Bir sıkışmışlık duygusu var. Sıkıştırılmışlık. Sıkış tepiş her yer. Uzun, kısa. Ne çok saç var burada. Ne kalabalık. Zamanı gelince, yer yer açıklık. Dökülse de, kalsa da ne çok kıl. İtişe kakışa, bağrışa çağrışa... ne kıl insanlar. Ne alaka ve ne kel. Şekil vermek gerekiyor hepsine bir güzel. Yeni yıkanmış ya da iki günlük. Kazınmış yahut hipster. Göz hizasında hepsi. Bir sürü hamster. Kuru ve yağlı. Sarı ve siyah. Kıvırcık ve düz. Şekilli olmalı her durumda. Başla o halde gözlemci, saçlardan anlatmaya başla!
Az sayıdaki kitap okuyandan, çok sayıdaki telefon düşkünü ekran bakıcısından, azalan ve çoğalan uykuculardan, boş boş bakıp gidenlerden, uzaklara dalanlardan, yakınlarda hiç umudu olmayanlardan, yüzük parmağında yüzüğü olanlardan ve olmayanlardan başla ve devam et sonra. İz bırakanlardan. Sadece izi kalanlardan. Parmakta iz ve parmak izi. Sadece hayatın gündelik izini taşıyanlardan. Başlayanlardan ve bitirenlerden. Mesai başı ve mesai sonu. Ortası sıkış tepiş hayat yolculuğu. Medarı maişet motoru.
Fragmanlardan yüklen sonra. Ön kapıdan arkaya. Dur ortada. Sığınıver körük arasına. Yazının köpüğü burada. Hayatın körkütüklüğü. Yaşamayı arzulayıp da yaşayamadıklarının kösnüllüğü. Uzatma, körük işte! Açılıp kapanıyor aldığı(n) dönemeçlere göre. Her yerde ve herkeste söz birikiyor böylece. Sözler. Çoğunluk, henüz söylememiş, ne söyleyeceğini de bilmeyen üstelik. Azınlık, hep dilinin ucunda ama bir türlü söyleyemeyenler. Bilirbilmezler. Kırmamalı kimseyi, dökmemeli. Fragmanlar, araya giren parçalar, yazılar, görüntüler vesaire değil, bütünlük lazım millete. Unut gitsin en iyisi! Ungenach’ta fragman ve kırıntılarla yazmaya dalan Thomas Bernhard’dan gir, ani bir körük sallantısıyla çık, bırak kitabı elinden, siyasi kuruntularla devam et.
Gezici mi olacak bu yeni siyasal hareketler, gelenekçi mi? Yaşasınlar bu gerilimi ama ilerlesinler bir yandan da, öyle değil mi? Statükocu mu olacak, dönüşümcü mü; bu zamanda ve de bu ülkede sembolleri Stalin ve Türk bayrağı mı olacak, başka bir şey mi? Neden yeşil bayrak sallanıyor köprüden aşağıya acaba? Cezayir işgali mi var yine bir yerlerde? Özellikle de Cezayir’de!
Aşağısı Beylerbeyi, git biraz daha. Çengelköy. Hıyar seni! Bin uçağa. Cezayir yine. Bir Cezayir yapıp gelen, gitmişken uzuuuuun uzuuuuun hu çeken 68’in çiçek çocukları hep Fransa’da, Paris’te mi kaldı? Onların öyküsünü Agnes Varda anlattı. İzle ve sus! Daha ilerisine gitme. Kendi toplumuna bak. Kendi yoluna. İnsanına. Geç kapitalizmin geç altmış sekizine. Bekleme yapma köprü trafiğinde. Git Gezi’ye.
Bak geriye, bak geçmişe, bak aşağıya iyice. Tam aşağısı Ortaköy. Daracık bir sokakta sıkışık bir hücre evi, eski Kilise’nin tam karşısında. Git biraz daha, Beşiktaş. Ne dediklerini duydun: Onca yıl siyaset, örgüt, teori falan filan, sonra memlekette en güvendiğin odak Çarşı olsun. Oh olsun! Sen toplantı yaparken, çocuklar eğlenceyi ve vicdanı örgütledi tribünde. Çok kolay manipüle edilebilir de. Bakınız… diye analizlere giriş sonra. Yandan olsun.
Yan tarafta korkulukları köprünün. İnşa halinde bir nevi. Kalın halatlar. Çelik. Steel, Stalin. Kulaklıktan Robert Wyatt söylesin: Stalin was not stallin. Durduramazsın. Yazık valla bu gençlere. Bilmem kaç on yıl önce Rusya’da olup bitenler, bugün hâlâ ayak bağı siyasetlerine ve geleceklerine.
Kızacaklar bak ama. OGS ve HGS’den geçip iki tane çarpacaklar suratına. Metrobüse beleş. İtiş kakış her yanda. Dayak bedava. Hem geçiş sorunu da yaşanacak birazdan orta ve arka kapının tam altında. Birdenbire geçilmiyor öyle. Sancılı ve engebeli süreçler bunlar. Bilhassa inişlerde ve binişlerde. Sosyalizmde ve devrimde.
Yeni bir enternasyonalizm lazım bu âleme. Yeni bir Cortazar öyküsü belki de. Paris metrosunda, her gün turnikelerden giren insan sayısının, her gün turnikelerden çıkan insan sayısından 1 fazla olmasından hareketle toplanan ve çeşitli varsayımlar üzerinde duran bilim insanlarının verdiği nihai karar lazım bize de: Sürtünme yüzünden fiziksel olarak da yok olup gidiyoruz bu âlemde. Özellikle metrobüste.
Yolculuk olur da, solumuzdan sürtüşe sürtüşe her dönem eksilen yeni bir öznenin öyküsü, olma mı? Olur o da. Her yıl kurulan örgüt sayısının, her yıl dağılan örgüt sayısından 1 fazla olmasına dair “objektif” bir açıklama aynı zamanda.
Somut durumun somut analizi. Subjektivitenin objektif hali. Soyut biraz da. Ve acı. Çok acı. Rahatlar mı acaba Acıbadem’de? Hiç olmadı, Altunizade.
Anlaşıldı, sert bir toplantı olacak yine Altunizade’deki Petrol-İş binasının tepesinde. Başka bir işe yaradı mı sendikalar bugüne kadar acaba? Yeni bir sendikacılık lazım bu âleme. Yeni bir Aziz Nesin öyküsü belki de. Büyük Grev hep içimizde. Özel konuşmuyoruz, genel. Sert geçecek toplantı, belli oldu iyice. Ve gepgenel. Maddeler halinde gelenler, gelişigüzel:
1. Konumsallık – işlevsellik meselesi bağlamında yöneticilik.
2. Her tür bağlamdan kopuk, metro ile otobüs arasında idare etmecilik.
3. Şefler ve asistanlar düzeni.
4. Telefonlar ve yeni modelleri.
5. Gençlik sirkülasyonu, ego tatminleri.
6. Sabah akşam sirkülasyonu, arka kapı dibinde kalanların ezilmişlikleri.
7. Aman bizim dışımızda bir şey olmasın, kontrolü kaybetmeyelim hastalığı.
8. Aman içeride bir şey olmasın, kavga çıkmasın, sefer aksamasın duyarlılığı.
9. Şımarıklık, böbürlenme, kibir, küstahlık, “yaw he he” gırla.
10. Kimse inmezdi ki, neden inmeye başladı bu millet Burhaniye'de acaba?
11. Bürokrasi, aparatçik vb. bir şey yapmaktan çok olmaya çalışanlar.
12. Niye tıkandı ki böyle, Burhaniye’de bir buhran mı var?
13. Ego çekişmeleri, kilo kilo egolar ve egosantrizm.
14. Hırsından ve hıncından patlayacak galiba ayakta kalanlar.
15. Çözümleme hastalığı ve doğruculuk.
16. Tasvir/tanımlama hastalığı ve sözlükçülük.
17. Eleştiriye ve farklı düşünceye sansür ve küfürle yanıt veren bir akıl.
18. Köprü trafiği, geciken araçlar, talihsiz kazalar; her şey sakil.
19. Açıklığı, dürüstlüğü, sahiciliği, samimiyeti olmayan; imaja, büyüye, fısıldaşmaya, gizli hukuka ve en nihayetinde yalana dayanan bir sistem.
20. Yeter bu kadar, inelim, hem ne bilecek ki alem?
Yeter, gitmeyelim daha fazla sahiden. Girmeyelim içine. Saymayalım tane tane. Saçlara bakalım güzelce. Şekillere. Telefonlara bakalım. Ekranda dönenlere. Yüzlere bakalım. Ekşiyenlere. İş çıkışı yorgun argın evindeki kanapeye devrilmeye gidenlere. Yeter bu kadar işte. Aktarma yapalım Uzunçayır’dan Metro istikametine. Büs’ü de yok bu defa, son derece sade.
Du-diii-dit, du-diii-dit, du-diii-dit... hay allah, geçemeyeceğiz de turnikeden, yetersiz bakiye...
Bik, bik, bik, bik, bik, bik... gelen geçen vatandaşa anlat derdini, fazla akbiliniz var mıydı acaba, hadi bakiye...