Kur-ihracat ilişkisi neden kopuk?
Türkiye’yi, sermayenin mutlak tahakkümünü öngören ve 24 Ocak 1980 kararları ile uygulanmaya başlanan neoliberal politikalardan kurtarmadan, ekonomimizin yapısal sorunlarını çözmek olası değildir.
Bakan Mehmet Şimşek ihracat ile döviz kuru arasındaki ilişkiyi değerlendirdiği X paylaşımında, ihracatın ana belirleyicisinin yurt dışı talep olduğuna dikkat çekerek; “Kurun önemli bir etkisi yoktur” demiş. Ardından da Türkiye’nin dünya ticaretinden daha çok pay alması ve kazanımlarını kalıcı hale getirmesi için verimlilik artışı, inovasyon, yüksek katma değerli mal üretme ve markalaşmanın önemini vurgulamış. İyi de yapmış! Bununla beraber yine işin aslını göz ardı etmiş: Sanayinin dışa bağımlılığından, hammadde (ara mallar) ithal etmeden üretim ve ihracat yapamadığımızdan hiç söz etmemiş. Nasıl etsin ki? Ederse kendisini inkâr etmiş olacak. Çünkü bakan ve bakan gibi neoliberal safsatalara inananlar için önemli olan sıcak paraya dayalı sahte cennet yaratmak, finans kapitali memnun etmektir! Bunların siyasi ajandalarında ve X sosyal medya mesajlarında, Türkiye ekonomisinin cari açık, enflasyon, işsizlik, düşük tasarruf ve yatırımın milli gelir oranları, düşük faktör verimliliği, imalat sanayinde ortaya çıkan yoğun kartelleşme, tekelleşme eğilimleri ve düşük kapasite kullanım oranları gibi yapısal sorunları ve gerçeklikleri hiçbir zaman yer almaz.
Türkiye’de kurun ihracat ve ithalat üzerindeki etkisi belirsizdir:
Ana akım iktisada göre (hâlihazırda tüm üniversitelerde öğretilen, egemen olan iktisadi yaklaşım) -diğer şeyler sabitken- bir ülke parası diğer ülke paralarına karşı değer kaybediyorsa, yani reel kur düşüyorsa, o ülkenin ihracatının artması; buna karşılık ithalatının azalması gerekir. Bunun temel nedeni ise ulusal paramız değer kaybettikçe bizim ürettiğimiz ve ihraç ettiğimiz malların ucuzlaması; diğer taraftan yabancı malların ise pahalı hale gelmesidir. Ne yazık ki ana akım iktisadın bu öngörüsü bizde pek işe yaramaz. Çünkü izleyen iki grafikte görüldüğü gibi kurun ihracat ve ithalat üzerindeki etkisi belirsizdir. İlk grafik, Aralık 2013-Aralık 2023 döneminde, 12 aylık hareketli ortalamalara göre TÜFE Bazlı Reel Efektif Döviz Kuru ile toplam ithalat ve ihracattaki gelişmeleri; ikinci grafik ise yine aynı dönemde TÜFE Bazlı Reel Efektif Döviz Kuru ile hammadde (ara mallar) ithalatı ve ihracattaki gelişmeleri göstermektedir.
Kaynak: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) ve Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri kullanılarak yazar tarafından üretilmiştir.
Kaynak: TCMB ve TÜİK verileri kullanılarak yazar tarafından üretilmiştir.
Her iki grafiğe göre de genel olarak reel kur düştükçe (kırmızı çizgi ile gösterilen TÜFE Bazlı Reel Efektif Döviz Kuru doğrusunun düşmesi TL’nin reel olarak değer kaybettiği anlamına gelir) ithalat azalmamakta, aksine artmaktadır. İthalat arttıkça da ihracatımız artmaktadır. Bunun temel nedeni ise en büyük ihracatçı sektörümüz olan imalat sanayinin dışa bağımlı olmasıdır. Yani anlayacağınız ithal girdi olmadan üretim ve ihracat yapamamasıdır. Son zamanlarda ise TL’nin reel değeri aynı kalmasına rağmen, izleyen grafikte görüldüğü gibi, geniş iktisadi sınıflandırmalara göre ithalatın yapısında tüketim malları ithalatı lehine değişim (2022’de %8,38 olan tüketim malları ithalatının toplam ithalattaki payı 2023’te %13,17’ye artarken; 2022’de %80,40 olan hammadde (ara malları) ithalatının payı %72,20’ye gerilemiştir) girdi ithalatının düşmesi ile ihracatı olumsuz etkilemiştir. Yani bakanın, ihracatta kurun önemli bir etkisinin olmadığı söylemi, hammadde ithalatı yapmadan üretip ihracat yapamadığımızı, üretmeyince de istihdam da yaratamayacağımızı, yani sorunun içeriden kaynaklı olduğunu açıkça gösteriyor. Zira bütün bunlar global düzeyde başta enerji olmak üzere tüm emtia fiyatları düşerken oluyor.
Kaynak: TÜİK verileri kullanılarak yazar tarafından üretilmiştir.
Kamucu iktisat politikalarına gereksinim var:
Türkiye’yi, sermayenin mutlak tahakkümünü öngören ve 24 Ocak 1980 kararları ile uygulanmaya başlanan neoliberal politikalardan kurtarmadan, ekonomimizin yapısal sorunlarını çözmek olası değildir. Bu da yetmez; bu politikaları uygulamanın kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkan erken sanayisizleştirme süreci ile sermaye hareketlerinin kontrolsüz bir biçimde serbestleştirilmesi ve AB ile yapılan Gümrük Birliği anlaşmasının ekonomiyi dışa bağımlı kılan ana dinamikler olduğu gerçeğini de kabul etmek gerekir. Bu da yetmez; el parasıyla saadet olmayacağını anlamak gerekir. Bu da yetmez; kamunun öncülüğünde yeni bir plan anlayışı çerçevesinde yeni bir sanayileşme hamlesi başlatılması gerektiği gerçeğini her şeyin önüne koymak gerekir.
Uluslararası rekabet gücünü artırmanın yolları belli:
Bilindiği gibi uluslararası rekabet gücü, bir ülkenin ihracatının göreli maliyetini ve değerini ölçer. Uluslararası rekabet gücü kısa dönemde enflasyon ve döviz kuru; uzun dönemde ise eğitim ve sağlık hizmetlerinin yaygınlığı ve kalitesi, kurumların işlevselliği, ülkede yolsuzluğun düzeyi ile verimlilik ve üretilen malların kalitesini belirleyen makroiktisadi ortam tarafından belirlenir. Ayrıca Türkiye’nin katma değeri yüksek mal üretmesi ve ihraç etmesi gerekliliğini bakan gibi herkesin bildiği bir gerçektir. Öte yandan sermaye ve iktidar çevrelerinin dillendirmekten özenle kaçındığı bir diğer gerçek ise katma değeri yaratan esas faktörün emek olduğu, emeğin nitelik ve nicelik olarak artırılması gerektiği, emeğin niteliğini artırmak için ise laik, demokratik ve bilimsel eğitime gereksinim olduğudur. Bakan ve iktidarın yapması gereken, sanayiyi bir an önce dışa bağımlılıktan kurtaracak politikaları uygulamaktır. İthal girdileri üretecek yerli sanayilerin bir an önce kurulması gerektiğini bilmek ve dillendirmektir. Yapılması gereken; enflasyonu düşürme adına kur artışlarını enflasyon oranının altında artırmak, buna da zaten kur ile ihracat arasında yakın bağ yok diyerek gerekçe üretmek değildir. Bu nedenle keşke bakan; ödünç rezervler üzerinden bankalarla yapılan swaplarla brüt rezervleri artırmak ve finans kapitali memnun etmek üzerine kurgulanan bir iktisadi politikayı başarı hikayesi gibi anlatmak yerine, sanayiyi dışa bağımlılıktan nasıl kurtaracağını, ülkenin uluslararası rekabet gücünü kalıcı bir biçimde artırmanın yollarını anlatsaydı daha inandırıcı olurdu.