Oğlum prens değil, ben prensesim...

Travmalarımızın çoğu anne-baba tutumları ile ilgilidir. Anne ve / veya babanın kurduğu ilişki yöntemleri, eleştirme, cezalandırma, koruma ile ilgili tutumları travmatik ise ileriki yaşlarda çeşitli psikolojik sıkıntı ve ilişki sorunları yaşarız. Cezalandırıcı, utandırıcı, sinirli, müdahaleci,  baskıcı, ayıplayıcı, eleştirici, aşırı korumacı, aşağılayıcı, yargılayıcı, ilgisiz olan, çok karışan ya da çok az ilgilenen, terk eden, fiziksel şiddet uygulayan, mesafeli olan ya da gereğinden fazla yakın olan, ayrımcılık yapan, başka çocuklarla kıyaslayan, kaygılı, fiziksel temasta bulunmayan, hakaret eden, onaylamayan, ödüllendirmeyen, küçük düşüren, yeterince sevgi gösterisinde bulunmayan, fazla bağlanan anne-baba üzerimizde travmatik etki bırakır. Sonunda dünyayı, kendimizi ve insanları algılama tarzımız olumsuz anlamda değişir; güven / özgüven azalır, hayattan haz alınamaz ve ilişkisel / iletişimsel sorunlar baş gösterir. 

Özellikle anne ile olan ilişkisi çocuğun geleceğini çizer. Annelerimiz hakkında kötü konuşmama tabusu her daim hüküm sürer ve annelik miti sevgisiz anneler ile aşırı bağlı anneleri kamufle eder. Ne yazık ki davranışlarımızı kökenlerini bilmeden kabulleniriz. Sevil(e)memiş bir çocuk ilgiye ve sevgiye değer olduğunu bilmez, zira reddedilme ve sürekli eleştirilme hissiyle büyümüştür. Bağımlı anne de çocuğunun özgüvenini zedelemekle kalmaz, başkalarına karşı güven olgusunu da köreltir, çünkü çocuğunun güvenebileceği tek kişi annedir. Özgürlüğünü, özgünlüğünü, benlik algısını yitiren çocuk; benzer davranış örüntüsü ya da benzer şemalar oluşturarak ilişkilerini devam ettirmeye çalışır, kaygılı / kaçınmacı bağlanmalar yaşar.

Sağlıklı ilişki kurabilenleri tenzih edelim ama annelerin çoğu oğlunu prens gibi değil kendini prenses gibi görür. Baskıcı, mükemmeliyetçi, bağımlı veya terk eden de olsa sürekli talepkâr olmayı becerirler. Erkek annesine duyduğu hayranlık-korku- keder karışımı hissi karşısına çıkan tüm kadınlara uyarlar ve onlardan bir yandan şefkat dolu bir annelik beklerken öte yandan üzerinde baskı kurulacağını / terk edileceğini varsayarak uzaklaşır. Aralarındaki göbek bağı hiç kesilmemiş ya da o bağ hiç olmamış gibi davranan anneler yüzünden bağımlı ve güvensiz / sorumsuz ve adaletsiz erkekler yetişir. Kendilerine ve diğer kadınlara yapabilecekleri en büyük iyilik, duygusal yoksunluklarını oğullarıyla gidermeye çalışan ya da erken ayrılık yaşatan annelerini affederek özgürleşmektir.

S. Reynolds ve J. Press "Seks İsyanları - Toplumsal Cinsiyet, Başkaldırı ve Rock'n'Roll" adlı kapsamlı incelemelerinde rock tarihine ışık tutarken cinsel politika mahkemesine çıkarmasa da asilerin - Stones, Stooges, Nick Cave,vb. - psiko-cinsel güç sebebiyle güçlendiğini vurgular. Yazarlar, "asi soyut bir kadınsılığa (yuvadan uzak bir yuvaya) tapınırken aynı anda gerçek hayattaki kadınları hor görüp onlardan korkar. Asi, etrafındaki canlı kanlı kadınlardan uzak durup onları suiistimal ederken rahme ve idealleşmiş bir anaya sevgiliye özlem duyar. Kadınlar, asilerin tahayyül dünyasında hem birer mağdur hem de iğdiş edici düzenin uygulayıcıları olarak boy gösterir." derken erkekliğinin serbestçe serpilmesine izin vermeyen düzene isyan edenlerin aslında Düzen’in gizli yardakçısı olduğunu belirtir. Dahası Ken Kesey'in "Guguk Kuşu"ndan alıntıladıkları "Burada hepimiz bir matriyarkinin kurbanlarıyız, dostlar!" sözüyle erkeğin zihnindeki iktidar olgusunu ortaya koyarlar.

KÜNYE: Seks İsyanları - Toplumsal Cinsiyet, Başkaldırı ve Rock'n'Roll, S. Reynolds & J. Press, Çev: Mehmet Küçük, Ayrıntı Yayınları 2. Baskı, 2020.

Cinsellik, kürtaj, ensest, evlilik dışı ilişkiler gibi konuları yazan Anaïs Nin'in Henry Miller ve eşi June'la ilişkisinden de beslenip kaleme aldığı beş kitaplık "İçsel Kentler" serisi tartışmalı da olsa tarzı ve samimiyetiyle önemsenmesi gereken bir yapıttır. Serinin ilk kitabı olan "Ateş Merdivenleri", arzunun kollarına kendilerini bırakmak isteyen kadınlar ile hoyrat / düşüncesiz erkeklerin yaşamlarını, duygularını, bağlanma / kopma aşamalarını aktarır. Söz gelimi; annesiyle ilgilenmesi gerektiğini söyleyen ve eşinin yardımını kabul etmeyen Gerard, kabuslar görmeye başlar, çünkü ona göre iki kadının doğası fazlasıyla benzeşiyordur. Eşine sahip olmak, annesine sahip olmak gibidir ve bu bir tabudur. "Ayrıca gördüğü karabasanlarda, iki efendisi arasında bir mücadele vardır ve bunun sonucunda Gerard hiçbir şey kazanmıyor, sadece efendisi değişiyordur." 

KÜNYE: Ateş Merdivenleri, Anaïs Nin, Çev: Püren Özgören, İthaki Yayınları, 2020.

Feminist şair, romancı, oyun yazarı, çevirmen Elfriede Jelinek ise "Ȃşık Kadınlar" adlı romanında iki genç kadının - Brigitte ve Paula'nın - birbirine paralel ilerleyen öyküsünü anlatır. İlki şehirde ikincisi taşrada yaşayan bu iki karakter daha iyi bir geleceğe ancak evlenerek ulaşabileceklerini düşünürler. Yazar, ataerkil ve kapitalist düzenin çarpıklıklarını en rahatsız edici biçimde anlatmak, kötülük ve çirkinlik karşısında okuru şaşırtmak için ironiye başvurarak düzenin ağzıyla konuşur. Örneğin, eş adaylarından biri hakkında konuşurken su cümleleri sıralayıverir: "evlenilecek kadınlar ancak evlendiklerinde kendilerine bir şeyler sokulsun isterler ama yine de yeterince başarıya ulaşıncaya kadar çok azı dayanabilir. o yüzden: erich olur da kadınları düşünecek olursa iki kadın türü olduğunu düşünür... cinsiyetsiz annesi gibi insanın ağzına sürekli yiyecek ve içecek sokuşturan kadınları; bir de onun gözünde kadın olamayacakları için onun gözünde kadın olmayanları..."

KÜNYE: Ȃşık Kadınlar, Elfriede Jelinek, Çev: Anıl Alacaoğlu, İthaki Yayınları, 2. Baskı, 2021.

"Oğlum prens değil, ben prensesim." diyen anneler; baskıcı, mükemmeliyetçi, bağımlı veya terk eden de olsa sürekli talepkâr olmayı becerirler. Erkekler annelerine duydukları hayranlık-korku- keder karışımı hissi karşısına çıkan tüm kadınlara uyarlarlar ve onlardan bir yandan şefkat dolu bir annelik beklerken öte yandan üzerinde baskı kurulacağını / terk edileceğini varsayarak uzaklaşırlar. Anne yoksunlukları veya bağımlılıkları öteki kadınların hayatlarını alt üst etmeye yeter. Kırk yaşına gelse de annesine sarılıp uyuyan ya da duyduğu bağımlılığa alışsa da bundan nefret eden erkekler kadınları incitmeden, yaralamadan sevmeyi beceremezler. Tüm suçu anneye de atmak doğru değildir aslında, bir babanın oğluna bırakabileceği en büyük miras duygusal boşluğu olmayan bir annedir sonuçta, zira mutlu annelerin bağımsız oğulları olur.