Özgürlük deyip düşmedik mi yola?
Özgür olmak için kölelikten kurtulmanın yeterli olduğunu düşünürüz kimi zaman. Ancak esas kurtulmamız gereken, bizi kendine tutsak eden şeylerdir.
Öznur Özkaya
Dostoyevski’nin "Yaşamakla yaşamamak arasında hiçbir fark kalmadığında özgürlüğüne kavuşur insan." sözünü anımsıyorum. Mental bir illüzyon mudur özgürlük? Peki, zihnin tam olarak özgür olması olanaklı değil mi? Elbette olanaklı. Faşizan & totaliter siyaset, dini motifler ve otoriteler, teknolojik gelişme saydığımız bizi yabancılaşmaya iten yenilikler zihinlerimizi biçimlendirmeye ve özgürlüğün sınırlarını gün be gün daraltmaya çalışıyor. Beklenilenin aksine uygarlıkla ters orantılı ilerliyor özgürlük. Dogmalarla, kurumsal dinle, demokratik olduğunu iddia edip baskın güç olma misyonunu elden bırakmayan siyasi erkle zihinlerimize, yaşamlarımıza saldırılar düzenleniyor. İnsanları sorumluluğun dayanılmaz ağırlığı, toplum baskısı, korkuları, kaygıları altında ezmeye çabalıyorlar. Çünkü özgürlük düşmanları tartışmazlar, bağırıp çağırırlar, korkularını saklarlar. Ama bilmedikleri bir şey var: Şarkıyı değil şarkıcıyı, şiiri değil şairi kafese koyabilirler. Düşüncelere, hislere ve karanfili elden ele taşıyacak gönüllere tüm yolları kapatmayı başaramazlar.
Samuel Butler da romanı "Erewhon"da İngiliz toplumunun aile, eğitim, kilise ve adalet sistemini yerden yere vurur. Viktorya dönemi İngiltere’sinde aile kavramı bireylerin kimliklerinin belirlenmesinde önemli rol oynar. Ailenin mensubu olduğu toplumsal sınıf, bireyin alacağı eğitim, çevresi ve arkadaşları gibi gelişimine etki edebilecek birçok unsurun belirlenmesinde etkilidir. Viktorya dönemi aile yapısı ataerkil olduğu için tıpkı Butler’ın ailesinde olduğu gibi birçok ailede çocukların eğitimlerine nerede devam edeceklerine, nasıl bir yaşam süreceklerine, hangi mesleği seçeceklerine babaları karar verir. Butler, "Erewhon"da "Ebeveyn sözcüğünde sevgi mucizeleri yaratacak hiçbir tılsım yoktur." derken bu açmazları düşündürür.
"Erewhon"da Butler’ın hicvinin hedefindeki bir diğer kurum da Kilise ve onun temsil ettiği dini değerlerdir. Butler, hem çocukluk yıllarında hem de üniversite yıllarında dini alanda eğitim alır fakat bir din adamı olarak atanmasını beklediği sırada Londra’da yoksul bir muhitte gönüllü çalışırken bazı öğrencilerinin vaftiz edilmediğini fark eder ve vaftiz edilenlerle edilmeyenler arasında hiçbir farkın olmadığını görerek din adamı olmaktan vazgeçip insanlara çobanlık etmek yerine gerçek koyunlara gerçekten çobanlık yapmak üzere Yeni Zelanda’ya gider. Bu alandaki hicvi eserlerine de yansıtır. Söz gelimi, "Erewhon"da Higgs aynı yerde çalıştığı ve daha sonra Erewhon’u bulmak üzere birlikte yola çıktığı bölgenin yerlilerinden olan Chowbok’u vaftiz ederek Hıristiyanlaştırmak ister. Butler, kitaptaki anlatımıyla bir insanın Hıristiyan olmasının ya da vaftiz edilmesinin onun kişiliğini değiştireceği ya da onu daha iyi bir kimse yapacağı düşüncesiyle doğrudan alay eder.
Adı "Nowhere" (hiçbir yer) sözcüğünün anagramı olan romanın başkarakteri zengin olma hayaliyle Erewhon'a gittiğinde, paranın satın alma değerinin olmadığını, makinelerin yasaklandığını, hastalanmanın hapis cezası gerektiren bir suç sayıldığını, profesörlerin üniversitede öğrencilerine hiçbir şey söylemeden uzun uzun konuşmayı öğrettiğini görür. Hicvettiği bir başka toplumsal yapı da eğitim sistemidir. Romanda ironik olanla gerçeklik arasında öyle hızlı değişimler baş gösterir ki, okur romanın ideal olanı sunan bir ütopya mı, yoksa romana esin veren Viktorya toplumunun ironik bir betimlemesi mi olduğu hususunda kuşkuya kapılabilir. Ancak romanın her satırından hicvedilen tüm unsurlardan arınma ve özgürlük kokusu yükselir.
"Uzay Operasının Kraliçesi" lakabıyla anılan bir bilim kurgu yazarı Leigh Brackett da 1950’lilerin klasik bilim kurgu edebiyatının başını çeken bir avuç insandan biridir ve yazdıklarıyla salt yazın dünyasında değil, bilimkurgu sinemasında da aktif şekilde rol oynamıştır. Brackett; 18 Mart 1978’deki ölümüne kadar bir sürü eser üretmiş olsa da, bunların arasında en beğenileni 1955'te yayımlanan ve Hugo Ödülleri’nin kısa listesine girmiş, üstelik yazarını da peşinden sürükleyerek, onu listeye giren ilk kadın yazar olarak tarihe geçirmiş "Uzak Yarın" adlı romanıdır. Romanda tüm dünya 'Yıkım' adı verilen nükleer felaketle altüst olmuş durumdadır. Eski düzen tamamen değişmiştir; modern şehirler ve buna bağlı olarak kurulan ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel ilişkiler neredeyse yok olmuştur. Tüm bunların sebebi ise modern dünyanın, teknolojinin kendisidir.
Yıkım'dan sonraki düzenin sahipleri bu fikri savunur ve bu fikir uyarınca siyasal ve toplumsal anlamda despot yaptırımlar içeren kurallara göre bir devlet anlayışı yaratırlar. Yeni düzenin sahipleri olan Yeni Mennonitler Yıkım’dan önce de basit, teknolojiden uzak, katı dini kurallarla yaşam süren bir topluluktur. Sayıca az ve şehirlerden uzak yaşadıkları için Yıkım’dan en az etkilenen topluluk olurlar. Tesadüf eseri hayatta kalan ve sığınacak yer arayan insanlara da kucak açarak onları bu yeni düzene adapte ederler. Fakat bu şefkatli eller kısa zamanda otoriterleşip katı kuralları beraberinde getirir. Yeni düzende şehirleşmeyi, modernizmi, bilim ve teknolojiyi yasaklamak gerekmektedir. Hatta bu yasağı anayasaya koyarak, bu fikirlere karşı tümden savaş açmak lazımdır: Ne de olsa gelişmek tehlikeli bir şeydir.
Halkın gözünde atom bombaları ile yıkımın gelmesinden teknoloji sorumludur. Bu yüzden din kitapları dışındaki kitapları okumak, şehir ve teknoloji ile ilgilenmenin cezası ölümdür. Hatta yazılı bir kural olmasa bile merak etmek de yasaklı davranışlar arasında bulunur. Merak etmek, soru sormak gelişmeye & özgürlüğe kapı araladığı için yasaklanmıştır. Fakat Len ve kuzeni Esau, bir gün gözlerinin önünde yasaklı kasaba Bartorstown'dan olduğu gerekçesiyle bir adam recmedildiğinde, merakın ve özgür düşüncenin günah sayılan cazibesine kapılırlar.
Özgür olmak için kölelikten kurtulmanın yeterli olduğunu düşünürüz kimi zaman. Ancak esas kurtulmamız gereken, bizi kendine tutsak eden şeylerdir. Gerçek özgürlük, kişinin tüm tutsaklıklardan kurtulmasıdır. Dogmalardan, baskılardan, bizi biz yapan her şeyimizi elimizden almak için uğraşanlardan kurtulmalıyız. Özgürlük deyip düşmedik mi yola? Tüm tutsaklıklardan - kadını yok sayan ataerkil yapıdan, tenden öte görmeyen dinsel anlayıştan, dindar kisvesi altında ahlaksız ve umarsız davranarak kendine karşı bile dürüst olamayanlardan, zihinlerimize ve yaşamlarımıza yapılan tüm baskıcı saldırılardan- kurtulmak için düştük yola.
Künye:
- Erewhon, Samuel Butler, Çev: Can Ömer Kalaycı, Can Yayınları, 2022.
-Uzak Yarın, Leigh Brackett, Çev: Berk Göbekcioğlu, İthaki Yayınları, 2021.