Komünistlerin Manifesti ne anlatır?

Ne var ki bu Manifest’te? Ne anlatıyor bu iki yüzyıla yakın bir süredir insanlığın belleğinde yer etmiş, etkisini kuşaktan kuşağa sürdüren 25-30 sayfalık kitapçık. Bu tuhaf sorulara kurunun kurusu yanıt genellikle şöyle olur: Komünistler Birliği adlı gizli çalışan uluslararası partinin Karl Marx - Friedrich Engels’in kaleme aldıkları programıdır. Komünistleri ve amaçlarını anlatır. Tüm ülkelerin işçilerini bir olmaya birlik olmaya davet eder; şu sav söz de dillere pelesenk olmuştur: “Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şey yoktur, kazanacakları bir dünya vardır.” “Bütün ülkelerin işçileri birleşin” diye biter bu kitapçık. İlk baskısında ne Marx’ın ne Engels’in imzası vardı. Kapakta “Manifest der Komünistischen Partei / Komünist Partisi Manifesti” başlığı onun altında da baskı tarihi “Veröffentlilicht im Februar 1848 / Şubat 1848’de yayınlanmıştır” daha aşağıda “Proletarier aller Lânder vereinigt euch / bütün ülkelerin proleterleri birleşin” yazılıdır. Bu küçük ama etkisi çok büyük broşür Londra’da Liverpool caddesi 46 numarada küçük bir matbaası olan Burghard tarafından 800 adet basıldı, oradan dağıtıldı. Tamam bu kadar. Bu kadar mı? Wilhelm Liebknecht “Manifesto Şubat 1848 başında yayımlandı. 22 Şubat’taysa devrimin on sekiz yıldır hareketsiz duran volkanı bir kez daha patladı; 24 Şubat’ta Temmuz hanedanı yakıldı, Bastille Meydanı’ndaki Vendome sütunu kısa bir süre için de olsa bir kez tarhana özgürlük sütunu haline geldi.” diye anlatır Manifest devrim ilişkisini.

Sınırlı sayıda basılan, ne olduğunu artık öğrendiğimiz Manifest bugün tüm dünyada okunuyor, yeni yeni baskıları yapılıyor, üzerinde konuşuluyor. Peki, niye hâlâ konuşuluyor ki? Neden bir türlü eskimiyor bu kısacık metin. Neden klasikler arasındaki yerini alıp köşesine çekilmiyor?

KOMÜNİSTLER HEP ENTERNASYONALİSTTİR

Bu sorulara yanıt aramadan önce bu Komünist Parti ne ne zaman kuruldu, nerede kuruldu sorularına yanıt aramakta yarar var. Manifest’in ilk sayfasında şöyle anlatılıyor bu parti: “Komünistlerin görüşlerini, amaçlarını, eğilimlerini açıkça bütün dünyanın gözleri önüne sermelerinin ve bu komünizm heyulası masalına partinin kendisinin bir manifestoya karşılık vermelerinin tam zamanıdır. İşte bu amaçla çeşitli milliyetlerden Komünistler Londra’da bir araya gelmişler ve parti ve İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, Flamanca ve Danimarka dilinde yayınlanmak üzere aşağıdaki manifestoyu kaleme almışlardır.” Manifest’in yazıldığı günlerde, yoksulların, proleterlerin “bıçak kemikte” diye homurdandığı günleri yaşıyordu Avrupa. Derinlerden gelen uğultuya egemenler burjuvazi pek anlam veremiyor, sokaklar henüz sessiz olduğu pek de fazla kaygılanmıyordu. Politikacılar arasında sezgileri güçlü olanlar ise başka düşünüyordu. Örneğin Alexis de Tocqueville şöyle diyordu: “Bana halkın hiçbir yerde sokağa dökülmediği için bir tehlike olmadığı söyleniyor; toplumun yüzeyinde gözle görülür bir karışıklık olmadığından yakında bir devrim beklenmediği söyleniyor. Beyler yanılıyor olduğunuzu söylememe izin verin.”

NEDEN ESKİMİYOR BU KİTAPÇIK?

Şimdi o soruyu yanıtlamanın zamanıdır. Neden bir türlü eskimiyor bu kısacık metin. Neden klasikler arasındaki yerini alıp köşesine çekilmiyor?

Bu soruya verilebilecek ilk yanıt Manifest’in öznesinin yani tüm dünya işçilerinin, proletaryasının, yoksul halklarının sürekli değişim geçirse de sömürüye dayanan sistemi kapitalizmi alt edememiş olmasıdır. Proletarya büyük savaşlara girişti, kazanımları, kayıpları büyük oldu, ama ortadan kaldırmayı hedeflediği kapitalizmi, sömürü düzenini silip atmayı henüz başaramadı. Başardığı gün Manifest de klasikler arasındaki yerini alacak, tarihteki köşesine çekilecektir.

İkinci neden içerik ve üslup olarak bu kısacık metnin benzersiz olmasıdır. Manifest’teki değerlendirmeler vargılar, hükümler değerlerini koruyor; yorumlamanın ve değiştirmenin anahtarlarını sunuyor; hemen hemen tüm Avrupa’yı saran 1848 devriminde Komünistler Birliği’nin, Marx ile Engels’in sınır tanımayan eylemlerinin, militanca faaliyetlerinin heyecanını, yılları aşarak bugünlere gelebilen teorik öngörülerini büyük bir açıklıkla, edebi bir üslupla yansıtıyor; kalıcılığının bir nedeni de budur. Üsluptaki bu coşkunun kaynağı yalnız teorik bir metin olarak değil, 1848 devriminin ateşleri içinde yazılmış olmasıdır. 1847 sonbaharında yanmaya başlayan devrim ateşi 1848’de tüm hızıyla sürdü, bu kısa sürede Marx’ın gösterdiği yoğun çaba olduğu gibi Manifest’e yansıdı. Komünistler Birliği adını alan Adiller Birliği Paris’teki merkezini Londra’ya taşımış, Birlik üyesi saatçi Joseph Moll Marx’ı Brüksel’deki evine gelerek Birliğe davet etmişti. Marx ve Engels’in bu iki genç devrimci daveti kabul ettiler. Haziran 1847’de Birlik Marx’n katılamadığı büyük bir toplantı düzenledi. Toplantıda Birliğin adı Komünistler Birliği, “bütün insanlar kardeştir” olan mottosu da “bütün ülkelerin işçileri birleşin” olarak değiştirildi. 27 Kasım’da Birlik tekrar Londra’da toplandı. On gün süren toplantı sonunda programın yazılması kararı yinelendi. Marx, Engels’in hazırladığı taslakları dikkate alarak Manifest’i yazmaya koyuldu. El yazması Ocak ayı sonunda Londra’ya postalandı. Şöyle başlıyordu Manifest: “Avrupa’da bir heyula kol geziyor -komünizm heyulası. Yaşlı Avrupa’nın bütün devletleri, Papa’sı ve Çarı, Metternich’i ve Guizot’su, Fransız radikalleri ve Alman hafiyeleri bu heyulaya karşı kutsal bir sürgün avında el ele vermişlerdir.”

GUİZZOT DA METTERNİCH DE GİTTİLER

Manifest’in yayınlandığı günlerde Paris'teki kaynama üst noktaya ulaşmış, sokaklar dolmaya başlamıştı. Kral Louis Philippe önce başbakanı Guizot’yu görevden almak zorunda kalmış, daha sonra tahttan çekilmiş ve kaçmıştı. Paris’teki ateş bir anda tüm Avrupa’yı sardı. Brüksel’de de hükümet isyandan korkuyor ve özellikle Alman sığınmacılardan çekiniyor Marx’ı bir an önce sınır dışı etmek istiyordu. Paris’te yeni kurulan Cumhuriyet hükümetinin bir üyesi La Reforme gazetesinin yayın yönetmeni Ferdinand Flocon Marx’ı Paris’e çağırdı. Çağrıda “Tiranlık sizi sürgüne gönderdi, şimdi özgür ve yeni Fransa sizi ve kutsal dava uğruna savaşan herkese kapılarını açıyor” diye yazmıştı. Devrim yayılıyordu. Avusturya’da göstericilere ateş açılması ve on beş kişinin öldürülmesi Manifest’in ilk cümlesinde adı geçen Avusturya diktatörü Metternich’in kırk yıllık iktidarına son verdi. Böylece Manifest’in ilk cümlesinde adı geçen iki diktatör kaçmak zorunda kaldılar. Sırada Berlin vardı ama Prusya Kralı isyanı önleyebilmek için tavizler vererek durumu kurtarmaya çalıştı. Sansürü kaldırdığını ilan etti. Marx da anavatanına döndü. Engels Wuppertal’a Marx Köln’e yerleştiler. Marx nihayet bir mücadele aracına, gazeteye kavuşacaktı. Neue Rheinische Zeitung, Yeni Rhein Gazetesi 1 Haziran 1848’de ilk sayısıyla kendini gösterdi ve amacını demokrasi olarak ilan etti.

Ama devrim reformistlerin elinde geri çekilmeye, karşı devrim örgütlenmeye başlamıştı. Paris’te hükümette değişiklikler olmuş reformcu Lamartin hükümetin başına getirilmişti. Sağ kanat artık ağır basıyordu. Almanya’da da bahar havası kısa sürmüş “reform” tökezlemiş, devrimin sıradan bir ayaklanma olarak tanımlanmasını reddeden Marx’ın gazetesine baskılar artmıştı. 24 Haziranda Cezayir’den gelen General Cavaignac’ın 50 bin askerden oluşan ordusu Paris sokaklarını kana boyadı. İki gün süren saldırılarda 1500’ü yakın kişi öldürüldü. 4500 kişi Cezayir’e sürgüne gönderildi. Marx gazetesinde bu vahşeti ayrıntılarıyla haberleştirdi. Daha sonra baskılar iyice yoğunlaşacak gazete 19 Mayıs1849’da kırmızı mürekkeple basılmış son sayısıyla veda edecekti.

MARX’IN İLKESİ, HEP YENİDEN...

Paris’te ise yeğen “küçük Napolyon” iktidara geçmeye hazırlanıyordu. Devrimi bastıran Cavaignac ile yarışan Napolyon seçimi 1 milyona karşı 5 milyonluk ezici bir çoğunlukla kazandı. Marx’ın 18 Brumaire eserinde ayrıntılı bir şekilde tahlil ettiği bu yükseliş 1851’de Louise Napolyon’un kendisini kral ilan etmesiyle sonuçlandı. Marx ailesi Londra’ya taşındı. Bu kez yaşamının en ağır işine girişti Kapital’i yazmaya koyuldu.

Kapitali yazmak büyük bir işti ama bu eylemden uzak durduğu anlamına mı geliyor? Hayır. O hiç bir zaman olmadı. Bir dizi makale, Ekonomi politiğin Eleştirisine Katkı, komünistlerle ilişkiler... 1860’lara doğru hareketlenme yine hızlandı. 1864 yılında Eylül ayında çalışmalar sonuç verdi ve farklı ülkelerden Komünistler bir araya geldiler. Uluslararası İşçi Birliği yani 1. Enternasyonal kuruldu. Marx evine çağırdığı Enternasyonal yöneticilerine Enternasyonal’in nasıl bir programı olması gerektiğini anlattı. Yine Marx’ın kalemle aldığı İşçi sınıfına sesleniş yanında, Manifest Enternasyonalin de programı oldu.

Sonra, yedi yıl sonra Paris bir kere daha ayaklandı. Fransa Almanya savaşı kardeş kanının dökülmesine yol açtı. Prusya orduları Paris kapısına dayandığında Parisli emekçiler kente el koydular ve 18 Mart 1871’de Komüncüler cumhuriyet ilan ettiler. Enternasyonal bu umutsuz ama büyük mücadeleyi destekledi. Komün kanla bastırıldı.

***

Bu çok uzamış yazıyı artık bitirelim. Ama onu karalamak isteyenlerin sık sık başvurdukları ve soldan da destek buldukları Manifest’in bir tür burjuva övgüsü olduğu çarpıtmasına da değinelim. Sınıflı toplumun nesnel bir tablosunu mücadeleci bir üslupla anlatan Manifest burjuvazinin çirkin yüzünü tüm çıplaklığı ile ortaya koyan bir savaş çağrısıdır. Burjuvazi Feodalizmin bağrında filizlenirken nasıl vahşi, hayasız, gaddar idiyse her zaman ve şimdi de, belki daha da “hayasız ve gaddardır.” Bu olgu Manifestte tüm açıklığı ile ve yüreklere dokunan edebi bir dille anlatılmıştır. Ama burjuvazinin yanı sıra sosyalizmin başka hasımları da var. Manifest’te geniş yer ayırdığı bu hasımlar arasında burjuva sosyalistleri geniş bir yer tutar. “Sosyalist burjuvalar der Marx, isterler ki hem modern yaşam koşullarından yararlansınlar hem de bu koşulların kaçınılmaz sonuçları olan mücadelelerden ve tehlikelerden uzak dursunlar. İsterler ki mevcut toplum sürsün ama onu devrimcileştiren ve çözen unsurlar olmasın. Proletaryasız burjuvazi isterler.” Ve der ki Marx, “Burjuva sosyalizmi en uygun ifadesini ancak tam bir söz sanatı olup çıktığını zaman bulur.” Postmodernizmin “dil ustaları” akademik kavram cambazları geliyor mu aklınıza.

Manifest bir ansiklopedidir, Okurken kimi cümlelerine takılıp ama şimdi durum böyle değil diyebilirsiniz; ama o cümlelerin zihninizde yarattığı kıvılcımlara dikkat etmelisiniz. Örneğin burjuva sosyalizmi maddesine baktığınızda günümüzün anlı şanlı liberallerini görebilirsiniz. Marx’ın burjuvazinin aydınlanmayı da kendi çıkarları doğrultusunda yorumladığına ilişkin değerlendirmeler de bu eşi bulunmaz ansiklopedinin içinde yer alır. Taylan Kara’nın dediği gibi, “aydınlanma dönemini yaşayan Avrupa dünyanın diğer coğrafyalarında aydınlanmaya karşı olan bütün hareketleri destekledi. Aydınlanmayı yaşayan medeniyet onu hiç kimseyle paylaşmadı. Kendi toplumuna akıl, bilimsel düşünce yöntemi sunanlar başka toplumlarda din ve hurafe ürettiler.” Marx bu yargısı 1853’de New York Daily Tribüne’de yer alan Kara’nın da başka bir kaynaktan aktardığı şu cümlelerde görülebilir. “Burjuva uygarlığının köklü ikiyüzlülüğü ve özündeki barbarlığı gözümüzün önünde tüm çıplaklığıyla beliriyor. Kendi memleketindeki saygın sureti, sömürgelerde kayboluyor ve özü ortaya çıkıyor.”

Manifest’in, bu teorik ve aynı zamanda pratik mücadele belgesinin hâlâ yaşayan bir belge olmasının hiç değişmeyen nedenini soruyorsanız, varlığı ve artan etkisiyle insanlara yenilgiler karşısında pes etmemelerini öğütlüyor olmasıdır.

 

——————————————-

  • Bu yazıda Yordam Yayınları arasında yer alan Mary Gabriel’in Aşk ve Kapital; Komünist Manifesto; Yazılama yayınlarından çıkan Wilhelm Liebknecht’in Karl Marx Biyografik Anılar ve Taylan Kara’nın Bulut Yayınlarında yer alan Edebiyatla Ahmaklaştırma Felsefeyle Çökertme-3 kitaplarından yararlanılmıştır.