Bir üretim ilişkisi biçimi[i] olan kapitalizmin ilk tohumlarının ticari kapitalizmin bir ifadesi olan Merkantilizmin[ii] 15. yüzyılda gelişmesiyle atıldığı söylenebilir. Bununla birlikte; kapitalist sistemi ve üretim ilişkilerini doğuran, geliştiren asıl gelişme sanayi devrimi olmuştur. Kapitalizm günümüzdeki haline üç aşamadan geçerek ulaşmıştır. Bunlar, “doğuş ve çocukluk aşaması” olarak adlandırılan Merkantilist ilk aşama, “olgunluk aşaması” ve “tekelci kapitalizm” veya “emperyalizm”[iii] aşamasıdır. Kapitalist sisteme “dinamizm” ve süreklilik katan en önemli yapısal özelliği, ilk ortaya çıktığından günümüze kadar, bizim gibi sömürülen konumundaki “çevre ülkelerden”, ABD gibi sömüren “merkez ülkelere” sürekli kaynak aktarılmasıdır. Bu kaynak aktarımı süreci aynı zamanda merkez ve çevre ülkeler arasında gelişmiş ve azgelişmiş ülkeler biçiminde bir ilişkiye de kaynaklık etmektedir.
Kapitalist sistem olgunluk aşamasına geçişle birlikte süreklilik özelliği olan küresel krizlerle yüz yüze kalmaya başlamıştır. Bu krizlerden ilki, 1873-1896 yılları arasında yaşanan ve ilk paylaşım savaşı (I. Dünya savaşı) ile sonuçlanan krizdir. İkincisi, “Büyük Buhran” ya da “Büyük Depresyon” olarak bilinen, sistemin en şiddetli krizi olarak kabul edilen 1929-1935 yılları arasında ortaya çıkan krizdir. Üçüncüsü 1974 yılında başlayıp 1982 yılında sona eren krizdir. “Büyük Durgunluk” olarak adlandırılan son kriz ise 2008 yılında başlayan ve 2012’de sona erdiği varsayılan[iv] krizdir. Bu krizlerin ortak özellikleri, krizin aşırı finansallaşma sonucu ortaya çıkması ve kriz sonrasında hegemonyanın (dünyanın jandarması ülkenin) el değiştirmesi ve yeni bir birikim modeline geçilmesidir.[v]
Sözünü ettiğimiz bu krizlerde, özellikle de 19. yüzyılla başlayan krizlerde bir başka önemli ortak özellik de kapitalizmin her yeni aşamasının, kendi iktisadi düşünce sistemini yaratması ve bu düşünce sisteminin önce merkez ülkede; daha sonra da diğer merkez ve çevre ülkelerde siyaseti şekillendirmesidir. Örneğin, 1929 Büyük Buhranı, Keynesçi iktisadı doğurdu ve bu düşünce sistemi, 1974-1982 krizine kadar kapitalist ülkelerde siyaseti ve iktisat politikalarını şekillendirdi. 1970’lerin sonu ve 1980’lerin başında geliştirilen “Yeni Klasik İktisat”, “Arz Yönlü İktisat” gibi sağcı iktisadi görüşler, kapitalizmin neoliberal aşamasına temel oluşturdu. Arada iktidara gelen “Bill Clinton” ile Avrupa’da devleti sermaye lehine yeniden yapılandıran “Üçüncü Yolcu” (İngiltere’de Tony Blair ve Almanya’da Gerhard Schröder) iktidarlarını ise “Yeni Keynesçi İktisat” önerileri şekillendirdi.
MODERN PARA TEORİSİ DOĞUYOR!
Diğer iktisadi düşüncelerin aksine, Modern Para Teorisi (MPT); Amerika’nın dünyaca bilinen Harvard, MIT, Yale, Minnesota ya da Chicago gibi üniversitelerinde çalışan öğretim üyeleri tarafından değil, “sıradan ve ortalama” denilen üniversitelerinde çalışan öğretim üyelerinin öncülük ettiği bir “muhalif” iktisat akımıdır. Bu akım, 1990’lı yıllarda ilgi çekmeye başladı. Teori ile ilgili ilk çalışmalar, Levy İktisat Enstitüsü ve Kansas City’de bulunan Missouri Üniversitesi’nden çıkmıştı. Başlıca taraftarları arasında Stephanie Kelton (Bernie Sanders'ın eski danışmanı); MPT’nin isim babası William F. Mitchell ve L. Randall Wray, Eric Tymoigne, Dirk Ehnts, Scott T. Fullwiler, Fadel Kaboub, Pavlina R. Tcherneva ve Warren Mosler gibi iktisatçılar yer almaktadır. Bu iktisatçıların öncülleri ve esin kaynakları ise John Maynard Keynes, Hyman P. Minsky, Michal Kalecki, Wynne Godley, Georg F. Knapp, A. Mitchell Inness ve Abba P. Lerner gibi ana akım iktisat içerisinde olmayan, muhalif olarak adlandırılabilecek iktisatçılardır. Esin kaynaklarına ve savundukları düşüncelere bakıldığında MPT, esas itibariyle post-Keynesçi;[vi] ancak Marksist ve kurumsalcı kökleri de olan heterodoks iktisadi düşünce[vii] olarak karşımıza çıkmaktadır. Ana akım iktisattan önemli bir kopuşu temsil etme potansiyeline sahiptir. ABD’de Demokrat Parti’nin “İlerici” kanadından Temsilciler meclisi üyesi olan Alexandria Ocasio-Cortez ile Demokrat Parti başkan adaylarından Bernie Sanders, MPT’yi benimseyen önemli siyasiler arasındadır.
MODERN PARA TEORİSİ BAZI EZBERLERİ BOZABİLİR!
MPT’nin temel önermelerini şu şekilde sıralamak mümkündür:
-MPT’ye göre kendi parasını basan ülkeler, borçlarını daha fazla para basarak ödeyebilecekleri için, istedikleri gibi harcama yapmakta özgürdürler.
-MPT’ye göre bir ülke hükümet harcamalarını artırarak ekonomisini tam kapasitesine kadar büyütebilir, özel sektörünü zenginleştirebilir, işsizliği ortadan kaldırabilir ve “evrensel sağlık”, “parasız üniversite eğitimi” ve “yeşil enerji” gibi büyük programları finanse edebilir.
-Harcama artışının bütçe (kamu) açığı yaratması bir sorun olarak görülmemelidir. Bütçe açığı, tanımı gereği, özel sektör fazlası demektir.
-MPT’ye göre, bir ekonomide kullanılmayan kapasite veya âtıl işgücü olduğu sürece artan kamu harcamaları enflasyona yol açmaz. Bir ekonomide enflasyonun olabilmesi için o ekonominin verimliliği artırma sınırlarına gelmesi veya tam istihdama ulaşması gerekir. Çünkü ancak o zaman ekonomide üretilen mal ve hizmet arzı talebi karşılayamaz ve fiyatlar yükselir.
-MPT taraftarlarına göre, hükümetler daha az harcama yaparak veya vergileri artırmak suretiyle piyasadan para çekerek enflasyonu kontrol altına alabilirler.
MPT’nin bu önerilerine baktığımızda ilk söylememiz gereken-önerilerinin birçoğunun- “sermaye iktisatçılarının” duymaya bile tahammül edemedikleri öneriler olduklarıdır. İkincisi, MPT sayesinde ana akım ve neoliberal düşüncenin yerleşik algılarının ve dayatmalarının aksine, artık birçok kimse ülkelerin kendi paralarını basması gerektiğine inanıyor, kamunun harcama yapması için vergiye gerek olmadığı ve borçlanmak zorunda olmadığı düşüncesi giderek yaygınlaşıyor. En önemlisi de kendi parasını basabilen bir ülkenin kendi yurttaşlarına iş ve aş bulma konusunda daha avantajlı olabileceğine inanç artıyor.
MPT’nin bu görüşlerinin gelişmiş dünya ekonomileri için kolaylıkla yaşama geçirilebilecek önermeler olduğunu; bizim gibi her zaman popülizmin ve pragmatizmin aklın önüne geçtiği, demokrasinin kural ve kurumlarıyla işlemesinde sıkıntılar yaşanan ülkelerde ise istenmeyen sonuçlar yaratabileceğini unutmamak gerekir. Bununla birlikte; ABD’de Biden’ın başkan seçilmesiyle, yaşama geçirmeye çalıştığı altyapı yatırım projeleri, herkese sağlık gibi politikaların temelinde MPT önerileri yatmaktadır. ABD’de başlayan ve kapitalizmi daha “insancıl” ve daha refah temelli “güzelleştirmeye” çalışan bu siyasi dönüşümlerin yakın zamanda Kıta Avrupası’na ve çevre ülkelerine de yansıyacağı çok açıktır. Almanya’da son yapılan seçimlerde Sosyal Demokrat Parti’nin başarısı bunu göstermektedir[viii]. Öte yandan, Çin, ekonomide iç pazara ağırlık veren düzenlemeler yapmaya başladı ve “ortak refah” projesine geri döndü. Dünyadaki bu gelişmelerin 2023’te yapılması planlanan ülkemizdeki seçimlere mutlaka önemli yansımaları olacaktır. Artık, kamucu olmayan, sadece sermayenin mutlak tahakkümünü sağlamaya dönük, İran asıllı ABD bilim insanı Vali Nasır’ın deyimiyle “İslamcı kapitalist” politikalar uygulayan iktidarın ve onunla piyasacılık ve sermayeye hizmet etme yarışına giren muhalefetin mevcut politikaları ve söylemleriyle Türkiye’nin sorunlarını çözmesi pek olası gözükmemektedir.
[i] Bu üretim biçiminin altı yapısal özelliği vardır. Bunlar: Ücretli emek gücüne dayalı üretim, piyasaya yönelik üretim, artı-değer üretimine dayalı sermaye birikimi, sermaye grupları arasında rekabet ve tekelleşme süreci, planlı olmayan ekonomi ve döngüsel / devrevi krizler ile iktisadi yabancılaşmadır. Daha fazla bilgi için Caner Sancaktar’ın “Kapitalist Kriz” ve “Kapitalizmin Krizi” çalışmasına https://tasam.org/tr-TR/Icerik/956/kapitalist_kriz_ve_kapitalizmin_krizi linkinden ulaşabilirsiniz.
[ii] 15. yüzyıl ile 18. yüzyıl arasında egemen olmuş, ticaret burjuvazisinin çıkarlarını öne alan, refahın üretim alanında değil ticarette ve sermaye birikiminde olduğunu öne süren bir iktisadi düşünce okuludur.
[iii] Bu aşama da kendi içerisinde dört alt aşamaya ayrılmaktadır: Bunlar: Emperyalizmin ortaya çıkış aşaması (1880-1914); ilk ciddi bunalım aşaması (1914-1945 yılları arası); sürekli gelişim/büyüme aşaması- “altın çağ” (1946-1973) ve “neoliberal politikalar üzerinden yeniden yapılanma” aşaması (1974 sonrası).
[iv] Sona erdiği varsayılan diyorum, çünkü bana göre bu kriz halen etkisini göstermektedir.
[v] Bu açıdan bakıldığında son krizin neden sona ermediği iddiam daha iyi anlaşılacaktır.
[vi] Post Keynesyen İktisat Okulu, Cambridge ekolüne dayanan ve Keynesçi Doktrin'in ana savlarını makroiktisadi reel problemler ölçüsünde yorumlamak amacı taşıyan Heterodoks bir iktisat okuludur.
[vii] Heterodoks iktisat, geleneksel iktisat olarak anılan ve genellikle neoklasik iktisatla çelişen ya da ötesine geçen, ifşaatçılar tarafından temsil edilen, ana akım iktisadın dışında kabul edilen iktisadi düşünce okulları için kullanılan bir tanımlamadır. Kurumsal, post-Keynesçi, sosyalist, Marksist iktisatçılar bu kapsamda değerlendirilir.
[viii] Aslında bu dönüşüm Jeremy Corbin önderliğindeki İngiltere İşçi partisi ile başlayacaktı. Ancak finans kapital orada tüm gücünü -“Hahamları” bile- kullanarak, bu değişimi biraz erteletti. Unutmayalım bir de İngiltere artık hegemonya merkezi değil.