'Nas'la gelen faiz indirimi finans kapitali coşturuyor

Nas diyerek faiz indirimine başlayan iktidar, yetimin, fakir fukaranın hakkını bankalara transfer ederek seçime kadar durumu idare etmeye çalışmaktadır.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Para Politikası Kurulu (PPK), 22 Eylül 2022 Perşembe günkü toplantısında bir kez daha faiz indirimine gitti. Bu kararla Eylül 2021’de yüzde 19 olan politika faiz oranı yüzde 12’ye inmiş oldu. Bu süre içerisinde bankaların kredi faizleri, enflasyon ve ABD doları önemli ölçüde arttı. Başta Kur Korumalı Mevduat (KKM) olmak üzere alınan tüm “önlemlere” rağmen dolarlaşmanın önüne geçilemedi. “Yanlış ve zamansız” faiz indirim kararları genelde kimseyi memnun etmezken bankacılık sektörünü, deyim yerindeyse, coşturdu: Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) Temmuz 2022 verilerine göre bankacılık sektörünün kârı, TCMB’nin faiz indirimlerine başladığı Eylül 2021’den bu yana -politika faizinin yüzde 19’dan yüzde 13’e indiği sürede- yüzde 265; bankaların kârındaki yabancı paranın ağırlığı ise yüzde 1.304 artış gösterdi.

AKP ile finans kapital arasında “zorunlu kader birliği” var:

Daha önceki yazılarımızda da vurguladığımız gibi kapitalist sistem 1980’lerin başında sermayenin mutlak tahakkümünü öngören ve egemen sınıflar içerisinde finans-kapitalin (mali sermaye) yeniden başat hale geldiği neoliberal aşamaya geçti.[1] Neoliberal aşamanın en belirleyici özelliği ise finansın bütün kapitalist ülkelerde giderek ağırlığını hissettirmesiydi. Finansallaşan kapitalizm kaçınılmaz olarak insanlık tarihinin en yakıcı ve yıkıcı krizlerinden biri olan 2008 krizine neden oldu (dejavu!). Kapitalizmin diğer küresel krizlerinde olduğu gibi bu kriz de, kapitalizmin “yapısal ve sistemik” krizlerinden biriydi ve “obezleşen” finans sektörünün daha da büyümesi için gerekli olan artık değer üretiminin sınırına yaklaşıldığı için ortaya çıkmıştı.[2] Krizin temelinde de bankacılık sektörünün önlenemeyen kâr etme güdüsüyle yaptığı “ipe sapa gelmez” işlemleri vardı.

Bilindiği gibi Türkiye ekonomisi uzunca bir zamandır bir iktisadi buhrandan geçmektedir. Ancak bu buhran 1994, 2000 ve 2001 krizlerinde olduğu gibi “henüz” bir finansal krize dönüşmemiştir. İşte Eylül 2021’de başlayan politika faiz indirim kararlarını “nas”ı bahane göstererek “aldırtan” iktidar aslında finans-kapitalle zorunlu bir kader birliği yapmak zorunda kalmıştır. Bu kararlarla bankacılık sektörünün kârlarını patlatarak, gelecek yıkıcı bir finansal krizin önüne ket çekmeye çalışmaktadır. Ortada “kazan-kazan” durumu vardır: Finans-kapital bu indirim kararları sonucu kârına kâr katmakta, iktidar da bu sayede şimdilik durumu idare etmektedir. İzleyen tablo faiz indirimine başlanılan Eylül 2021 ile Temmuz 2022’de bankacılık sektörü kârlarındaki değişimi göstermektedir.

Kaynak: BDDK verileri kullanılarak yazar tarafından üretilmiştir.

Tablodan da görüldüğü gibi TCMB’nin ilk faiz indirimine gittiği Eylül 2021’den bu yana, bankacılık sektörünün kârı yüzde 265 artmıştır. Sektörün kârı Eylül 2021’de 56 milyar 940 milyar TL iken Temmuz 2022’de 207 milyar 860 milyon TL’ye çıkmıştır. Eylül 2021 kârının 50 milyar 540 milyon TL’si TL’den, 6 milyar 399 milyon TL’si de dövizden oluşurken Temmuz 2022 kârının 118 milyar 022 milyon TL’si Türk parası, 89 milyar 8 37 milyon TL’si de dövizden oluşmaktadır.

Yine tablodan görüldüğü gibi bankacılık sektörünün kârının bu denli artmasında faiz gelirleri ile faiz giderleri arasındaki farkın açılması yatmaktadır: Sektörün net faiz geliri Temmuz 2021’de 157 milyar 513 milyon TL iken Temmuz 2022’de 358 milyar 679 milyon TL olmuştur. Nasıl olmasın ki?  Her şeyden önce KKM uygulaması ile bankaların uyguladığı faiz yıllık yüzde 17 idi (Politika faizi olan yüzde 14 + yüzde 3). Mevduat sahiplerine garanti edilen döviz kuru değişimi 3’er aylık dönemlerde yaklaşık %20 olunca ve aradaki farkı da devlet ödeyince, bankaların faiz giderleri düştü. Bankalar, TCMB’den yüzde 14 ile aldıkları paraları götürüp ortalama yüzde 25’ten hazineye borç veya ortalama yüzde 30 (belki de daha fazla) faizden, kredi verince otomatikman net faiz gelirleri arttı. Dahası yılın ilk yarısında ortalama yüzde 18 ile topladığı mevduatı yüzde 30 faizle kullandıran bankaların net faiz gelirleri arttı. Bütün bunların sonucunda bankaların faiz gideri, faiz geliri ve net faiz geliri 2022 Temmuz’unda, 2021 Temmuz’una oranla sırasıyla yüzde 14, yüzde 56 ve yüzde 128 oranında arttı. Böylelikle her fırsatta faiz ve “faiz lobisine” karşı olduğunu söyleyen iktidar, uygulamaları ile faiz gelirlerini ve “faiz lobisinin” kârlarını coşturmuş oldu.

Bankaların kârı artıkça kurumlar vergisi tahsilatı da artmakta:

Politika faizini düşürerek bankacılık sektörünün kârlarını artıran iktidar, karşılığında kurumlar vergisi tahsilatını da artırmaktadır. İzleyen tabloda kurumlar vergisi tahsilatının toplam vergi gelirleri içerisindeki payının 2021 ve 2022’nin ilk sekiz ayındaki gelişimi yer almaktadır.

Kaynak: T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı verileri kullanılarak yazar tarafından üretilmiştir.

Kurumlar vergisinin vergi gelirleri içerisindeki paylarını 2021 ve 2022 yılları için karşılaştırdığımızda, bankacılık sektörü kâr artışının kurumlar vergisi tahsilatında da önemli artışlar yarattığını görmekteyiz. Yani bir anlamda zorunlu kader birliği, kazan-kazan sonuç yaratmış: İktidar politika faizini düşürerek bankaların kârına kâr katarken bankaların da ödedikleri kurumlar vergisi artmakta; böylelikle iktidarın gelir yaratmakta sıkıştığı bir dönemde iktidara can suyu olmaktadırlar. Nas diyerek faiz indirimine başlayan iktidar, yetimin, fakir fukaranın hakkını bankalara transfer ederek seçime kadar durumu idare etmeye çalışmaktadır. Neoliberalizmin bütün dünyada can çekiştiği bir dönemde, neoliberalizme can suyu vermeye devam etmektedir. Neye niyet neye kısmet değil mi? Sen faiz lobisini yok edeceğim diye bağır, çağır; sonra da gel onlarla zorunlu kader birliği yap! Boşuna dememiş büyüklerimiz: “Büyük lokma ye büyük söz söyleme”!..


[1] Burada banka sermayesi ile sanayi sermayesinin bütünleşmesiyle ortaya çıkan finans-kapitalin, kapitalizmin altın çağ döneminde kaybettiği başat olma gücünü hem emperyalist ülkelerde, hem de emperyalizmin sömürdüğü ülkelerde tekrar kazanmasını kastediyoruz.

[2] Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. E. Ahmet Tonak, “Krizi Anlarken, Kızılcık, sayı 35 (Kış 2009).