Piyango kime vurur?

Tayyip Erdoğan’a göre “Allah’ın bir lütfu” olan 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden iki hafta sonra, Başbakan Binali Yıldırım imzasıyla meclise bir yasa tasarısı gönderilmişti. (Şimdilik) başbakanlığa bağlı olan bir “Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketi” kurulacaktı.

Tasarının gerekçesine göre, amaçlananlar arasında, “İslami finansman varlıklarının kullanımının yaygınlaştırılması”nın yanı sıra, “Otoyollar, Kanal İstanbul, Üçüncü Köprü ve Havalimanı, Nükleer Santral gibi büyük altyapı projelerine” (yani her şeyden önce büyük inşaat şirketi sahiplerine) finansman sağlanması ve “yurt dışındaki stratejik sektörlere yasal ve bürokratik kısıtlamalara bağlı olmadan” (yani yasaları çiğneyerek!) doğrudan yatırım yapılabilmesi de bulunuyordu.

Sayıştay denetiminin ve kamu kuruluşlarıyla ilgili yasal düzenlemelerin dışında tutulacak, tümüyle keyfî bir şekilde yönetilecek olan bir şirketten söz ediyoruz.

26 Ağustos tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ve 200 milyar dolarlık bir büyüklüğe ulaşması hedeflenen şirketin gelir kaynakları arasında, özelleştirme kapsamında olup fona devredilecek olan varlıkların ve “nakit fazlası”nın (?!) yanında, “Kamu kurum ve kuruluşlarının tasarrufu altında bulunan ihtiyaç fazlası gelir, kaynak ve varlıklar” da yer alıyor. Nelerin “ihtiyaç fazlası” (?!) olduğuna Bakanlar Kurulu karar verecek.

Yani, kamunun elinde bulunan varlıkların ciddi bir bölümü bu şirkete devredilecek.

Sonra?

Sonrası gerçekten pek hoş... Örneğin:

“Şirket ve Türkiye Varlık Fonu ile Şirket tarafından kurulacak şirketler ve alt fonlar, kamu iktisadi teşebbüsleri de dâhil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan veya özel kanunla kurulan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat, uygulama ve kısıtlamalara tabi değildir.”

“Muafiyet ve istisnalar” başlıklı 8. maddenin 5. paragrafı o kadar uzun ki, okurları yasa metnine yönlendirmek daha doğru olacaktır.

Özetlemek gerekirse, kamu kaynaklarının aktarılması yoluyla kurulan bu şirket, mevcut kamusal denetim mekanizmalarının dışında tutuluyor. Baş(ba)kan ne isterse o oluyor. “Milletin a. koyacağız” diyen patronlara para aktarmanın önündeki her tür engel kaldırılıyor. Çünkü bu şirket, kendi dışındaki her tür yatırım projesine para aktarabiliyor.

“Allah”ın bir lütfu” sonrasında ilan edilen ve düzenli olarak uzatılan OHAL kapsamında geçtiğimiz günlerde çıkarılan bir kanun hükmünde kararnameyle, Milli Piyango, Hemen-Kazan, Sayısal Loto, Şans Topu, On Numara, Süper Loto ve At Yarışı bahisleriyle ilgili her tür hak, yetki vb., 49 yıllığına, Türkiye Varlık Yönetimi Fonu Anonim Şirketi’ne devredildi. İlgili lisansları üçüncü kişilere devretme, yani özelleştirme yetkisiyle!

Yani, devletin önemli gelir kaynakları arasında yer alan kumar gelirlerinin büyük bir bölümü, tümüyle keyfî bir şekilde seçilecek olan sermaye sahiplerine bırakılacak. Seçilmiş birileri bu sayede daha da zengin edilecek.

Sonra, aynı kumar gelirlerinin “Türkiye Varlık Fonu”nda kalan kısmı, Osmangazi Köprüsü örneğinde olduğu gibi, gelir getirmeseler bile yatırımcılarına büyük paralar kazandıracak (ve zararları halk tarafından karşılanacak) olan “mega” projelere aktarılacak.

Anlaşılabileceği üzere, baş(ba)kanımıza göre, “İslami finansman” ile “kumar gelirleri yönetimi”, hiç de uzlaşmaz şeyler değil.

Tabii bu arada, kumar gelirlerinin merkezî bütçe dışında kalmasından kaynaklanan bütçe açığı nedeniyle borçlanma ihtiyacı duyulacak. Peki, yeni borçların faizleri kimin cebinden çıkacak? Elbette, bu katakullilerden para kazananların cebinden değil, halkın cebinden...

Piyangolar hep böyledir. Kime vuracakları başından itibaren bellidir. Her tür kumarhanede olduğu gibi, “kasa” kazanır.

Bir zamanların darbeci Fransız imparatoru Louis Bonaparte, ülkesinin yasalarının “hayır amaçlı çekilişler” dışındaki tüm piyangolarını yasaklamasına karşın, kişisel bütçesini de denkleştirmek için, uydurma bir bahaneyle, ulusal ölçekli bir piyango çekilişi düzenletmiş. Bunu, sermaye sahiplerinin para vererek katılmasını istediği, ama kendisinin de sermaye sahiplerinin de katılmadığı bir “ulusal katılım” projesinin başarısızlığa uğraması sonrasında yapmış. Piyango çekilişi başarılı olmuş. Sahte biletler de basılarak, yoksulların hayalleri üzerinden büyük paralar kazanılmış. Konu bir gensoru önergesiyle dönemin meclisinin gündemine geldiğinde, kendileri de birer yiyici olan “Düzen Partisi” üyeleri, diğer gündem maddelerine geçilmesi yönünde karar almış. (Karl Marx, Fransız Üçlemesi, Yordam Kitap, İstanbul, Ekim 2016, s. 206-207.)

Bir başka deyişle, ne dolar istifleyenlerin “dolar bozdurun” kampanyalarının başarısız olmasında bir yenilik var, ne de en bayağı yolsuzlukların meclisler tarafından onaylanmasında ve aklanmasında...

Bir de, başka türden “piyango”lar hakkında umut yaratmaya çalışanlar var... ABD/AB destekli bir darbe; iktisadi kriz nedeniyle kendiliğinden çöküş; Tayyip Erdoğan’ın zoraki “Avrasya” yönelimi sayesinde kurtuluş; başka hiçbir seçeneğin kalmaması sayesinde iktidarın (nedense) “sosyalist”lerin eline düşmesi; ve benzerleri...

Bir zamanlar, Susurluk kazası vesilesiyle, “kamyon bekleme, örgütlen” demiştik. Bugün, kendimize dönüp, “piyango bekleme, halkın kendi kaderini kendi ellerine almasını sağlamanın yollarını bul” demeliyiz.

Yoksa, piyango hep başkalarına vuracak...