Kürtlerin seçimi: Kazanan, kaybettiren ve görünen tablo...

Bu yazının öngördüğümüz kapsamı çok sayıda vurguyu başlığa çekmeye olanak sunuyor. Bununla birlikte, birkaç gündür seçimle ilgili kaleme alınan onlarca yazıda yine isabetli biçimde tespit edilen, “Kürt seçmen CHP'ye kazandırdı”, “Yalan siyaseti, 'teröristleştirme' ve beka söylemi tutmadı”, “Halk AKP-MHP faşizmine dur dedi”, “Ekonomik kriz seçmeni AKP'den uzaklaştırdı” veya “AKP-MHP ittifakının gerilemesi toplumsal mücadeleye olanak sunuyor” gibi birçok vurgu var. Biz bu yazıda, benzer saptamaları mümkün olduğunca yinelemeden, seçimi “Kürt siyaseti” düzleminde ele almaya çalışalım.

Ancak öncelikle bir hakikati teslim edelim. Kürt siyasal hareketi (HDP) en elverişsiz koşullara mecbur edilmesine, iflah olmaz zorbalığa, her bir örneğiyle dehşete düşüren ayrımcılığa, örgütsel mekanizmalarında ortaya çıkan boşluklara, demir parmaklıklardan ve tabutlardan oluşan fotoğraf albümlerine rağmen... AKP-MHP iktidarının geriletilmesinin hem Kürtlerin mücadelesine, hem de Türkiye'de demokratik süreçlerin gelişmesine hizmet edeceğini söyleyerek seçime girmiş, adaylarını çıkarmış, kitlesel biçimde özveriyle oy vermiştir. Ve şüphesiz ki, bahsedeceğimiz tüm sayılar, saptamalar, eleştiriler bu parametreyi de göz ardı etmemelidir...

1- Kürtlerin seçim taktiği

HDP'nin seçim kararı (bütünüyle ele alındığında) Kürt politika tarihinde bir ilktir ve bana göre, sonraki seçimlerde tekrar edilmesi mümkün olmayacak bir karar olarak kalacaktır. “Batıda AKP-MHP'ye kaybettirmek, Kürdistan'da kayyumlara karşı kazanmak” olarak tanımlanan seçim taktiğini çözümlerken iki noktaya dikkat çekilebilir. Bunlardan ilki, Kürt hareketinin politik merkezinin, bölgede (Suriye'de) ortaya çıkan yeni gelişmeler sonrasında AKP'nin iktidar gücünün ve siyasi hegemonyasının zayıflamasını avantaj sağlayıcı bir unsur olarak görmesidir. İkincisi, AKP-MHP ittifakının dağılması, Türkiye'de Kürt sorununa çözüm çabalarının güçlenebilmesi ve HDP'nin siyasi varlığını olması gerektiği şekilde sürdürebilmesi için artık olmazsa olmaz görülmektedir.

Dolayısıyla, HDP açısından, seçim sürecinde uygulamada kimi örgütsel itirazlar ve yetersizlikler ortaya çıkmış olmasına ve somut kazanım açısından hedeflerin gerisinde kalınmasına rağmen izlenen yolun, yani alınan kararın yanlış olduğu düşünülmeyecektir. Çünkü genel anlamıyla amaca ulaşılmış, AKP-MHP ittifakı sandıkta yenilgiye uğratılmış ve iç tartışmaların fitili ateşlenmiş, ayrıca kayyumlara karşı da meşruiyet sağlayacak düzeyde bir başarı elde edilmiştir.

2- CHP-HDP yakınlaşması mı?

Kürt hareketinin tarihsel referansları, ideolojik formu ve daha önemlisi mevcut siyasal konumlanması ile CHP'ninkiler arasında olan hafifsenmeyecek mesafenin kapanması sanıldığından daha meşakkatli bir konudur. İki basit nedenle; birincisi, Kürt hareketi için, hareketin bölgesel karakteri ve statü arayışı, “sabit” ve “nihai” nitelik taşımaktadır. HDP seçmeninin önemli bir kısmının CHP'ye oy vermeye yönlendirilmesi bu pozisyonun değiştiğine değil asıl olarak güçlendirilmesi isteğine karşılık gelmektedir. CHP'nin Kürtlerin bölgesel çıkarları ile statü arayışını desteklemesi ise bu partinin artan sağcılaşma eğilimi ve Saray'a karşı gerçek bir mücadele yürütmek yerine daha çok denge ve uzlaşma varyasyonları oluşturma çabasında olduğu düşünüldüğünde mümkün değildir.

İkincisi, CHP'nin önümüzdeki dönem AKP-MHP tarafından (farklı söylemlerle olsa da) daha fazla “milliyetçilik” basıncı altına alınacağı öngörülebilir. Seçimlerde HDP'nin adını anamayan (ya da topluma kazandırılması gerektiğini düşünen); seçim sonrası örneğin Muş'ta ve benzer yerlerde yapılan adaletsizliği gündeme getirmekten ürken CHP yönetiminin ve belediye başkanlarının milliyetçilik basıncına direnememesi ve Kürt siyaseti ile mesafeli durması kuvvetli bir olasılıktır.

3- AKP seçmene kayyum atadı

Birçok haber sitesinde konu edildi ve HDP milletvekilleri de uzun süredir gündeme getiriyor: Son seçimde partilerin aldığı oy oranları, ayrıca önceki seçim sonuçları ve seçmen sayılarındaki farklılaşma incelendiğinde, AKP'nin Şırnak Merkez'e asker ve polis taşıyarak aylar öncesinden planladığı bir operasyonu hayata geçirdiğini açıkça görebiliriz. Bununla birlikte Kürt hareketi için tarihsel önem taşıyan Uludere (Roboski); Eruh, Şemdinli gibi ilçelerin de AKP tarafından alınması bir anlam taşıyor. Rejim kayyum atayarak elde edemediği meşruiyeti, nüfus mühendisliğiyle ya da şöyle söyleyelim seçmene de kayyum atayarak elde etmeye çalışmış görünüyor.

Peki ama AKP neyi amaçladı?

Şöyle yorumlanabilir kanımca: AKP'nin kayyum atadığı tüm belediyeleri seçimde kazanacağını düşündüğüne inanmak için bir nedenimiz yok. Bir siyasal özne ve devlet gücü olarak kayyumların çoğunluğunu tekrar kazanamayacağını görebilen AKP, Kürt hareketine karşı elini güçlendirecek ve yeni kayyum atamalarının bahanesi olacak bir meşruiyet zemini inşa etme yolunu seçti. Yani kayyum atanan belediyelerin tamamını değilse dahi bir kısmını ele geçirip, kayyumların halk tarafından benimsendiği, iktidarın doğru bir karar verdiği savıyla yeni kayyum kararlarının yolu açılacaktı. Burada AKP açısından beklenmeyen gelişme ise, Kars'ın HDP, İstanbul ve Ankara'nın CHP tarafından kazanılması ve iktidarın daha büyük bir meşruiyet kriziyle karşı karşıya kalması oldu.

4- HDP neyi eksik bıraktı?

Kürt coğrafyasında bulunan il ve ilçelerdeki seçim sonuçlarına bakıldığında HDP açısından önceki yerel seçime göre bir gerileme olduğu görülebilir. Kürt hareketi için önemli olan kimi büyükşehirler ve “hendek savaşları” döneminde yıkıma uğrayan birçok ilçede belediyeler geri alınmış olsa da kayyum atanan 96 belediyenin yarısı geri kazanılamamıştır. Elde edilen belediye sayısı da parti yöneticilerinin 120-150 arasında dillendirdiği beklentilerin çok gerisinde 60 civarında olmuştur.

Öte yandan, kazanılan belediye sayısındaki bu azalışın baskı politikaları, tutuklama gibi dışsal nedenlerle bir yere kadar açıklanabileceğini HDP temsilcileri de kabul etmekte, özeleştiri yapılacağı söylenmektedir.

Peki söz konusu eksilmeye dair, HDP'den kaynaklanan, yani öznel gerekçeler nelerdir? Bu konuda HDP yöneticilerinin yaptığı değerlendirmelerde ilk elden şunlar ifade edilmektedir:

- AKP tarafından belirli noktalara taşınan oylara karşı tedbir alınamaması, teknik hazırlıklarda eksiklik

- Kayyumların belediyecilik faaliyetlerine yeterli yanıt üretilememesi ve yolsuzlukların somut verilerle teşhir edilememesi

- Adayların geç açıklanması ve bazı bölgelerde yanlış aday tercihi

- Seçim deneyimi olan kadro sayısındaki yetersizlik

- Seçim propagandasının esas olarak kayyum karşıtlığına daralması

Tüm bunlara ek olarak; Kürt siyasal hareketinin politik-ideolojik kimliğinin yerleşiklik kazanmadığı, geçmişte devletle ilişkilenmiş ve gerici ideolojik-politik özellikler barındıran Kürtlerin yaşadığı bölgelerde bazı kesimlerin AKP tarafından manipüle edildiğini ve yine bazı belediyelerde kayyum faaliyetlerinin halk tarafından takdir edilebildiğini de ekleyelim.

5- Dersim'de solun kazanımı

Dersim'deki seçim neticesi söz konusu olduğunda, tek sonuca iki farklı değerlendirme yapmak zorundayız.

Komünist kimlikle halkçı belediyeciliğin ileri örneklerini hayata geçirerek sosyalist mücadelenin inandırıcılığına ve yaygınlaşmasına katkı sunan Fatih Mehmet Maçoğlu ve yoldaşlarının başarısı, şüphesiz ki sosyalist hareketimizin ve toplumsal muhalefetin bir kazanımı olarak görülmelidir. Saray rejimi, karşısına çıkan tüm insanlık izlerini silip, ülkemize içi doldurulmuş bir mumya muamelesi yaparken, Dersim'in komünist bir belediye başkanı tarafından yönetilecek olması umut veren, güç kazandıran, sosyalist hareketimize olanaklar sunan bir özellik taşımaktadır. Büyüyerek devam etmesi için dayanışma içinde olunmalıdır.

Öte yandan, seçimlere giden süreçte ortaya çıkan kayyum tartışmaları, Ovacık modelinin Maçoğlu şahsında somutlanmış (daralmış) olmasının yarattığı handikapların giderilmesi ve son birkaç yılını “sola düşmanlık”, “Kürtlere düşmanlık”, “ihbarcılık” suçlamalarının gölgesinde geçiren bir siyasi partinin ortaya çıkan başarıdan nemalanmaya, meşruiyet türetmeye çalışması ise Dersim kazanımını değersiz kılamayacak başka konulardır...