Bu sene Webster sözlüğünde en çok aranan sözcük sosyalizm olmuş. Orada, burada haberleri çıktı. Sosyalistler olarak sevindik, ümitlendik. Komünist Manifesto da, hep çok satan (kimbilir, belki de çok okunan) kitaplar arasında. Ne güzel.
Sosyalizme ilgi çok yani. Nedir, ne değildir? Kapitalizmi, Kapital’in/sermayenin düzenini gördük, anladık, yaşadık, yaşıyoruz; habire kriz, eşitsizlik, adaletsizlik, üç kuruşa uzun ve bıktırıcı çalışma saatleri, işsizlik (tehdidi ya da ta kendisi); güvencesizlik, gelecekten endişe... Kimileri için de daha beteri; savaş, yoğun sömürü, sefalet, açlık, ölüm... Peki ya alternatifi nedir bunun? Sosyalizm falan diyorlar, nasıl bir şeydir acaba? Yenir mi, içilir mi, kuru bir dilim ekmeği mi paylaşacağız, en iyisi bir Webster’a, sözlüğe bakıp öğrenelim. Ya da google’layalım, wikipedia da olur. Hımm, enteresan bir şeymiş. Ayy şu Rusya’da eskiden uygulanan şey mi, bak o kötü işte...
Herhalde, “sosyalizm”e sözcük düzeyinde merak salanların ve ilgili sözlük maddelerine ulaşanların aklından böyle şeyler geçiyordur. Konuya derinlemesine yönelip makalelelere, kitaplara dalanların, panellere, konferanslara katılanların, geçmişte neler yaşandığını enine boyuna araştıranların oranı o kadar da çok değildir.
Her neyse, “sosyalizm”in gördüğü bu sözlüksel ilgi üzerine bir makaleye denk geldim, İngiliz solcuların “New Statesman” dergisi ve sitesinde. (bakınız: http://www.newstatesman.com/2015/12/socialism-2015-s-most-looked-word-so-what-should-its-modern-definition-be ) Amerika’da Bernie Sanders sayesinde olsun, İnglitere’de Jeremy Corbyn sayesinde olsun insanlar merak etmeye başladı, kapitalizm ve krizden de usandı; ilgi iyi de, biz ısrarla “sosyalizm” diyince bu ilgiyi kaybederiz yine, modern bir tanım bulalım, “yeniden markalayalım” mealinde. Yahu bırak, hazır vatandaş merak ediyor, arayıp soruyormuş işte, ne değiştiriyorsun şimdi sosyalizmin adını, tanımını falan diyesiydim ama yazar ısrarlı.
Diyor ki, tamam ben de sosyalistim, en azından twitter’da profilime öyle yazabiliyorum ama düşünün bir, en sevdiğiniz tişörtünüzde çıkaramayacağınız büyük bir leke oluştu, onu çöpe atmaktan ve yeni bir tanesini almaktan başka çareniz var mı, onu toplum içinde giymeye devam edecek değilsiniz herhalde. Aynısı dil için de geçerli, tamir olamayacak denli çamura battıysa artık ona tutunup kalamazsınız.
Sosyalizme, sosyalizm demeyelim yani.
Ne diyelim, Mahmut mu diyelim?
Hadi biz işin kolayına kaçtık, sözcüğü öztürkçeleştirerek toplumculuk dedik, peki siz ne diyeceksiniz? Eşitlikçi-özgürlükçülük, yeni demokrasi (aman “ileri” olmasın da); halkçı toplum düzeni... böyle eşitlikli, özgürlüklü, işbirlikli, ortaklaşmalı bir şey, ayrımcılıkları ortadan kaldıran, kardeşçe, üretim araçları üzerinde özel mülkiyet falan da yok, tatlişko bir sistem, bilin bakalım nedir bu? Süüüüürp-riiiiiz.
Çekince nereden geliyor peki, yahut “leke”? Malum, eski sosyalist ülkelerden, Sovyetlerden, baskılardan, sansürlerden, kamucu/eşitlikçi uygulamalar başlatsa da özgürlüğün pek yanından geçmeyen deneyimlerden tabii ki.
Bütünlüklü bir kavrayış var mı peki geçmişe doğru? Tamam, eleştiri olsun, hatalar ve zaaflar ortaya konsun, onlardan ders çıkarıp kurtulalım, yeni sosyalizm deneylerinde onlardan uzak duralım da; eksikler ve yanlışlar neydi, neredeydi derken, kazanımları da hepten unutalım mı?
En iyisi eksileri ve artıları birlikte değerlendirelim, artıları geliştiren, eksileri de artıya dönüştüren bir anlatım içerisinde, gelecek sosyalizmin farkını gösterelim. Kazanımları unutmayalım yani. Ki bu kazanımlar, bugünkü sistemin de en büyük gediklerine işaret ediyor. Eğitim ve sağlık hizmetlerinin eşit ve parasız olması gerektiği yani. Evsizlik ve işsizlik sorunun ortadan kaldırılması gerektiği diğer yandan. Kamusal hizmetlerde toplumsal/eşitlikçi zeminin olabildiğince genişletilmesi. Bunlar sosyalizmin abecesi. İnsanca yaşamanın da.
Mülkiyet biçimi ise, olmazsa olmazı. Abeceyi ve olmazsa olmazı, ana değerler olarak belirledikten sonra, hatalarımızdan nasıl arınacağımızı, karar mekanizmalarında şeffaflığı ve doğrudan demokrasiyi nasıl hayata ve harekete geçireceğimizi, özgürlükçülüğü, baskı toplumu kurulmayacağını, feminist karakteri, kentsel ve çevresel sorunlara bakışı anlatmaya devam edebiliriz.
Bir şeyleri terk etmeye, tanımlar değiştirmeye değil; bütünlüğü görmeye, güçlendirmeye, zenginleştirmeye ihtiyaç var yani.
Geçmiş deneyimlerden gayrı, bugünkü deneyimlere baktığımızda da, yine kazanımları vurgulayıp, eksikleri ve gedikleri cesurca, açıklıkla paylaşmaya da ihtiyaç var.
Örneğin Venezüella. Chavezci iktidar, son seçimlerle birlikte hükümeti eski sağcı güçlere kaptırırken, son yıllarda hayata geçirdiği başarılı uygulamalarla birlikte, bıraktığı boşluklarla da var.
Chavez’in iktidara gelmesiyle birlikte kapsamlı sosyal programlar uygulandı. Özellikle eğitim ve sağlık alanında. Ama sosyalizm, salt sosyal programlar demek değil ki. Venezüella örneğinin en temelde öğrettiği, kapsamlı sosyal programlar uygulayan iktidarların, sistemin özüne, mülkiyet ilişkilerine dokunma gereği...
Ve soru formunda, bir ikincisi: Toplumculuğun katılımcı dinamikleri mi, sosyal programlar uygulayan otoriter liderler mi?..
Benzer deneyimler ve soru işaretleri Bolivya ve Morales için de geçerli. Sosyal programların sosyal sadaka programından ayrışıp kalıcılaşması, kararların yerel düzeyde de genel düzeyde de ortaklaşa ve doğrudan demokratik katılımla alınması, özgürlüklerin kısıtlanmaması, otoriter liderlik karşısında halkın öz örgütlenmesi, inisiyatifi ve katılımının inşası vb. önemli sorun alanları.
Evet, sosyalizm, sorunlarıyla birlikte var. Ve onları aşarak. İçinde, eleştiri iradesi ve yıkarken yapma gücü taşıyarak.
Ne yapalım, kendimizi mi gizleyelim, adımızı mı sakınalım, sorunlarımızdan mı kaçalım; hep yeni sözcükler ve tanımlar mı arayalım? Ne diyelim, Mahmut mu diyelim, mahmutist toplumcular mı olalım? İş zarfta değil ki mazrufta. En iyisi mazrufa yüklenelim... Kazanımları ve eksikleriyle; kazanımlarını gösterme ve eksiklerini giderme iradesiyle...