Tayyip Erdoğan, normalde 2019 yılında yapılmaları gereken, ama erkene de alınabilecek olan yerel seçimler ile cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimlerine yönelik çalışmalarını başlatalı çok oldu. Devletin tüm maddi olanakları ve baskı gücü kullanılarak, büyük olasılıkla OHAL koşulları altında, sandık hilelerine de başvurularak, AKP/Saray rejiminin beş yıl daha devam etmesi için elden gelen her şey yapılacak.
Kuşkusuz, gündemde farklı olasılıklar da var.
Örneğin, bazı sosyalistler de dâhil olmak üzere kimilerinin uzun yıllardır belirli aralıklarla yeniden saptadığı üzere, “bunlar gidici” olabilir. Tayyip Erdoğan’ın politikalarından hoşnutsuz olan emperyalistler (örneğin Rıza Sarraf davasını kullanarak ve/veya ciddi iktisadi yaptırımlara başvurarak) daha açık müdahalelerde bulunabilir. AKP bir bölünmeye doğru yol alıyor olabilir. Emperyalistlerin desteğini alan yeni bir darbe girişimi gerçekleşebilir.
Kesin olan, Tayyip Erdoğan’ın, bugüne kadar, emperyalist ülkelerin hoşnutsuzluklarına, AKP içindeki rahatsızlıklara rağmen ve “Allah’ın lütfu” olan bir darbe girişiminin yardımıyla, şaibeli bile olsalar sandık sonuçlarına yaslanarak ve yeni ittifaklar kurarak iktidarını koruyabilmiş olduğu.
Kimileri, geçmiş seçim ve referandum sonuçlarının şaibeli olmasından ve AKP/Saray rejimi altında gerçek anlamıyla demokratik seçimlerin yapılamayacağından hareketle, seçimlerden bağımsız halk örgütlenmelerinin (örneğin mevcut yönetim organlarına alternatif oluşturmaları hedeflenecek halk meclislerinin) yaratılması gerektiğini savunuyor. Ama bu tür örgütlenmelerin gerçek iktidar alternatifleri hâline gelmesi, geniş kitlelerin zaten harekete geçmiş olmasını gerektirir. Bu koşulun yokluğunda, pek fazla yaptırım güçleri bulunmayacak olan halk meclislerinin yerel dayanışma faaliyetlerinin ötesine geçmesi hiç kolay değil.
Bugünkü koşullarda, halkın AKP/Saray rejimine karşı mücadelesini örgütlemek ve bu rejimin son bulmasında halkın da önemli bir rol oynamasını sağlamak isteyenlerin, önümüzdeki seçimlerde hem sandıkların korunması hem de halkı gerçekten temsil eden adayların çıkarılması için ülke çapındaki bir çalışmayı hemen başlatması gerekiyor.
Emeğiyle geçinip onuruyla yaşayabilmeyi; ulusal ya da etnik kimliğinden, dilinden, dinsel inanç ya da inançsızlığından, cinsiyetinden, cinsel yöneliminden, yaşam tarzı tercihinden dolayı herhangi bir ayrımcılığa uğramamayı; çocuklarına bilimsel eğitim aldırmayı; halkın devlet yönetiminde söz sahibi olmasını; AKP iktidarı döneminde yapılan tüm yolsuzlukların ve işlenen tüm savaş suçlarının hesabının sorulmasını ve sorumluların cezalandırılmasını; OHAL’e son verilmesini, KHK’larla ve yargı kararlarıyla haksız yere tutuklanan ve hapis cezasına çarptırılan herkesin serbest bırakılmasını, haksız yere işten çıkarılan herkesin geri alınmasını, haksız uygulamaların sorumlularının cezalandırılmasını ve daha fazlasını isteyen herkesi, birlikte belirlenecek temel hedefler doğrultusunda ve karar alma süreçlerinde gerçekten eşit söz hakkı sağlayacak şekilde bir araya getirmekten söz ediyorum.
Bunun yapılmaması, rejimle mücadele görevinin, fiilen, durmadan sağa kayan CHP ile sağcı Akşener partisine emanet edilmesi anlamına gelecektir. Bu partiler de, kitlesel bir basıncın yokluğunda, kritik dönemeçlerde rejimle uzlaşmaktan çekinmeyecek, örneğin hileli seçim sonuçlarını kabullenebilecektir.
Kaybedeceğini fark eden bir AKP/Saray iktidarı, ülkeyi ciddi bir dış savaşa sokarak seçimleri belirsiz bir geleceğe ertelemeyi de düşünebilir. İktidarı böylesi bir yola başvurmaktan caydırmanın yolu da, “milli dava” demagojisine kolaylıkla teslim olabilecek olan CHP’den ve Akşener partisinden bağımsız bir halk örgütlülüğünün yaratılmasından geçiyor.
AKP/Saray rejiminin seçilmişleri bile düzmece gerekçelerle görevden alarak seçimleri anlamsızlaştırdığı ve ondan kurtulmanın tek yolunun bir halk ayaklanması olduğu da iddia edilebilir.
Ne var ki, halk, Gezi Direnişinin bir tür tekrarı olacak bir kalkışmanın sonuçsuz kalabileceğini ve bunun da rejimin işine yarayabileceğini biliyor. Kendi örgütlü gücüne güvenmeyen bir halkın ayaklanma yoluna gitmesi, bugün, Gezi Direnişi öncesinde olduğundan daha zor.
Halkın örgütlü gücü ancak somut, gerçekçi, ikna edici mücadele hedeflerinin belirlenmesi yoluyla artırılabilir. Seçimler tümüyle rafa kaldırılmış ve açık bir diktatörlük kurulmuş olsaydı, temel hedef, diktatörlüğün yıkılması ve demokratik seçimlerin yapılması olurdu. Olası bir halk ayaklanması bunu sağlamak için gerçekleşirdi.
Diğer taraftan, OHAL’i süreklileştiren AKP/Saray rejimi altında halk yararına somut kazanımlar elde etme mücadelesiyle güç biriktirmenin zorlukları ortada.
Bugün için, sandıkları korumak, muhtarlıklardan başlayarak seçimlerle gelinen her tür görev için halkçı adaylar çıkarmaya çalışmak ve bunları yaparken her tür baskıcı uygulamayla mücadele etmek, ülke ölçeğinde bağımsız bir halk örgütlenmesi yaratmanın en meşru yolu. Bunu bile engellemeye ve sonrasında halkın temsilcilerini görevden almaya çalışan bir AKP/Saray rejimi, tartışmalı sandık meşruiyetini tümüyle yitirmenin ötesinde, toplumsal dayanaklarının hiç de o kadar güçlü olmadığını göstermiş olur.
Her şey bir yana, Tayyip Erdoğan önümüzdeki seçimleri kazanmak için var gücüyle çalışmaya çoktan başlamışken, sosyalist solun kendi devrimci seçim stratejisini hızla netleştirmesi ve daha büyük bir kararlılıkla çalışmaya başlaması gerekmiyor mu?