Önce kendimizi sevmek gerek...

İnsanların zayıf noktasıdır geçmiş, çünkü tüm yaralar oradan gelir. Üzücüdür. Kötüyse yaşandığı, güzelse geride kaldığı için... Usanmaz bir aşık gibidir. Umulmadık bir yerde, umulmadık bir zamanda, bir kokuda, bir tatta, bir gülüşte, bir bakışta, bir kahkahada yahut taze bir acıda kapımızı çalıverir. Geçmişini anımsayıp mutlu olan gelecekten korkar, sevimsiz bir hayat sürmüş kişi güvensizleşir, küser, kırılırken kırar, çabalamayan, umursamayan biri oluverir. Belki de sırf bu sebeplerden ötürü geçmiş, hakikaten geç - miş olması gerekendir.

Gelecek; kimine göre uzun sürer, kimine göre hiç yoktur, kimine göre ise mecazdan öte bir şey değildir. Gelecek hayal kurmak, umutlu olmak, riskli olsa da emek harcamak, kolaya kaçmamaktır. Evet, gelecek sırrı kalkmış bir ayna gibidir, baktığımızda kendimizi göremeyiz, bazen gördüğümüz siluetten korkarız, geçmişteki güzel anları düşünüp kederleniriz anın tükendiğine yanarak. Fakat insan istediği kadarını alır aslında, bunu hep unuturuz.

Şimdi ise i'sine gelindiğinde ş'sinin geçmiş olduğu zaman zerresi sadece. Kaçırdığımız anda telafisi mümkün olmayan... Geçmişin gölgesi, geleceğin beklentileri hep üstüne düşer şimdi'nin. Kimi zaman gelecek ile birleştirip hep kavramına dönüştürmeyi arzu ederiz. Arzu ederken de, gölgeleri izlerken de şimdi'yi hep üzeriz. Geçmişin insana zaman kaybettirdiğini bilsek de, anın kıymetini bilmeyiz.

Ömer F. Oyal'ın "Gemide Yer Yok" adlı romanında da bu üç zaman dilimini irdeleriz. Beklense de hazırlıksız yakalanılan iç savaşı bir iç konuşma eşliğinde gündelik olaylar üzerinden anlattığı romanında yazar, yetişkinlerin zalimleştiği, çocukların onlara öykündüğü, gelecek hissinin kayıp gittiği bir hayatta kalma mücadelesini anlatır. Adsız karakterin iç sesini dinleriz heyecanla... Gelecek belirsizleştiğinde geçmişi sağlama almaya, geçmişteki güzellikleri geleceğe ulaştırmaya çalıştığımızı; belleğimizin her yeni durumda geçmiş deneyimlerimizi çağırdığını, kimliğimizi bellekle birlikte kurduğumuzu fark ettiğimizde irkiliriz. Umut ederek - ki insan olmanın gerekliliğidir bu - geçmişi gölgelemeye, inkar etmeye, eski hataları ve karanlık anları silmeye, kurtulmaya çalıştığımız hatıraları unutmaya; ufku kaybettiğimizde ise geçmişi parlatmaya meyilli olduğumuzu bilerek susarız. "Eski fotoğraflara bakma ihtiyacını ne zaman duyarız? Şimdi bulanıklaştığında, şimdiye yüklediğimiz anlamlar geçerliliğini yitirdiğinde, şimdiyle birlikte gelecek de kestirilemez, planlanamaz hale geldiğinde. Belirsizlik köklere ve geçmişe çağırır, oralarda bir sabitlik, bir dayanak bulmaya çalışırız ama geçmiş, belirsizliği artırmaktan, bilinmezliği çoğaltmaktan başka bir sonuç vermez." cümlelerini okuyunca geçmişteki anların da zamanında şimdi olduğunu anlarız.

Galiba unutmak, unutmaya çalışmak yerine affetmeyi öğrenmek gerek. Hazmetmek... Önce kendimizi, sonra başkalarını affetmek... Başkalarını sevebilmek için önce kendimizi sevmek gerek... Dahası geçmişin kalıntılarından, geleceğin korkularından hayatı arındırmak gerek... Şimdi'yi kutsamak sanıldığı gibi gününü gün etmek değildir; geçmişin ve geleceğin yaşamın kendisini engellemesine izin vermemektir. Bir şair arkadaşım, "Önemli olan hiç hata yapmamak değil, doğru hatayı yapmak, yaz bunu." demişti. Yazdım ben, siz de yazın bir köşeye...

Künye: Gemide Yer Yok, Ömer F. Oyal, YKY, 2019.