İttifaktan sonra: 'Türkiyelileşme'nin sonu mu geldi?

Kürt halkının haklı, meşru ve artık acil sayılması gereken taleplerinin Türkiye’nin diğer halkları ve işçi sınıfı içinde savunulmasının ve kabul edilebilir hale gelmesinin siyasal araçlarını, politik dilini ve ittifak kültürünü oluşturma sorumluluğu da hala omuzlarımızdadır…

Bir yolunu bulup, içinde bulunduğumuz durumu eleştirel bir akılla taramak ve potansiyel geleceğimizi gözler önüne sermek zorundayız. Aksi halde, sadece toplumun örgütsüz kesimleri değil, solumuz da asla tatmin olmadan nalıncı keseri gibi kendine yontmaya ve bir ahlaki çöküntüye de teslim olmaya devam edecek.

Bize dair bir politik sürecin, bizim olan bir sosyalist örgütün, parçası olduğumuz bir sol ittifakın ya da sevgili liderlerimizin eleştirisini yapmanın, geliştirici olacağını umarak eksikleri masaya yatırmanın ne yazık ki zorlukları oluştu. Öte yandan, hali hazırda 21 yıllık, her yanı çürümüş bir iktidarın zaferi karşısında tartışılması gereken birçok konu da heybemizde birikti. Fakat buna rağmen henüz pek kimse oralı değil. Böyle bir tartışmanın hakkıyla, düşmanlaşmadan, oto-sansür uygulamadan ve daha önemlisi muhatabın dinleyeceğine dair bir güvenle yapılması, içinden geçtiğimiz bu dönemde pek kolay görünmüyor.

Ben kendi adıma; sol-sosyalist örgütlere nüfuz etmiş ve zemini de çoraklaştıran bu tabloyu yaratan çok önemli bir nedenin, sol hareket üzerindeki “aydın etkisi”nin tükenmesi olduğunu yazayım. Sosyalist aydınların, Türkiye solunun siyasal strateji, teorik dayanak, ideolojik tutarlılık ve hatta örgütsel kültür oluşturmasına hizmet eden eleştirel, geliştirici ve ileriyi gösteren birikimi, 1960’lardan 90’lara gelen süreçten farklı olarak, 2000’li yıllarda gözden uzaklaştı. Türkiye söz konusu olduğunda, AKP’nin toplumsal yapıyı, siyasal kültürü ve sosyolojiyi değiştirmesine alternatif üretememiş olmamızın önemli nedenlerinden biri, “aydın müdahalesi”nden yoksunluktur. Mahrum kalarak günlük siyasete ve vasata sürgün edilmemizdir. Sosyalist hareketlere etki edemeyen aydın ise bağımsızlığını ilan etti. Ve şimdi aydınından boşanmış sosyalist hareketin kendi röntgenini çekme çabasına tanık oluyoruz.

Ne var ki, bir Galileo öğretisinden esinle söylersek; ölçülebilir olanı ölçmeye, ölçülemez olanı da ölçülebilir hale getirmeye çalışacağız, çünkü yaşadığımız tarihi kırmak ve yeniden yapmak zorundayız…

***

Emek ve Özgürlük İttifakı’nın başarısı yahut başarısızlığı, oy kaybının nedenleri, Kılıçdaroğlu’nun desteklenmesinin doğruluğu-yanlışlığı gibi birçok başlık tartışıladursun, biz bu yazıda konunun Türkiye solu ve Kürt siyasal hareketi ilişkisi açısından ayırt edici olduğunu düşündüğümüz bir diğer yanını ele alalım: Seçim sonuçları, Kürt siyasetinin son 20 yılında temel yönelimlerinden biri olan “Türkiyelileşme” perspektifini ortadan kaldırdı mı?

Yıl 1967, Nihal Atsız “Kızıl Kürtlerin Yaygarası” isimli makalesinde, Kürtlerin “doğunun az gelişmişliği” üzerine farkındalık yaratma çabalarını “Kürtçülük” olarak tanımlamış ve Kürtlerin bir ulus değil, Perslerin ilkel bir kolu olduğunu ve “kültür” ile “tarih”ten yoksun kaldıklarını yazmıştı. Ermenilere yapılanları Kürtlere hatırlatan Atsız, Türklerin başını belaya sokmadan yok olup gitmelerini söylüyordu.

Ama önemli olan kısım burası değil, önemli olan o dönem Kürt öğrenci derneklerinin Atsız’a bir bildiriyle verdikleri yanıttır: “Kim kimi kovuyor, hodri meydan!” *

“Türkiyelileşme”nin bir ayağı Kürt öğrencilerin bildirisindeki başlıktır. Türkiye Türklerin ve diğer ulusların olduğu kadar Kürtlerindir de. Kürt toplumu ve Kürtlerin ana akım siyasi odakları bugün hala aynı noktada duruyor. Seçim sonrası yapılan araştırmalarda dahi Kürtlerin önemli bir kısmının kendini Türkiyeli olarak gördüğünü söylemesi ve Türkiyelileşme siyasetinin devam etmesini savunması dikkate değer bir gösterge sayılmalıdır.

***

“Türkiyelileşme”nin yine sağlam basan ikinci ayağı ise biraz daha detaylı bir değerlendirmeyi hak ediyor:

Kürt siyasal hareketi ve Türkiye solunun 1960’lardan bu yana süren gelişim süreçleri karşılaştırıldığında belirgin bir asimetriden söz edilir. 1960’lar Türkiye’deki sol örgütlerin siyasal canlanmasının ve ideolojik kimliğinin oluştuğu evredir. 70’lerde yükseliş, sonra iktidar perspektifinin kaybedilmesi ve 80’lerde 12 Eylül darbesiyle birlikte bir çöküş söz konusudur.

Kürt siyasal hareketi için ise durum benzer değildir, hatta tersi bir gelişim yaşandığı da söylenebilir. 70’lerde ortaya çıkan Kürt hareketi, 80’lerde Türkiye solu dağılıp, toplumsal kesimler üzerindeki dönüştürücü etkisini kaybetmişken yükselişe geçmiş ve 90’larda sosyalist blok çökerken bağımsız duruşunu ilan etmiştir. Kürt hareketinin yükselişi 90’lı ve 2000’li yıllarda sürmüş, Türkiye Kürtleri söz konusu olduğunda bir siyasal hegemonya inşa edilebilmiştir.

Bugünkü güncel tanımıyla Türkiyelileşme perspektifinin ortaya çıkışına bu gelişim asimetrisi kaynaklık eder. 1980’den sonra Türkiye’nin batısında Kürtlerin politik ve kültürel talepleri, değişim özlemi, barış isteği ve çözüm çabalarının yansımasını sağlayacak ve bunu Türkler nezdinde kabul edilebilir kılacak etkili bir sol siyasi aktör ortaya çıkmamıştır. Kürt hareketi ise bu boşluğu başlangıçta seksiyon örgütlerle doldurmak istemiş, daha sonra ise Türkiye sol hareketiyle müttefiklik veya bir tür “kader ortaklığı” arayarak kapatmaya çalışmıştır.

Şöyle tekrar edelim: Kürt halkının ve siyasal örgütlenmelerinin, Türkiye’nin batısında politik/ideolojik iklimi etkilemek ve Kürtlerin taleplerini de Türkiye sathında siyasal alana yerleştirmek ihtiyacıyla belirlediği yönelimi bugün “Türkiyelileşme” olarak tanımlıyoruz. Bu yönelim kaçınılmaz olarak ve doğru bir tercihle; Türkiye sol hareketiyle ilişkilenmeyi gerektirmiş ve sosyalist hareketlerin güçlenmesine katkı sunma anlayışını da ortaya çıkarmıştır. Türkiyelileşme perspektifinin karakterini belirleyen asıl gaye, Kürt halkının haklı ve meşru taleplerini Türkiye’nin batısında ve Türkiye sol hareketi etkisiyle dikkate alınır ve kabul edilebilir bir zemine taşımaktır. Özetle, Türkiyelileşme deneyiminde esas olan, Kürtlerin Türkiyeli olma hissinin güçlendirilmesi, bir Kürt partisinin batıdan daha fazla oy alması ya da daha fazla milletvekili çıkarmasından öte, batının Kürtlerin varlığına ve taleplerine daha fazla taraftar olması ve Kürt sorununun çözümüne yol açılmasıdır. Üstelik Türkiyelileşmenin karakterini oluşturan bu temel, yakın zamanda ya da HDP ile değil, HEP’in kuruluş sürecinden itibaren inşa edilmiştir.

Bununla birlikte, Kürt halkının sınıfsal, siyasal ve kültürel taleplerinin batıda yasal siyaset araçlarıyla savunulması, sadece Kürt örgütlenmelerin çıkarları, maksadı, çabası ve aritmetiğiyle belirlenen bir çerçeveye sıkıştırılamaz. Türkiyelileşme, Kürt ve Türk coğrafyasında etkili olan örgütlerin ittifakını da aşarak, “Türkiye’nin birliği” zemininde tartışılabilir. Buna göre, Türkiye sosyalist solu, bir izleyici olmaktan öte, Kürtlerin meşru taleplerinin ve çözüm arayışının batıda karşılık bulması için kendi bağımsız devrimci siyasetini kurmak ve hayata geçirmekle sorumlu kılınmalıdır. Ya da şöyle de söyleyelim; Kürt siyasal hareketi, yukarıda bahsettiğimiz gelişim asimetrisinden beslenen vasfının, Türkiye sosyalist solunun bağımsız devrimci siyaset kurma çabasının önüne bir bariyer olarak dikilmesine karşı da yöntem geliştirmelidir.

Çünkü “Türkiyelileşme” çabasının başarılı olduğu siyasada ortaya çıkacak bir diğer sonuç, sınıf siyaseti odaklı sol hareket ile Kürt yoksulları arasında bağlaşıklık oluşmasıdır. Bu bağın, sağ siyasal hegemonyayı kırarak Kürt sorununun çözümünün önünü açması ve işçi sınıfının iktidar mücadelesi açısından önemi muhakkaktır. Ulusal mücadele ile sınıf mücadelesi birbiriyle ne kadar sıkı kaynaşırsa devrimin fitili de o kadar çabuk ateşlenir…

***

Son olarak, seçim sonuçlarının etkilediği ve saydam olmayan atmosferde, Türkiyelileşme perspektifinin zaafa uğradığı ve sonuç vermediği de bugünlerde sık tartışılıyor. Çoğu Kürt ulusalcıları veya Türkiye soluyla ittifak kurulmasına karşı olan liberal İslamcılar olmakla birlikte, hareketin organik parçası olan devrimcilerin de benzer tepkileriyle karşılaşılabiliyor. Bu tip değerlendirmelere göre, uzun süreli çabanın ve fedakarlığın, bırakın Kürtlerin mücadelesinin batıda yankı bulmasını, HDP’nin geçmiş seçimlerde aldığı oyların bir kısmının kalıcı olmasını dahi sağlamadığı ve örneğin bu oyların TİP’e geçmesi bir argüman olarak ileri sürülüyor.

Seçim döneminde yaşanan gerilimler ve süreç yönetimindeki zafiyet şimdilik bir kenara, Türkiye İşçi Partisi’nin Türkiye’nin batısında elde ettiği sonucun, Türkiyelileşme çabasının yukarıda özetlemeye çalıştığımız karakterine ve asıl amacına aykırı olmayan bir nitelik barındırdığı açıktır. Uzun yıllardır emekle inşa edilmeye çalışılan “Türkiyelileşme”, bağımsız bir sol siyaset kurmaya çalışan bir örgütün batıdaki başarısıyla, eşik atlama ve somut kazanıma dönüşme potansiyeline sahiptir. Kürt hareketinin politik temsilcilerinin yaptığı açıklamalar, bu potansiyelin göz ardı edilmediğini ve bu itibarla Türkiye sol sosyalist özneleriyle kurulan ittifak ilişkilerinin hala önemli kabul edildiğini gösteriyor.

Bununla birlikte, Türkiye sosyalist solunun; toplumsal alanın ve seçmen kitlesinin de etkilediği kendi formasyonunun gerçekliği ile “Türkiye devrimi için Türkiye’nin birliği” arayışının sola yüklediği görevler arasındaki gerilimi, halkların birlikte mücadelesi lehine aşmanın yolunu bulması kaçınılmaz görülmelidir. Seçimle ortaya çıktığı düşünülen potansiyel siyasallaştırılmalı ve birlikte mücadelenin bir unsuruna dönüştürülmelidir. Kürt halkının haklı, meşru ve artık acil sayılması gereken taleplerinin Türkiye’nin diğer halkları ve işçi sınıfı içinde savunulmasının ve kabul edilebilir hale gelmesinin siyasal araçlarını, politik dilini ve ittifak kültürünü oluşturma sorumluluğu da hala omuzlarımızdadır…


* Türkiye’de Kürt Ulusal Hareketi: Direnişin Söylemi, Cengiz Güneş, Dipnot Y.