Nanik

Nedir mizah? Aklın, eleştirel düşüncenin ve hayal gücünün kışkırtılması bir yanıyla. Karın kaslarının harekete geçirilmesi bir başka yanıyla. Neşeli bir idrak biçimi. Pürneşe eleştiri. Yaptıklarının, yazdıklarının, çizdiklerinin içine bir sevinç karışması illa ki…

Devam edelim mi? Çarpıklıklara abanarak, zıtlıklara dikkat çekerek, abartmayla, şaşırtmacayla, saçmayla, sözcük oyunuyla, çizim maharetiyle vb. yeni farkındalıklar yaratmak olabilir sanki. Çocuksuluk, çocuksu bir mutluluk ve kendisiyle de dalga geçebilme erdemi belki. Klişelerin, kalıpların, dogmaların vb. üzerine cesaretle gitmek ya da. Sadece suya sabuna değil, akrebe, yılana, yalana her şeye sürekli dokunmak. Sorgulayıcı, şüpheci yanımızı güçlendirmek. Dokunulmazlara yüklenmek habire: Siyasetçi kurnazlığının, din tüccarlığının, ikiyüzlü ahlakın vb. gerçek yüzünü ortaya sermek güzelce...

Gerçek mizah işte. Ne kadar da tehlikeli!

Şöyle anlatmaya çalışmıştık zamanında bir mizah dergisinde bazı ayrımları ve yaklaşımları, özet geçelim en iyisi:

“Nasıl ayrılır birbirinden ironi-mizah-parodi? Şimdi, hadi şimdi...

Gülmek ya da ‘karın kaslarımızı harekete geçirmek’, Brecht’e göre ‘meseleleri anlamanın’ en etkili biçimi, değil mi? Ancak söz konusu kasları harekete geçiren ‘şeyler’in o kadar geniş bir ıskalası var ki, ayrımları belirlemek o kadar da kolay değil sanki. Daha fazla ötelemeyelim ve ‘şimdi’ diyerek girmeye çalışmıştık meseleye. Hadi şimdi:

Bir grup sözcüğü dizelim: Şaka (latife); alay, eğlenme, istihza, kinaye, gırgır, şamata, sululuk, dalga, saraka, ti’ye alma, makaraya alma, maytap geçme, nükte, espri, matraklık, muziplik, hinlik, fırlamalık, haytalık, hazırcevaplık...

Hazır dizmeye başlamışken, bir grup sözcüğü daha dizelim: Mizah, kara mizah, ironi, parodi, sakarlık komedisi, taşlama (satir, hiciv); fıkra, sarkazm (acı ya da ince alay); kinizm, komedi (güldürü); yergi, dokundurma, iğneleme...

Şimdi hepsini karıştırıp eğlence yapbozundaki yerlerini bulmaya çalışalım: Olmadı, baştan alalım.

Şimdi soralım: Nedir bu kavramlar arasındaki ayrım; zekaya, düşünceye, emeğe ve dile dayanan yönleriyle nasıl bir ilişki içindeler birbirleriyle?

Şimdi şiirsel bir yanıt bulmuşuz gibi yapalım: Kimisi gösteriye, kimisi düşünceye dayanıyor; kimisi çocukluğa, kimisi saçmalığa ulaşıyor; kimisi eziyor gücüyle, kimisi yetiniyor eğlendirip düşündürmekle; yaşam biçimi kimisi, kimisi bir söz (oyunu) öylesine...

Şimdi şüphe taşıyalım: ‘Yazmak’la (amma yazıyorsun ha!); ‘yalan söylemek’ ya da kibarcası ‘uydurmak’ arasında eşanlamlılık ya da paralellik bulan başka bir dil var mıdır acaba? Peki ya farklı şeyleri birbirine uygun hale getirmek anlamındaki uydurma ile kafadan atmak anlamındaki uydurmanın yan yan gelişleri? Her neyse, yazıp duruyoruz, uyduruyoruz işte...

Şimdi tercihimizi belirtelim: Tercihimiz mizahtan yana. Hani şu en olmadık görüntü ya da gerçekten gülmece çıkarandan, güldürürken o görüntünün gerçeğine, o gerçeğin özüne işaret edebilenden yana.

Şimdi yanıtımızı pekiştirelim: Mizah, diğerlerinden farklı olarak, sadece güncele ve hemen görünürdeki çelişkilere değil, soyutlamanın heyecanına, derinlerde gizli olanı anlamanın mutluluğuna, yaratıcılığın ve hayal gücünün kışkırtılmasına da açılıyor...

Şimdi kimi ayrımlara bakalım: ‘Espri’, adı da üstünde, ‘spirit”, ruha hitap ediyor. Müzik gibi. Peki, diğerleri hiç ruhtan geçmeden, doğrudan karın kaslarına mı müdahale ediyor? Gıdıklama gibi mi? Değil tabii ki. Koskoca bir felsefe geleneğinden gelen ironi (bir filozofa göre ‘umutsuzluğun nezaketi’) ile sokak ağzının sululuğu, taşlamanın intifadaki gücü ile Hollywood’un sakarlık komedileri aynı kefeye konabilir mi? Konmaz tabii ki. Ancak inkar etmemeli hiçbirinin gücünü ve kimilerinin elinde uyutma işlevi gören araçların, bizim elimizde uyarma işlevi de görebileceği hatırlanmalı.

Şimdi bir alıntı yapalım, Osman Çutsay, ‘Kemal Gökhan’ın Buruşuk İnsanları’nı anlatırken söylesin en iyisi: ‘Karikatür tabiri, İtalyanca’da caricare sözcüğüne dayanıyor. Gereğinden fazla yüklemek anlamında. Gereğinden fazlasını yüklemek, taşınabilecek olandan fazlasını yüklemek, alışılmış olanın dışında bir tavır almanın nedeni ve sonuçları, aslında hep provokasyonlarla dolu bir serüvene işaret etmiyor mu? W. Koschatzky’e göre karikatürün amacı alay etmekten çok, henüz keşfedilmemiş olanı göz önüne sermektir. Henüz dikkat çekmemiş olana dikkat çekmek.’ (‘Entelektüel Şiddetin Eşiğinde’, Ç Kitapları, Ekim 1993)

Şimdi de bir yakınmayı hatırlayalım: ‘Ah, şu ülkede bir Aziz Nesin daha olacaktı ki!’

Şimdi aynı yakınmayı karşılayalım: ‘Tam da Aziz Nesin’lik bir durum’la karşılaşıldığında, yani makyaj kaldırmayan yüzümüzden boyalar aktığında; yani kurnaz politikacı tilki avını yasakladığında; yani Dolmabahçe Sarayı’nın paslı yan kapıları Bush geliyor diye boyanmaya başladığında; yani Bush geldi diye SAS komandoları şehir hatları vapurlarına eşlik etmeye başladığında; yani kral efendi, yokinisiyle Ortaköy’de arz-ı endam eylediğinde ve daha onlarca, yüzlerce ayrıntı, gerçeğin özüne işaret edebileceğimiz ışıklar saçtığında, elimizin kaleme, elimizin klavyeye gitmemesine bir bahane aramayalım. Oturup çalışalım.

Şimdi işimize koyulalım: Hadi şimdi...”

Aradan on küsur yıl geçmiş bu satırları yazalı. Vurdular mizahı şimdi.

Tanımıyoruz o vurulanları çoğumuz. Okumadık dergilerini. Ama koptu içimizden bir parça. Neşeden, eleştiriden, aydınlıktan, özgürlükten, kardeşlikten...

Vurdular mizahçıları, karikatüristleri.

Hepimiz Charlie’yiz şimdi. Heeeep Charlie. Je suis Charlie...

Biraz fırlamalıktan zarar gelmez ya mizaha. Hadi, bizi vurarak korkutabileceklerini, yıldırabileceklerini, yok edebileceklerini sananlara, hep beraber nanik yapalım, uygun bir hareket çekelim şimdi...