Geçen hafta çok okunan, çok tartışılan, çok sevilen ve aynı zamanda eleştirilen, yeni bir akımın yaratıcısı bir şairimizin ölüm yıldönümüydü. 14 Kasım 1950’de daha gencecik yaşında Orhan Veli (Kanık) yaşama veda etti. Bakmayın şiir okuyan biri değilim, roman okumayı sevsem de, edebiyat tartışmaları konusunda hiçbir temelim yoktur diyebilirim. Ara sıra örneğin yeni yayın yaşamına başlayan EK (Eleştirel Kültür) gibi dergilerde ilgimi çeken yazılar olunca okurum. Ama hiç aksatmadan her hafta aynı portalda yazmaktan onur duyduğum sevgili Sadık Albayrak’ın yazılarını okurum. O da uzun yazar benim gibi, ama dupduru kusursuz bir Türkçe ile “oh be kafam berraklaştı” dedirtir her defasında. Dolayısıyla Orhan Veli şiiri nasıldır, nasıl bakılmalı nasıl tartışılmalıdır dendiğinde hemen gidip Sadık Albayrak’tan yardım isterim:
“Türkiye’de egemen sınıfın Nâzım Hikmet, Ahmet Arif, Enver Gökçe, Arif Damar’ı ve birçok toplumcu yazarı hapse atması edebiyatın ideoloji ve politika üretimi ve yaygınlaştırmada etkili işlevinin bir yansımasıdır. İşçi sınıfının çıkarlarını dile getiren bir edebiyatı baskıyla engellemek istiyorlar. Nâzım Hikmet ve onun çizgisindeki 40 Kuşağı şairleri hapse kapatılırken, Orhan Veli ve arkadaşlarının estetik değerleri bayağılaştıran Garip şiiri, düzenin etkin eleştirmenlerince övgülere boğuldu. Yalçın Küçük, Garip’çilerin hepsinin devlet memuru olduklarının altını çiziyor, kırklarda tipik küçük burjuva devlet memurlarından oluşuyordu.
1950’lerin DP ve Soğuk Savaş karanlığında Garip’i de aratacak bir küçük burjuva şiiri, İkinci Yeni egemen kılındı. Garip, estetiği yıkarak beğeniyi bayağılaştırırken, İkinci Yeni’ciler şiiri anlaşılmaz sözcük oyunlarına indirdiler. Bu, yaşanan gerçeğin edebiyatın şiirsel araçlarıyla gösterilmesine değil, bulanıklaştırılmasına hizmet eden bir şiirdi. “
Edebiyat tartışması konusunda söyleyeceklerim bu kadar. Ama konu Orhan Veli’nin ölümü olduğunda söyleyeceklerim çok daha fazla. Ölümü hakkında farklı görüşler var. Orhan Veli, Yaprak dergisinin kapanmasının ardından İstanbul'a geri dönmüş, 10 Kasım'da bir haftalığına geldiği Ankara'da belediyenin kazdığı bir çukura düşmüş ve başından hafifçe yaralanmış. İki gün sonra İstanbul'a geri dönüp 14 Kasım günü bir arkadaşının evinde öğle yemeği yerken fenalık geçirmiş ve hastaneye kaldırılmış. Beyinde damar çatlaması yüzünden başlayan rahatsızlığına doktorlar ilk aşamada teşhis koyamamış, Orhan Veli için alkol zehirlenmesi teşhisiyle tedavi uygulanmış, ancak beyin kanaması geçirdiği sonradan anlaşılmış. Aynı akşam sekizde komaya giren şair gece 23.20'de komadan çıkamayarak Cerrahpaşa Tıp Fakültesi hastanesinde yaşamını yitirmiş. Çoğu kişi tarafından yıllar boyunca “alkolden dolayı öldü” mitinin doğru olmadığı en azından tartışmalı olduğunu söyleyebiliriz. Ama kesin olan bir şey var, 1950’dan bu yana 67 yıl boyunca belediye çukurları yüzlerce can aldı ve almaya devam ediyor. Şiir sevelim sevmeyelim, edebiyat tartışmalarına girelim veya girmeyelim, bu konu kentlerimizde ciddi bir tehlike olarak hala yanı başımızda duruyor.
“Çukura düşen çocuk yaşamını yitirdi”
Kim bilir kaç kez okuduk bu ifadeyi: çukura düşen çocuk yaşamını yitirdi! Orhan Veli’nin yaşamını yitirmesine neden olan olayın benzeri onlarcası, hayır yüzlercesi onun ölümünden sonra gerçekleşti. Dünya üzerindeki savaşlarda siperlerde, sığınaklarda, hendeklerde ölen insanlar değil konumuz, her gün yanı başımızdaki doğalgaz, fosseptik, kanalizasyon, elektrik vs. vs. için kazılan çukurlardan söz ediyoruz. Dahası onun ölümüne neden olan inşaat çukurları belki de yüzlerce çocuğun canını aldı. Topu topu 5-10 dakikalık bir internet taramasının sonuçlarına bir bakalım:
11 Kasım 2017. Şırnak'ta arkadaşları ile oynarken, 4 gün önce açılan kanalizasyon çukuruna düşen 4 yaşındaki Feyzullah Kabul öldü. Çocuğun düştüğü kanalizasyon çukurunun çevresinde herhangi bir güvenlik şerit veya uyarısının olmadığı belirtildi.
15 Nisan 2017. Niğde'de top oynarken kapağı kırılan foseptik çukuruna düşen 9 yaşındaki çocuğunun cansız bedenine ulaşıldı.
28 Aralık 2016. Bandırma Dutliman Mah. Hayvan çiftliğinde hayvanlara su temin etmek için açılan çukura düşen 2.5 yaşındaki çocuk yaşamını yitirdi.
11 Ocak 2015. Hatay’ın Reyhanlı İlçesi’nde ortaokul 8’nci sınıf öğrencisi Kamil Mert Cemiloğlu, öğretim gördüğü okulda yapılan kalorifer çalışması için açılan çukura düşüp öldü.
6 Şubat 2015. Muğla'nın Köyceğiz İlçesi'nde, evlerinin yanında oynarken foseptik için açılan su dolu kuyuya düşen 5 yaşındaki Metin Keloğlu kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti.
26 Ocak 2014. Karaman’da kardeşiyle oyun oynarken 3 metre derinliğindeki pis su dolu çukura düşen çocuk, boğularak hayatını kaybetti.
27 Mart 2014. Talas ilçesi Kepez köyünde ilkokul 3'üncü sınıf öğrencisi Mert Şahin, akşam havanın kararmasıyla köyde bulunan foseptik çukuruna düşerek hayatını kaybetti.
20 Haziran 2013. Erzurum'un Köprüköy ilçesine bağlı Güzelhisar köyünde, enerji nakil hatları yenileme çalışmaları kapsamında açılan çukura düşen 2 yaşındaki çocuk hayatını kaybetti.
8 Mart 2011. Çaltı köyünde misafirliğe giden 5 yaşındaki Ü.H., bahçede oynarken üstü naylon ile kaplı olan kanalizasyon çukuruna düştü. Uzun süre bulunamayan çocuğun kanalizasyona düştüğü tespit edildi. Çukurdan çıkarılan çocuğun hayatını kaybettiği belirlendi.
21 Mayıs 2010. Konakuran beldesinde 3 yaşındaki Serdest Ateş, evlerinin yakınındaki içme suyu şebekesinin onarımı için Belde Belediye ekipleri tarafından açıldığı öğrenilen, içinde su birikintisi oluşan çukura düştü.
O kadar dehşet verici ama o kadar da yaygın ve sıradan. O kadar acı ama bir o kadar da yanı başımızda, çok yakın. İstatistiksel bir çalışma yapılsa ne kadar yaygın olacağını görebiliriz sanırım. 1972 ila 2006 yılları arasında gerçekleşen ve “inşaat kazası” kapsamında değerlendirilen dava dosyalarına sunulmak üzere hazırlanan 956 bilirkişi dosyasını incelediğim bir yayınımda hukuken “üçüncü şahıs”ların (işçi ve sermayedarın dışında, işyerinde çalışmalanlar); özellikle de çocukların maruz kaldığı ölüm ve yaralanmaları incelemiştim. Toplam 658 ölüm olayı vardı ve bunların 58’i çocuklardı. Suya düşüp boğulmayla sonuçlanan 10 olay saptamıştık ve bunların 9’u su dolu kuyulara, çukurlara düşen çocuklardı! Kabaca inşaatlardaki (belediye çukurlarını vs. inşaat sahası olarak kabul ediyoruz) 100 ölümün bir veya ikisi çocukların su dolu çukurlara düşüp boğulmasıydı.
Tablo. 1972-2006 yılları arasında incelenen bilirkişi dosyalarında çocuk ölümleri (Gürcanlı, 2009).
1950 yılının Ankara Belediyesi’nin kusuruna bugünden bakınca daha düşük şiddette tepki gösterebiliriz belki, iş güvenliği anlayışı geriydi, iş güvenliği kültürü eksikti, teknoloji şöyleydi böyleydi diye. Ama bugün hafriyat kamyonları ve beton mikserleri kadar sokaklarımızda, caddelerimizde ölüm için pusuya yatan çukurlara ne diyeceğiz? Çoğunlukla taşeron firmalara yaptırılan alt yapı inşaatlarında denetimin zayıf olması, plansız projelendirmeler, iş güvenliğinin işin bir parçası olarak görülmemesi, genel olarak projelerdeki eksikliklerden kaynaklanan boru patlamaları, yol çökmeleri ve benzeri olgular, çukursuz sokak bırakmıyor. Kent suçu tartışmalarına onlarca yüzlerce canımızı alan denetimsiz kazı çalışmalarını da eklemek, yerel dayanışma ağlarının da en temel konularından birisi haline getirmek gerekiyor…
Kaynaklar
Gürcanli, G. E. (2009). Who is at fault? Third party and child injuries at construction sites in Turkey. Safety science, 47(3); 364-373.
http://ilerihaber.org/yazar/kucuk-burjuvanin-bayagi-edebiyati-69708.html
http://www.radikal.com.tr/yenisoz/orhan-veliyi-kim-oldurdu-1189096/