Ne olacak bu takımın hali?

Yılın en sevdiğimiz dönemi; transfer dönemi. Her sene takımı en baştan yapıyoruz. Bu bize büyük bir yenilenme hissi veriyor. Netice ise değişmiyor. Nasıl oluyor da sadece isimler konuşulabiliyor?

Eskiden halk arasında “Ne olacak bu takımın hali” diye sohbete giriş cümleleri olurdu. O cümle, her zaman bir hüznü paylaşmak için değil, çoğu zaman karşı takımla dalga geçmek için kullanılırdı. Hele bir de sizin takımınız iyi gidiyorsa... Şimdilerde kimsenin kimseye şaka yapacak hali yok. Hepsi aynı durumda. Galatasaraylı ayrı dertli, Beşiktaşlı ayrı dertli, Fenerbahçeli ayrı dertli. Sadece Trabzonspor iyi gidiyor ama onların da ne kadar iyi gideceği meçhul.

Bu takımların elinde başarı ve başarısızlığa dair bir fikir yok. Başarılı olduğunda bunu gerekçelendiremiyorlar. Öyle olduğunda, başarısızlığı da gerekçelendiremiyorlar. Baksanıza, Beşiktaş’ın teknik direktörü Sergen Yalçın takımın ligde ve Şampiyonlar Ligi’nde aldığı sonuçlara bir anlam veremediğini söylüyor. Çözüm önerisi yok, her hafta oyuncularına kızıp ertesi hafta aynı oyuncuları oynatmaya devam ediyor. Geçen yıl transfer gününün son saatinde Rashid Ghezzal’ın evraklarını TFF’ye iletecek motosiklet 3 tane fazladan kırmızı ışığa denk gelse, geçen yılın şampiyonu Beşiktaş olamayacaktı, bunu hepimiz biliyoruz. Eğer öyle olsaydı, Beşiktaş yerine bir başka takım şampiyon olacaktı. O takımın oyuncuları ilah, teknik direktörü imparator ilan edilecekti. Öyle olmadığı için Sergen Yalçın imparator ilan edildi. Neden illa birilerini imparator ilan ediyoruz, sorun da bu!

Bütün spor basını, sorunun nerede olduğunu arıyor. Fatih Terim mi yapamadı, Sergen Yalçın mı başarısız, yoksa Pereira mı? Milli takımın başarısızlığında Şenol Güneş’in payı ne? Suçlu o oyuncu mu, bu oyuncu mu, yoksa şu oyuncu mu? Oyuncu değişiklikleri mi yanlış acaba? Ahmet yerine Mehmet girseydi her şey farklı mı olurdu? Yok canım, tüm sorun formasyonda. Takım öyle değil, böyle oynasaydı bambaşka olurdu. Geçmişe dair konuştuğumuz için, asla yanlışlanamıyoruz zaten. Al tabelayı arkana, sabahtan akşama konuş dur...

Sorunları isimlerin içinde aradığımız için, çözümü de isimleri değiştirmekten başka bir noktada bulamıyoruz. Devamlı teknik direktör değişiyor, devamlı oyuncular değişiyor. Yılın en sevdiğimiz dönemi; transfer dönemi. Her sene takımı en baştan yapıyoruz. Bu bize büyük bir yenilenme hissi veriyor. Netice ise değişmiyor. Nasıl oluyor da sadece isimler konuşulabiliyor?

Oysa dünün başarılısı Şenol Güneş, bugünün başarısızı. Dünün başarılısı Fatih Terim uzun bir süredir başarısız. “Beşiktaş’ı tek başına şampiyon yapan” Sergen Yalçın, nasıl olduysa artık Beşiktaş’ı tek başına şampiyon yapamıyor. Hatta tüm başarısızlıkların sebebi. Bazen düşünüyorum, ismini şu an bilmediğimiz, bir tür Ghezzal’ın sözleşmesi trafikte mi takıldı bu sene?

Kulüp yönetimleri, kulüp başkanları, teknik direktörler, futbolcular durmadan değişiyor ancak başarısızlık değişmiyorsa, sorun bu yapının tamamında olabilir mi? Kulüp yönetimlerinin hangi vaad ve projelerle seçildiği, onları seçenlerin kim ve kaç kişi olduklarıyla başlayabilir miyiz acaba? Teknik direktör seçiminin hangi kriterlerle yapıldığını sorgulamanın vakti gelmiş olamaz mı? O teknik heyet ve yönetimlerin hangi futbolcuları, hangi futbol aklıyla transfer ettikleri veya etmedikleri sorumuzun cevabı olabilir mi?

İşte bunu yapmadığınızda, birbiriyle hiç alakası olmayan Aboubakar’dan Batshuayi’ye geçiyorsunuz ve 4 ayın sonunda “acaba neden başarısızız?” diye sorar hale geliyorsunuz. Başarısızsınız çünkü o oyuncu geçişini, “su yolunu bulur” minvalinde bir yaklaşımla sahaya bıraktınız. “Batshuayi kötü oyuncu mu, o da kendi yeteneklerine dair bir şeyler ortaya koyar herhalde” dediniz, su yolunu buluna kadar tarihin en manasız sezonuna imza attınız.

Türkiye’de sorunların özü dışında her şeyin konuşulup sadece özünün konuşulmadığı bir adet vardır. Kim bilir, belki de o özü konuşmak, tartışmak istemediğimiz içindir. Son zamanlarda medyada dillendirilen bir söz var; “Fenerbahçe üçlü savunma oynamaz.” Bu tür söylemler, tam da gerçeğin gizlenme çabasının sonucu olarak ortaya atılıyor. Yoksa televizyonda çıkıp bir saat boyunca meselelerin özünü konuşmak durumunda kalacaksınız. Bu savı öne sürenlere Fenerbahçe’nin neden üçlü savunma oynamayacağını sorduğunuzda gelen yanıtların çok büyük bir bölümü, Fenerbahçe’ye dair değil, üçlü savunmaya dair olur. Fenerbahçe üçlü savunma oynamaz, çünkü üçlü savunma oynanmamalı gibi bir yere varırsınız. Bu sava neden Fenerbahçe’yi alet diyorsunuz ki? Çünkü işin içine Fenerbahçe girince, konu yerelleşiyor. İngiltere, Almanya, Fransa’ya gidip bir televizyon kanalında “üçlü savunma oynanmaz, mağlubiyetlerin sebebi üçlü savunmadır” deseniz sizi bir daha yayına çıkarmazlar. Çünkü basit bir soru sorarlar; Dünyanın en güçlü oyunlara sahip bazı takımları, üçlü savunma oynuyor ve başarılılar. Bunu nasıl açıklayacaksınız? Verecekleri cevap; onlar oynar, Fenerbahçe oynamaz. O niye öyle, o da belli değil. Fenerbahçe sanki dörtlü savunma oynasa kanatlanıp uçacakmış gibi.

Kulüpler, isimlerden bağımsız bir futbol aklı üretmediği sürece topluma vadettiği eğlenceyi sunamayacak. Bu kulüplerin tek ürettiği şey, borç.

İşte o yüzden artık biri bana “ne olacak bu takımın hali” diye sorduğunda, “Türkiye’nin hali neyse, o olacak” diyorum. Akıl, liyakat, plan, istikrar, şeffaflık, hesap verebilirlik gibi kavramlara dayalı bir yol haritanız olmadığında, ülke yönetiminde de kulüp yönetiminde de ancak benzer yerlere varabiliyorsunuz. Dolayısıyla, bu teknik direktör yapamadı, şu yapsın çizgisiyle; ülkeyi şu kişi iyi yönetemedi, bu mu yoksa şu mu yönetsin sorusu, aynı aklın ürünü. Bu zihin yapısı kardeş. Bunlar anlaşırlar.  Bu akla teslim olmadan, isimlere bağlı kalmadan, meselenin özünü tartışmalıyız. Sorulacak soru, “Kim yapmalı?” değil, “Nasıl yapmalı?” olduğunda bütün denklem değişecek.