Kur geçişkenliği ve Kasım ayı enflasyonu

Merkez bankaları para politikaları ile ilgili kararlarını oluştururken çeşitli modeller kullanır. Bu modellerde yer alan en kritik parametrelerden birisi kur geçişkenliğidir. Kur geçişkenliği, döviz kurundaki değişmeye karşılık, bir ülkenin ithalat fiyatları ile üretici ve tüketici fiyatlarındaki değişmelerin derecesini ifade eder. Yani, döviz kurundaki artışın fiyatlara olan yansımasını gösterir. Döviz kurundaki yüzde 1’lik değişme karşılığında fiyatlardaki yüzde değişimi verir bize. Fiyatların döviz kuru değişmelerine vereceği tepki ülkeler arasında farklılıklar gösterir. Bu farklılıklar ülkelerin dışa açıklık derecesi ve ithalat yapılarındaki farklılıklardan kaynaklanır. Kur geçişkenliği konusu, özellikle ulusal parasını devalüe ederek ihracatını artırmaya çalışan başta Doğu Asya ülkeleri olmak üzere bizim gibi yükselen ekonomiler için son derece önemli bir konudur. Çünkü böyle bir politika çoğunlukla ülkenin ihracatını ve milli gelirini artırırken; enflasyonu ve makro iktisadi istikrarı bozucu etkiler de yaratabilir. Bu olumsuz etkiler bizim gibi yoğun dolarlaşmanın yaşandığı ve sanayisi büyük ölçüde ithal girdilere dayalı ekonomiler için daha belirgin hale geliyor ve daha kısa sürede ortaya çıkıyor. Ulusal paramızda ortaya çıkan son dönemdeki sert değer kayıpları, ithal mallarının fiyatlarını ve üretim maliyetlerini TL cinsinden hızla artırarak kısa zamanda enflasyon üzerinde önemli artırıcı etkilere neden olabiliyor. Ulusal paramızın değer kaybının yurt içi fiyatlara iki türlü etkisinden söz edebiliriz. İlk olarak değer kaybının yarattığı etki ağırlıklı olarak ithal mallarda ve ithal girdi kullanan yerli mallardaki fiyat ayarlamaları biçiminde ortaya çıkıyor. Bu tür etkilerin, enflasyon üzerinde geçici artırıcı etkileri oluyor. Oysa diğer etkide fiyat artışları sadece ithal edilen mallarla sınırlı kalmıyor ve tüm ekonomiye yansıyor. Çoğunlukla enflasyon beklentilerindeki artıştan kaynaklanan bu yansıma, enflasyonda geçici değil sürekli artışa neden olabiliyor.

Kur geçişkenliğinin enflasyona yansımalarını tüm açıklığıyla Kasım ayı enflasyon rakamlarında görebiliyoruz. TÜİK’in yayımladığı Kasım ayı enflasyon rakamlarına göre 2020 yılı Kasım ayında Tüketici Fiyatları Endeksi’nde (TÜFE); bir önceki aya, Ekim ayına göre yüzde 2,30; 2019 yılının Aralık ayına göre yüzde 13,19; 2019 yılının Kasım ayına göre yüzde 14,03 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 12,04 artış gerçekleşti. Yıllık en düşük artış yüzde 0,67 ile alkollü içecekler ve tütün grubunda gerçekleşirken; 2019’un Kasım ayına göre artışın düşük olduğu diğer ana gruplar sırasıyla, yüzde 0,99 ile giyim ve ayakkabı, yüzde 5,19 ile haberleşme ve yüzde 7,00 ile eğitim oldu. Öte yandan, artışın yüksek olduğu ana gruplar ise sırasıyla, yüzde 29,42 ile çeşitli mal ve hizmetler, yüzde 21,08 ile gıda ve alkolsüz içecekler ve yüzde 18,67 ile ulaştırma oldu.

İşlenmemiş gıda ürünleri, enerji, alkollü içkiler ve tütün ile altın hariç TÜFE’de 2020 yılı Kasım ayında bir önceki aya göre yüzde 2,14; bir önceki yılın Aralık ayına göre yüzde 13,26; bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 13,72 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 11,50 artış gerçekleşti. İşlenmemiş gıda ürünleri, enerji, alkollü içkiler ve tütün ile altın hariç düzenlenen B çekirdek enflasyonu yıllık yüzde 13,72’ye, enerji, gıda ve alkolsüz içecekler, alkollü içkiler ile tütün ürünleri ve altın hariç C çekirdek enflasyonu da yıllık yüzde 13,26’ya yükseldi. B çekirdek enflasyonunda aylık artış yüzde 2,14; C çekirdek enflasyonunda yüzde 2,12 oldu. Yurt içi üretici fiyatları da aylık yüzde 4,08 artarak yıllık yüzde 23,11’e ulaştı.

Kasım ayı enflasyon rakamları toplumun her kesiminde kaygı uyandıracak gelişmeleri içermekte. Şimdi bunları anlamaya çalışalım. Bunun içi bazı grafiklere başvuracağız. Daha önce de yazdığımız gibi TÜİK, tüketici fiyatları ve üretici fiyatları farklılığını gözeterek, TÜFE ve ÜFE olarak iki ayrı endeks düzenler. Ayrıca fiyatlar üzerindeki yurt dışı etkisini arındırmak için, yurt içi üretici fiyat endeksi (Yİ-ÜFE) de düzenlenmektedir. Bunlara ek olarak para politikasının etkilerini daha rahat görebilmek amacıyla, gıda, enerji gibi bazı malların endeks kapsamı dışında bırakıldığı, çekirdek enflasyon hesabında kullanılan endeksler de düzenlemektedir. İzleyen grafikte TÜFE, Yİ-ÜFE ve çekirdek enflasyonlardaki (B ve C) 2018 Ocak ayı ile 2020 Kasım ayı arası gelişmeler yer almaktadır.

Kaynak: TÜİK

Öncelikle grafikte değinmemiz gereken iki önemli gelişme var. Birincisi, bütün enflasyon göstergelerinde artış yönünde bir eğilimin olması; ikincisi ise üretici fiyatları ile tüketici fiyatları arasındaki makasın giderek açılmasıdır. Bu gelişmeler bize enflasyonla mücadelede ciddi bir başarısızlık ve yetersizlik olduğunu göstermektedir. Yoğun ithalat yaptığımız ülkelerde düşük enflasyona rağmen bu artışları yaşamamız, pandemi nedeniyle azalan dünya ticareti, aksayan tedarik zincirleri ve derecesi azalacak gibi görünen globalleşme nedeniyle dünya ölçeğinde artması muhtemel(?) enflasyon eğilimleri ile halimizin ne olacağı konusunda bize ipuçları sunmaktadır. Bir başka deyişle küresel konjonktür lehte iken ‘başarımız’ buysa, koşullar olumsuzlaştığında neler olacağını düşünmek bile istemiyor insan! Dünyada düşük seyreden enflasyon varken halimize bakın! En iyi becerdiğimiz şey ne yapıp edip enflasyonu azdırmak oluyor! Zaten bu sayede yüzde 14,03’lük enflasyon oranıyla Türkiye, dünyadaki 185 ülke arasında 15. sırada yer alıyor. Dünya ortalamasının yüzde 2,8 olduğu bir zamanda, Venezüela’nın birinci ve Gana’nın sonuncu olduğu iki haneli enflasyona sahip 20 ülkenin yer aldığı ligde oynuyoruz. Bu ligde bizden daha kötü durumda olan ülkeler, Zimbabve, Sudan, Lübnan, İran, Surinam, Arjantin, Haiti, Angola, Kongo, Etiyopya, Zambiya, Liberya ve Nijerya’dır. Ülkelerin hemen hemen hepsi iktisadi ve politik olarak sorunlu ülkeler. Kimi İran gibi uluslararası yaptırımlar altında. Kiminde iç kargaşalar egemen, kiminde de ekonomi çökmüş durumda. Oysa gelişmiş uygar toplumlar içerisinde en yüksek enflasyon oranına sahibiz. Kasım ayı enflasyon rakamlarını daha iyi değerlendirebilmek için izleyen iki grafiğe yoğunlaşıyoruz.

Kaynak: TÜİK

 

Kaynak:TÜİK 

Bir kere ilk grafikte rahatlıkla görüldüğü gibi Kasım 2020 aylık enflasyonu olan yüzde 2,30, daha önce 2007 yılı Kasım ayında yüzde 1,95 ile zirve yapan 2003 bazlı TÜFE’de görülen rekor artıştan daha yüksek Kasım ayı fiyat artışıdır. Oysa 2003-2020 arası 18 yıllık Kasım ayı ortalaması sadece yüzde 0,86’dır. 2018, 2019 ve 2020 yılları aylık enflasyon rakamlarının yer aldığı ikinci grafikte rahatlıkla görüldüğü gibi 2018’in aksine 2019 yılında olduğu gibi 2020 Ekim ayı ile birlikte aylık enflasyonda ciddi artışlar ortaya çıkmış durumdadır. Bu artışta başat olan mal grupları gıda ve temel mal gruplarıdır. Hizmet ve enerji gruplarının yıllık enflasyonlarındaki artışın sınırlı kaldığı bu durumda, gıda ve temel mal gruplarındaki fiyat artışları kur geçişkenliğinin en güzel örneklerini yansıtmaktadır. Bu mal gruplarında Merkez Bankası (MB) enflasyon raporunda da belirtildiği gibi birikimli döviz kuru etkileri belirgin ve devam ediyor. Gıda enflasyonunda, mevsim değişimi nedeniyle tarımsal üretim arzındaki düşüşler de etkili olmuştur. Kasım ayında temel mal enflasyonundaki artışta, otomobil ve dayanıklı tüketim malları fiyat artışları öne çıkmakta. Ekonomiyi canlandırmak amacıyla teşvik edilen krediler yanında TL’de ortaya çıkan değer kayıpları yine baş sorumlular. MB’nin enflasyon eğilimlerini izlemekte temel aldığı çekirdek enflasyonun B ve C göstergelerinde de yıllık enflasyon ve eğilimleri artmakta. Esas politika yapıcıları kaygılandırması gereken gelişme burada. Daha önce yazdığımız gibi, bu enflasyon göstergeleri ‘hava durumu, mevsim koşulları, uluslararası fiyat hareketleri ve kamu kontrollü zamlar gibi geçici şok ve dalgalanmalara’ duyarsız göstergeler. Bunlardaki artış trendi, durumun çok iç açıcı olmadığını ve gelecek dönemler için enflasyon konusunda çok da parlak günlerin bizi beklemediğini göstermektedir. Çekirdek enflasyon göstergelerindeki bu artışlar Para Politikası Kurulu’nun (PPK) Aralık ayı toplantısında faiz artırımı yönünde ek baskı yaratacaktır.

Ayrıca tüketici enflasyonundaki kaygı verici gelişmeler yanında, üretici fiyatlarının da artması ve tüketici fiyatları ile üretici fiyatları arasında makasın açılması, üzerinde durulması gereken bir diğer önemli konudur. Unutmayalım ki, tüketici fiyatlarının gerisinde yurt içi üretici fiyatları var. Üretici fiyat artışları eninde sonunda, tüketici fiyatlarını artırır. Yurt içi talebin nispeten düşük olduğu iktisadi kriz ve pandemi gibi dönemlerde üreticiler, kur artışı kaynaklı olan da dahil, maliyet artışlarını hemen tüketici fiyatına yansıtamayabilirler. Üreticiden tüketiciye giden yolda söz konusu olan tedarik zincirlerinde yaşanan aksaklıklar varsa, tüketici fiyat artışları, üretici fiyatlarının önüne geçebilir. Eğer üreticiden tüketiciye mal ve hizmetin ulaşımındaki zincir bozuk ise, tüketici fiyatı artışı üretici fiyatının önüne geçer. Gıda enflasyonunda ortaya çıkan 12 aylık ortalama artışların, TÜFE’deki 12 aylık artışlardan yüksek olması gıdada üretici fiyatlarının artış yönünde etkisinin devam ettiğini ve/veya henüz üretici fiyatı artışının tamamen tüketici fiyatına yansımadığını gösterir. Bu fiyat yansımaları ile birlikte enflasyonda daha ciddi artışlar beklemek mümkündür.

2020 Kasım ayında 2019 yılının aynı ayına göre gerçekleşen yıllık fiyat artışı, bu iki Kasım ayı arasındaki değişimi ifade eder. Oysa tüketiciler yıl boyu harcama yapmaktadırlar. Dolayısıyla aylık fiyat değişim oranları söz konusudur. Bu nedenle, son 12 aylık ortalama tüketici fiyatlarındaki değişime bakmakta yarar vardır. İzleyen grafik, 12 aylık ortalama fiyat değişimini vermektedir.

 

Kaynak: TÜİK

12 aylık ortalama fiyatlar da, 2020’nin Ağustos ayından beri fiyatların 12 aylık ortalamalarının artmaya başladığını göstermektedir.

Kasım ayı enflasyon rakamları ve temelinde yatan kur etkisi bir kere daha bize, kamunun önderliğinde plana dayalı yeni bir sanayileşme politikasına olan gereksinimin önemini göstermektedir. Kur ve faiz politikalarının özendirdiği uluslararası finans kapitalin kıskacına girmiş, dolarlaşma ile eli ayağı bağlanmış ekonomimizin, enflasyonla mücadele etme kapasitesi ve yeteneği de sınırlı kalmaktadır. Unutmayalım ki, artan enflasyon artan yoksulluk, artan gelir dağılımı adaletsizliği demektir. Dar gelirli yurttaşlarımızın satın alma güçlerinin düşmesi, ülkede tasarrufların azalması, artan faizlerle birlikte zaten oldukça cılız olan yatırım ortamının iyice bozulması anlamına gelir. Sadece rantiye kesiminin dizginlenemeyen kâr iştahlarını artıran bu ortamı yok etmeden, iktisadi ve siyasi istikrarı sağlamak mümkün değildir. Sürdürülebilir, herkese aş ve iş sağlayan bir büyüme yaratmak ve geliri adil bir biçimde üleştiren sistem kurmak da mümkün olmayacaktır. Enflasyon nedeniyle sürekli değer kaybeden ulusal paramıza olan güvensizlikten beslenen dolarlaşma eğilimlerini durdurmayı geçtik, bu eğilimleri azaltmak da mümkün olmayacaktır. Unutmayalım ki, enflasyon bizim kaderimiz değil, sermaye yanlısı yanlış iktisadi politika tercihlerinin kaçınılmaz sonucudur. Bu nedenle çözüm belli değil mi sizce de!