortak olunca direksiyon hakimiyetini kaybediyoruz, bir iki dişli ortak daha olsa da şu küçük ortağa böyle mahkum olmasak” diyenler de sıkıştırıyorlarmış bir yandan. Ne akıl veren kalmış, ne de akıl verenleri ciddiye alacak haliniz. Öyle diyorlar.

Eski zamanları arada bir özlüyor musunuz, hani şu liberal dostlarınızla can ciğer kuzu sarması olduğunuz zamanları? Şimdi her şey dağıldı, parçaları bütünleştirmek imkansız. Bırakın öyle kalsın onlar; siz iktidarı nasıl koruyacaksınız ona bakın. Size yeni bir hikaye, yeni bir felsefe lazım durumu kurtaracak,  parçalanmış yapınızı değil ama paramparça ruhunuzu  sakinleştirecek, “işte yine buradayız” diyebileceğiniz yeni bir hikaye. Ne yazık ki mümkün görünmüyor, bazı şeyleri yeniden yaşamak neredeyse imkansız, ama farkında mısınız, girdiğiniz yol içinde baskının, zulmün ağır bastığı bir çıkmaz sokakmış meğer. Yakında peşinizden gelenler maişet derdine düşüp ara sokaklarda, arka sokaklarda yitip gidecekler, uzaklardan ise davul zurna sesleri arasında hasımlarınızın kahkahaları geliyor. Halay mı çekiyorlar nedir.

TEK ŞANSINIZ MUHALEFET

Bitti mi yani her şey? Böyle durumlarda hiçbir şey olmamış gibi görünmek,  davranmak gerekir; işte çaresiz, toz kondurmamaya çalışacak, birden bire karşınıza çıkan alaca karanlık geceye dönüşürken ıslık çalarak cesaret toplamaya, pandemiye rağmen topladığınız “lebaleb” kalabalıklarla güçlü görünmeye çalışacaksınız. Üzülmeyin, her şeyin bir sonu vardır. Bütün mesele o sonu bilmekte, ona hazırlanmakta, ısrarda fayda olmadığını kavramaktadır. Ama siz yine de bir umut ışığı görüyorsanız o başka. Haklı olabilirsiniz, her zaman bir çıkış yolu vardır. Tek şansınız, size, politikalarınıza itiraz edenlerin yalnızca itiraz etmekle yetiniyor olmalarıdır; siz gidince ne yapacaklarını bilemiyor gibiler, bilselerdi şimdiki itirazlarının da eti kemiği olurdu, yok. Gitmenizi istemiyorlar sanki, siz çıkmaz sokakta paniğe kapıldıkça, sağa sola saldırıp, olmadık işler yapınca seviniyorlar ama yalnızca seviniyorlar. Söyledikleri sizin ne kadar beceriksiz olduğunuza dairdir, buna o kadar çok inanıyorlar ki, çekip gidersiniz diye de korkuyorlar. İktidar birden bire kucaklarına düşerse ne yaparız diye telaştalar. İşte sizin şansınız da bu. Ama bu şansa da fazla güvenmek doğru olmaz, çünkü birisi giderse o boşluğu birileri dolduruyor önünde sonunda.

Şimdi önemli olan, sizin artık iktidarda kalma, erki sürdürme imkanınızın  çok ama çok azalmış olmasıdır. Para bitti, gerisini söylemeye lüzum var mı, darphanede  basılacak gıcır gıcır paralarla insanları mutlu etmek, seçim ekonomisiyle piyasaları canlandırmak mümkün değil. Kusura bakmayın ama kabahat sizin, başka yollar vardı, bu kadar hırslı olmak gerekmiyordu, fark edemediniz ama “iktidar insanı bozar” dediklerinde bu sözde birazcık gerçek payı olabilir diye düşünseydiniz iyiydi; sonra “itibardan tasarruf olmaz” diye kapıldığınız şatafat halkın artan yoksulluğu karşısında tuhaf kaçtı, fark edemediniz ya da vazgeçemediniz o lüksten, o konfordan, ama o da alışkanlık yapıyor işte.

Size arada bir Carl Schmitt’i hatırlattılar, çok hoşunuza gitti ama keşke onun tuhaf teorilerine bu kadar güvenmeseydiniz. Başka bir zamanın başka koşulların zorbalığının teorisyeni, hukukçusudur o. Bir an size uygun düştüğü kanısına mı  kapıldınız? Daha doğrusu içinde bulunduğunuz çaresizlik içinde umut ışığı gibi mi göründü size?  Onun “dost” - “düşman” ayrımını pek sevdiniz, “Hukukla devletin bekası karşı karşıya geliyorsa  elbette hukuk değil devletin bekası seçilecektir” diyordu ne güzel; sizin karar vereceğiniz “olağanüstü hal” koşullarında devlet, yeni bir hukuk tesis etmesin miydi yani. Ne diyordu muhterem: “Souveraen ist, wer über den Ausnahmezustand entscheidet” yani “Olağanüstü hale kim karar verirse egemen odur.” Kimdir egemen? Sizsiniz işte! Sizdiniz yani!

İKLİM Mİ SICAK HALK MI SIKINTILI

Ama gerçek başkadır; baskının politika olarak işe yarayabilmesinin de koşulları var. Bizim ülkede yasaklardan, baskıdan medet uman iktidarlar uzun süre ayakta kalamıyor, otoriter iktidarların kısa oluyor ömrü. Generaller kaç kere denediler olmadı. Bir şey var; iklimden mi halkın karakterinden bilmiyorum, itirazın yeşil otları hızla büyüyüveriyor, kısa bir süre önce peşinize düşen kitlelerin fikri  bakıyorsunuz bir anda değişivermiş, o zaman sizin içinde bocaladığınız kendinizi sürekli ama fiyatı yüksek bekçisi ilan ettiğiniz sistemin sahipleri de otları uygun ve kendi tarzlarında kesip biçmeye, sizi de suçlu ilan etmeye başlıyorlar.

Sistemin siyaseti olmuyor, siyasetleri oluyor; başkasını buluyorlar hemen, size de yol görünüyor. Panik havası o sistemin gerçek sahiplerinin de hoşuna gitmiyor. Kaygıya kapılıyor, “ya bu kadar üst üste hata sisteme dokunur, usul usul büyüyen direnişler sistemi sorgulamaya başlar, şimdi marjinal görünenler gerçekten sistemi sorgulayan güçlere dönüşürse” diye dertlenmeye başlıyorlar. Olmaz demeyin olur, o zaman muhalefetle pek kolay anlaşıverirler, üstelik sistemin plancıları, programcıları sizin bozduğunuz düzeni, üstelik sizi de “her şeyi berbat edenler” diye damgalayarak, kısa sürede yeniden kurarlar. Birdenbire demokrasi havarisi pozunda çıkarlar milletin, halkın karşısına. Hep öyle oldu. O nedenle kaçınılmaz verdiğiniz güvencelere yenilerini ekleyecek, demek ki grev yasaklamanız yetmemiş onlara, kâr paylarını iyi dağıtacak, ne istiyorlarsa verecek, sistemin sahiplerini gücendirmemeye bakacaksınız.

***

Sizin hikayeyi yazan post modern yazar ya da masalcı da kaçtı gitti bu arada. Bu karmaşık her şeyin paramparça olduğu şu post modern hikayeler size de ne güzel uymuştu; kuralsız, biraz el yordamı, biraz “yapınca oluyor” duygusu. Ama işte sizi yarı yolda bıraktı post modern senaryonun yazıcıları. Bu türden hikayelerin yazarı olmuyor zaten; onlar tıpkı Roland Barthes’in metni yazdıktan sonra, “ölen”, ölmesi gereken yazarına benziyorlar. Post modernciler, hikayelerine sahip çıkan ya da sorumluluk duyarak yazdıklarının peşinden giden kahrolası  “angaje” ya da yazdıklarıyla dünyayı değiştirmek isteyen “Autorları” hiç sevmez, “Autoriter” bulurlar onları. Yazar dediğin yazacak çekip gidecek sonra. Kısacası tıpkı sizin gibi onlar da gerçek ya da gerçekçi yazarlardan hiç hoşlanmıyorlar. Postçular yazdıktan sonra ortadan çekilen, ölen, yazı ile okurun baş başa kaldığı sanal bir edebiyatın teorisyenleridir. Yazı kalır, yazar ölür. Siz asıl olansınız, okursunuz, okuyacaksınız elbette, sonra bir gün “kim yazdı ulan bunu” diye bir ses duyarsınız; o ses duyulduğunda, emin olabilirsiniz, post modernci de ortalıkta görünmeyecek, ya “ben yazmadım” ya da “ben demiştim” ya da “ben öyle dememiştim” ya da “dedim ama öyle mi dedim” “asıl olan metindir, ne varsa kelimelerdedir” diyecek arka sokaklarda kaybolup gidecektir. 

Her neyse bu da başka bir konudur, Orhan Veli’nin sandal sefası gibi onu da sonra anlatırız, şimdi Barthes’in ölüme gönderdiği yazarın değil sizin akıbetinizi merak etmekteyiz. Senaryo nerede peki, elinizde bir metin yok mu, size bir hikaye, bir plan, bir program bırakmadı mı bu postçu kardeşler, gene mi yalnız bıraktılar sizi, gene mi yalnız kaldınız iktidar partisinin sevgili üyeleri, danışmanları, yöneticileri, yandaş medyanın pek muhterem, pek becerikli katipleri...