Köşe kapmacılık mı, devrimci siyaset mi?

HDP ve SYRIZA vakaları sosyalist yayınlarda çokça tartışıldı.

Tartışmanın bu kadar uzun sürmesi anlaşılabilir. Kimileri için bu vakaların sunduğu malzeme çok değerli, kimilerininse vakti bol…

O yüzden, yazıldı duruldu.

Bu yazı ise, bu iki partiye ilişkin yapılan tartışmalarda genel olarak atlanan bir boyutu, yani işçi sınıfını temsil etme iddiasında bulunan özneyi merkeze koyarak tartışmaya katılmak amacıyla yazıldı. Hakkını yemeyelim, bu boyut kimi yazılara yansıdı ama genelde kendini HDP veya SYRIZA’nın daha soluna yerleştirmenin teorisi yapıldı. En solda durulmalıydı, HDP ve SYRIZA’dan gelen hamlelere göre pozisyon alındı.  

Köşe kapmaca derler, bir çocuk oyununa benzeyen bu tarzı geçelim ve esas işimize bakalım.

Hem Türkiye’de hem de Yunanistan’da 2015 seçimlerine gidilirken emekçi halkın gündeminde iki temel mücadele gündemi vardı:

Türkiye’de: Saray’da cisimleşen Erdoğan ve AKP iktidarı.
Yunanistan’da: AB’de ve Brüksel’de cisimleşen kemer sıkma politikaları.

Yıllardır sosyalist mücadelenin sadeleşmesinden, tek gündeme odaklanmanın öneminden bahsederiz. İşte size oldukça sade ve yalın mücadele gündemleri…

İlk sorumuz şudur:
Bu gündemler düzen açısından sarsıcı hatta yıkıcı başlıklar mıdır? 

Örneğin, düzenin siyasi, iktisadi ve ideolojik dengeleri açısından AKP devrinin sona erdiğini ilan eder; bu hedefin artık geri bir hedef olduğunu propaganda eder ve yeni mücadele başlıkları açarsınız…* Ancak, sermaye egemenliği açısından Yunanistan’da kemer sıkma politikalarından ya da Türkiye’de AKP’den vazgeçmenin kolay olmadığı, burjuva reformizminin, restorasyon denemelerinin sınırları görüldü. Avrupa egemenleri, kemer sıkma politikalarından taviz veremeyeceklerini gösterdiler. Türkiye’de seçim sonrası süreç ise, AKP’nin ve Erdoğan’ın önemsizleşmediğini her gün tekrar kanıtlıyor.

Devam edelim…
Devrimci siyaset açısından verimli bir zemin oluşturan, düzen siyasetini sarsacak ve sosyalizme toplumsallaşma alanları açacak bu tabloda, yapılması gereken bir iş vardı. AKP ve Saray karşıtı mücadelenin ya da kemer sıkma politikalarına karşı emekçi halkın öfkesini temsil edecek bir hamlede bulunmak.

Bu noktada, bir soru daha:
Bu temsil için, ittifaklar kurulabilir miydi ya da bu hamlenin sınıf karakteri nasıl olacaktı?
 

Tarihimizde örnekleri var…
Bolşeviklerin tarihine baktığımızda, “Özgürlük Koalisyonu” tartışmaları örneği var. Anti-emperyalist mücadelenin yoğunlaştığı dönemde Türkiye’de “Yurtsever Cephe” örneği var. İlla cephe, koalisyon kurmaya gerek yok diyorsanız, ki doğrudur, 90’ların sonunda ışık kapama eylemleri döneminden çıkarılacak dersler var…**

Yani, sermaye egemenliğinin zayıf karnını ve halkın politikleşme düzeyini hesaba katarak belirlenmiş mücadele gündeminde en güçlü hamleyi yapabilmenin başarılı ve başarısız örnekleri var.

Zayıf karnı tespit ettiğinizde, odak noktayı bulduğunuzda, mücadelenin sınırlarını siz belirlediğinizde ve emekçi sınıfların çıkarlarını birincil hale getirdiğinizde arkanızdan kimin geldiğinin pek bir önemi kalmıyor.  

İşte, meselenin düğümlendiği nokta burası oldu. Bu hamleyi yapamadığınız noktada, SYRIZA da başa bela oluyor, HDP de…

Gelelim üçüncü soruya: Yunanistan ve Türkiye örnekleri, HDP ve SYRIZA’yı solun dışına itme çabasının haklılığını kanıtlamadı mı?

Sorunumuz buysa, kanıtlamış olsun. Bu iki partinin sınıf karakterinin ne olduğu konusunda kimsenin kafasında bir soru işareti kalmaması iyidir. İyidir de, işçi sınıfı devrimciliği iddiasındaysanız, sorumluluğunuz kendinize karşı değil emekçi halka karşıdır. AKP düzeninin yıkılmamış olması, sizin haklılığınız değil, emekçi halka karşı yüklendiğiniz sorumlulukta başarısızlığınızdır. Aynı şey Yunanistan için de geçerlidir. Geçen Ocak ayında şunları yazmıştım: “SYRİZA, sola açılan alanı iyi değerlendirmiştir. Esas mesele bundan sonra ne yapılacağıdır. Emperyalist merkezlerin, kapitalistlerin dayatmalarına karşı ne yapılacağı belirleyici olacaktır. Yeni kurulacak hükümet keskin karar süreçleriyle karşı karşıya kalacaktır. Bu kararlar söz konusu olduğunda, elbette devreye sınıflar, sınıfsal çıkarlar girer.” Böyle de olmuştur… İşçi sınıfının tarihsel çıkarlarını temsil etmeyen SYRIZA’nın bulanıklığı ve bulaşıklığının bedelini Yunan halkı ödemiştir. Kazanan komünistler olmamış, komünistlerin müdahalesizliği Yunan halkına bedel ödetmiştir.  

***

Yukarıdaki üç soru ve verilen yanıtlar, HDP ve SYRIZA tartışmalarının bizi esas ilgilendiren noktalarına parmak basmak üzere yazıldı. 
 
2015 yılı hareketli ve öğretici geçiyor. Deneyimler birikiyor.
 
İki ülkede de süreç bitmiş değil. "Fırsat kaçmıştır" denemez. İki ülkenin de, iki ülke emekçilerinin de ana mücadele gündeminden kaynaklanan sorunları artarak devam ediyor. 
 
Şimdi yapılması gereken, daha fazla zaman kaybetmeden, sade gündemlere yoğunlaşmak ve köşe kapmaca oynamadan işimizi yapmak.
 
Düzenin krizleri malum... Sosyalistlerin, Türkiye'nin ana politik toplumsal aktörlerinden biri olması mümkün ve bunun için emekçi halkın birikmiş öfkesini yıkıcı bir güce dönüştürecek politik hamlelere ihtiyaç var. 

* İki yıldır, "AKP bitmiştir" yazan, bir ara "liberal tehdit altındayız" diyen, şimdilerde "faşizm geliyor" diyen biri var mesela... Ve hep haklı çıktığını iddia ediyor.
** Örnekler neler mi? Bir yanda 28 Şubat sürecinde “emekçiler türban mı yiyecek?” diye manşet atıp gericilikle mücadeleyi önemsizleştiren apolitik işçicilik… Diğer yanda, halkın politizasyon düzeyini kavrayamayıp ortaya çıkan tepkileri küçümseyen, aklı başına geldiğinde süreci arkadan yakalamaya çalışan, sonra da fırsat kaçtı diye ağlaşan solculuk…