Mihrali Abi

Aşk olsun sana karanfiller yoldaşı! Aşk olsun! Şan olsun!..

Geçtiğimiz günlerde bir devrimci, bir sıra neferi sessiz sedasız ayrıldı aramızdan.

Sosyal medyada ve Birgün gazetesinde “Dostları, yoldaşları ve arkadaşları” imzasıyla yayınlanan ölüm ilanında şu satırlar yer alıyordu:

“İnsanlığın büyük yürüyüşüne 1933 yılında Kars'ın bir dağ köyünde emekçi bir aile ferdi olarak katıldı. Çocukluğu cumhuriyetin kuruluş yıllarına rastlar. Hayatını biçimlendiren bilinci Cilavuz Köy Enstitüsü’nde kuşandı. Enstitü’de yaşadığı modernleşme coşkusunu sosyalizm idealine bağlayan Mihrali Abi ömrünü bu idealin sadık bir yürüyüşçüsü olarak tamamladı.

Her yerdeydi. Nerede bir hak mücadelesi varsa Mihrali Abi oradaydı. 68 eylemcileri, 15-16 Haziran işçileri, 12 Mart ve 12 Eylül zindanları, Cumartesi Anneleri, Haydarpaşa dayanışmacıları, Gezi direnişçileri buna tanıktır.”

***

Onu öğretmen kimliğiyle bilenlerin “Mihrali Hoca”sı, bizim gibi eylemlerde, direnişlerde tanıyanlarınsa “Mihrali Abi”si olan Mihrali Yener, Cilavuz Köy Enstitüsü mezunuydu. Ardahan Hanaklı Ümit Kaftancıoğlu’nun hemşerisiydi. Zorlu bir coğrafya içinde “nemeç”i dönerek eğitim eşitsizliğini kırabilen köy çocuklarından biriydi. O da tıpkı Kaftancıoğlu gibi yoksulluğu aşmanın tek yolu olarak Köy Enstitüsü’nü görmüş, bir güz günü, “yağmur kırağı” altında Cilavuz’a çıkan yolu “yalın yapıldak” yürüyerek aşmıştı. Ve tıpkı onun gibi “Dağların ardında, yanık, çorak, kıraç topraklarda, aşırtmazlarda, dönemeçlerde, karanlıklarda okuma umuduyla çırpınan kırk bin köyün çocuklarını” hiç unutmadı. İyi bir öğretmendi. Öğrencilerine her şeyden önce iyi bir insan olmalarını aşıladı ve memleketten umudu kesmemelerini.

Ondan bir dönem önce Cilavuz’dan mezun olan amcam Dilaver Gümüş’ten bildiğim aynı tevazu ve inceliği “kolalı bir gömlek gibi” üstünde taşıdı. Mahallemizin zarif abilerinden Şaban Abi’mizin ve yoldaşımız Mehmet’in komşusu, yürüyüş ve sohbet arkadaşı, seksen üç yaşının içindeki annemizin “gecikmiş abisi”ydi.

Son karşılaşmamız iki ay kadar önceydi. “Bitmeyen işler yüzünden işte” ben bir telaşla “yokuş yukarı” çıkıyordum, o ise Haydarpaşa Dayanışması’nın her pazar gerçekleştirdiği eylem için “yokuş aşağı” iniyordu. O bildik alçakgönüllüğüyle “İhmal ettim son zamanlarda, eşimi kızıma emanet ettim, eyleme gidiyorum, görüşmek üzere” demişti. Eşi alzheimer hastasıydı. Ve Mihrali abi kendi sorumluluğunda olan başka birçok şey gibi eşiyle ilgili özen ve bakımı da “devrimci bir görev olarak” yerine getirenlerdendi. Sorumluluk haznesi oldukça genişti. Beslenmesi gereken kediler, köpekler ve hasta yoldaşlar. Sevgisi koşulsuzdu. İçinde yaşadığımız toplumun ürettiği adaletsizliğe karşı mücadele ederken kurmayı hayal ettiğimiz eşitlikçi, sömürüsüz, özgür toplumun bir ferdi gibi yaşadı hep. Şaşırtıcı bir inceliği vardı. Ön bahçede oturduğumuz bir cumartesi öğleden sonra elinde pazar poşetleriyle çıkagelmişti. Poşetteki meyve ve sebzeler Mehmet ve aynı şekilde tedavi gören kardeşimiz Burhan yoldaşlar içindi!

Nasıl demişti Gülten Akın, “İlkyaz” adlı şiirinde, “Ah, kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya.”

O gün son görüşmemizmiş meğer. Evden çıkamıyordu. Haberini dolayımlı olarak alıyorduk. Hastaneye kaldırılmadan hemen önce, sosyal medyadaki hesabından bir paylaşımda bulunmuştu. Kendisinden doğrudan aldığımız son haber buydu.

Şöyleydi:

“Sayın dost ve arkadaşlarım, çok ağır bir gribal hastalığa yakalandım. Bir süre eylemlerime  devam edemeyeceğimden sizlerden özür diler, sevgilerimi sunarım.”

***

Zerafet ve tevazunun az rastlanır bir örneğiydi Mihrali Abi. Eylem adamıydı.

En son eylemini kendi cenazesiyle yaptı.

Sol sosyalist parti başkanlarından, belediye, sendika ya da demokratik kitle örgütü yöneticilerinden kimse yoktu cenazesinde. Gerçi onun böyle bir talebi de olmazdı zaten. Hayatını bir “görev adamı” olarak yaşamış, kimin omuzdaşa ihtiyacı varsa onun yanında olmuştu. Partiler üstü değildi aksine partiler, örgütler içreydi. Sosyalizm mücadelesine gönül vermiş herkes onun yoldaşıydı. Ayrı gayrı bilmezdi. Hep istediği ama bir türlü olmayan düşü mezarı başında gerçekleşti. Solun değişik renklerine mensup omuzdaşları taze kürelenmiş mezar toprağının etrafında yan yana durdular. Mezar başındaki saygı duruşunda adlarının nasıl yazılacağını ondan öğrenen öğrencileri, “bir gün mutlaka Haydarpaşa’dan kalkacak” ilk tren için mücadeleye devam edecek omuzdaşları, yitikleriyle onu bir başka hayatta buluşturan Cumartesi Anneleri, büyük öğretmen yürüyüşünden yoldaşları ve artık sayıları iyice azalmış olan Köy Enstitüsü’nden arkadaşları; hepsi oradaydı.

***

Yazının başında alıntıladığımız vefat duyurusu şu sözlerle bitiyordu:

“Acımız büyük ama gönlümüz rahat, tertemiz bir hayatı uğurlayacağız. Güle güle Mihrali Abi güle güle...”

Son yolculuğunda bir devrimci nasıl uğurlanması gerekiyorsa öyle uğurlandı Mihrali Abi.

Alkışlarla... Sevgiyle... Saygıyla...

Başka ne denilebilir, ne yazılabilir ki:

Aşk olsun sana karanfiller yoldaşı!

Aşk olsun! Şan olsun!..