Marx Türk Ocakları’nda
Kılıçdaroğlu helalleşmede önemli bir adım daha atacaktı ki, Türk Ocakları’nın Genel Merkezi yerinde ve iniş çıkışlı tarihine uygun bir müdahale ile karşı atağa geçti de, yoldan sapma eğilimlerinin önüne geçilmiş, helalleşme sakarlığının da yolu kesilmiş oldu.
CHP’nin pragmatist lideri Kılıçdaroğlu, yıllar önce attığı, (yazılmıyor atılıyordu değil mi?) twitler nedeniyle mahkum edilmiş İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ve İBB Başkanı İmamoğlu ile birlikte, milliyetçi, muhafazakar, siyaseten devletçi ve ille de anti - komünist Türk Ocakları’nın “Günümüz İslam Dünyasında Meseleler ve Çözüm Yolları” sempozyumuna katıldı. Sempozyumun açılışında yaptığı konuşmada, Marx’ın Feuerbach tezlerinin en çok alıntılanmış 11. Tez’i, “Filozoflar dünyayı yalnızca farklı şekillerde yorumladılar ama önemli olan onu değiştirmektir” aktarınca da kıyamet koptu.
Türk Ocakları Genel Merkezi zehir zemberek bir açıklama ile özellikle de sempozyuma katılan Canan Kaftancıoğlu’nu (Davetlilerin soyadları da ne ilginç, ne çok oğlu var, bu da erkek egemen toplumun bir yansıması mı dersiniz, ki Kaftancıoğlu erkek egemen toplumla mücadelede ön safta yer alanlardandır) “devlete seri katil diyenlerin Türk Ocakları toplantılarında boy göstermesi kabul edilemez” diyerek, biraz ölçü ve nezaket dışı bir ifade ile hem de iri puntolarla işaret ederek, davet sahibi İstanbul Şube yönetimini görevden aldı.
Görevden alınan şubenin başkanı Dr. Cezmi Bayram da yaptığı açıklamada davet meselesini, “kaş yapayım derken göz çıkartarak” ya da “eyvah ben ne yaptım” telaşıyla 1927 yılına kadar uzanarak şu ilginç sözlerle savundu: “1927 kurultayına giderken Hasan Ferid Cansever, Türk Ocakları’nın faaliyetleri ile ilgili bir rapor sundu. Bu raporda Türk Ocakları hangi alanda çalışacak derken ‘kötü yola düşen kadınların ıslahı için gayret göstermelidir’ diyor. Bunu genişlettiğimiz zaman, görüşü bize benzemese bile bu insanlara da doğru yolu göstermek, yanlıştan vazgeçirmek ve bunu yapmak Türk Ocakları’nın görev alanındadır. O yüzden biz her görüşten insana hitap etmek istiyoruz.”
***
Artık bu sözleri nasıl yorumlamalı; değerli Canan Kaftancıoğlu’nu “kötü yoldan kurtarmak”, laikliği din üzerinden de olsa savunmaktan bir türlü vazgeçmeyen Kılıçdaroğlu’nu, Müslüman olduğunu konuşmasında ısrarla birkaç kez vurgulamak gereksinimi duyan İmamoğlu’nu eğitmek için davet edilmiş olmalarını nasıl karşılamalı bilemiyorum. Ama bu konu, üzerinde daha çok konuşulacak, çok yorum yapılacak ya da şimdi benim yapmaya cüret ettiğim gibi şakayla geçiştirilmek istenecektir.
Kılıçdaroğlu konuşmasında Marx’ın sözlerini aktararak Türk Ocağı üye ve yöneticilerine “yorumla yetinmeyin eyleme geçin” mi demek istedi; eyleme geçerlerse neyleyeceklerini Ocağın tarihine bakarak biliyor olmalı değil midir? Herhalde onlara değildir bu sözler, geneldir, kendisinedir, hepimizedir. Bir de pragmatik bir siyasetçi olarak sol cenaha uzatılmış, onlar bu tür sözleri pek beğenmeseler de bir tür helalleşme çağrısı olduğunu söyleyenler de var. CHP stratejilerini kuşkuyla karşılayan “sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yemesi” misali “yine bir Ekmeleddin sürprizi ile karşılaşmayalım” sıkıntısındaki sola, “biz ne yaptığımızı biliyoruz, kopmadık solculuğumuzdan, Marx da okuyoruz kariyer de yapıyoruz işte” türünden, “ikimiz bir fidanın güller açan dalıyız” şarkısında olduğu gibi bir ilan-ı aşk olabilir mi. Sanmıyoruz.
***
Bu nedenle de Kılıçdaroğlu, son zamanlarda adeta devlet adına konuştuğu izlenimi veren MHP liderinin “ey Türk Ocağı yetkilileri siz nasıl böyle bir şey yaparsınız, Marx’tan alıntılar okuyanları nasıl davet edersiniz” şeklinde, sürçü lisan ile yaralı bir hitabetle de olsa, şimşeklerini üzerine çekmedi mi? Haklıdır Devlet bey; Türk Ocakları her zaman devletin bir sivil toplum örgütü, devleti ve sivili bir araya getirebilen tarihi bir oksimoron, bir NGO -Non Government Organization olarak görevini yerine getirmiş, partiler üstü olmayı başarmış teşkilatlarımızdan biridir. Her neyse, Kılıçdaroğlu helalleşmede önemli bir adım daha atacaktı ki, Türk Ocakları’nın Genel Merkezi yerinde ve iniş çıkışlı tarihine uygun bir müdahale ile karşı atağa geçti de, yoldan sapma eğilimlerinin önüne geçilmiş, helalleşme sakarlığının da yolu kesilmiş oldu.
***
Türk Ocakları Osmanlı’nın son demlerinde vücut bulmuş, her koşulda devletle bağını koparmamayı başarmış, gerektiğinde ya da kendisine gereği anlatıldığında kabuğuna çekilip yok olmayı başarmış ilginç bir örgüttür. Derneğin neredeyse ölene kadar başkanı Hamdullah Suphi Tanrıöver ile birlikte yönetimde yer alan Yusuf Akçura, Osmanlıcılığa karşı Türkçülük tezinin savunucusu olarak 1912 yılında Askeri Tıbbiye öğrencilerinin girişimiyle kurulduğunu söylemiştir. Ama derneğin neredeyse hiç değişmeyen özelliği her zaman devlet ile iç içe bir örgüt olmasıdır. İttihat Terakki ile başlayan bu iç içelik, daha sonra Cumhuriyet Halk Fırkası ile devam etmiş, 1931’de devlet uygun görmediği için kapatılmış, değişen koşullarda devlet Türk Ocağı yerine bir süre Halkevleri’ni uygun görmüştür. Türk Ocağı 1949’da yine ebedi başkan Hamdullah Suphi’nin girişimiyle canlanmış, 27 Mayıs’ta kapatılması Hamdullah Suphi’nin çabasıyla önlenmiş, süreç içinde yalnızca Türkçülerin bir örgütüne dönüşmüştür.
Partiler üstü olduğunu sık sık yineleyen örgütün amblemi Kurt Kafası’dır. Türk Ocakları’na kimlerin üye olabileceği konusunda Hamdullah Suphi’nin görüşü de dernek hakkında fikir vermesi açısından ilginçtir; “Ocak bir misyoner müessesedir, Ameleyi aldınız mı ertesi gün Ocak sosyalist bir kulüp olur.” Böylece yeterince açık bir ifade ile kendini tarif eden Türk Ocakları her döneminde anti-komünist bir yapı olmaya da özen göstermiştir. Derneğin dördüncü kurultayında Ödemiş delegesi olan ünlü sosyolog Muzaffer Şerif komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle soruşturmaya uğrayanlar arasındaydı. Daha sonra ABD’ye giden ve geri dönmeyen Muzaffer Şerif herhalde son tartışmada tarihin içinden çekip çıkarılarak kendisine başvurulan Hasan Ferid’in “Ocaklı denilince komünizm aleyhtarı anlaşılmalıdır” ilkesine ve ülküsüne uymayanlardandı.
***
Türk Ocakları en uzun ömürlü kuruluşların en önde gelenler arasında tartışmasız birincidir; arada kapatılmış olsa da ayakta kalabilmiştir. Zamana, zamanın ruhuna uymayı başarması da bu uzun ömrün “esbab-ı mucibesi” olsa gerektir. Arada bir devlet içindeki muhalefet hareketlerine ilgi duymuş, örneğin Serbest Fırka’yla kısa süreli, seviyeli bir ilişki yaşamış olsa bile, malı mülkü üyeleriyle birlikte devlete, yani CHF’na katılarak bedel ödemiş, bir daha da böyle bir şey yapmamıştır. Şu sıralarda siyaset ortalarda bir seyir izliyor, Türk Ocağı’ndaki tartışma da bu ortalamadan etkileniyor olmalı ki, demokratlık iddiasındakiler bile “davet ettikse bir sorun bakalım niye davet ettik, gayemiz eğitim” demekte, hatadan kısa sürede dönmeyi başarmaktadırlar.
***
Ama Genel Merkez derneğin değişmez karakterini yaptığı son açıklama ile net bir şekilde ifade etmiş bulunmaktadır. Şöyle denilmiştir:
“Türk Ocakları yönetiminin milliyetçilik konusunda hiç kimseden ders almaya ihtiyacı yoktur. Türk Ocakları parti siyasetinin dışındadır ancak Türk kelimesinden tüyleri diken diken olanlarla yol yürümemiştir, yürümeyecektir. Bizi yöneten siyasilere hazırlatırız k; biz parti siyasetinin tarafı veya hiçbir partinin arka bahçesi değiliz. Bizim tek kaygımız Türk Milletinin birliği ve Türk devletinin bekasıdır.
Kimse unutmasın ki merhum Dündar Taşer’in dediği gibi ‘Türk Ocağı fazla kurcalamaya gelmez, oradan Bozkurt çıkar. Bozkurt.’”