Kimi gündem başlıklarına dair…

Haftanın sıcak gündeminden kimi başlıklar bir yandan kapanıyor; bir yandan da olup biteceklere dair saat sayıyor…

Bu çerçeveden, bu yazıya da temel olacak dört başlık seçeyim…

İlki ve ikincisi milletvekili adaylığı süreci ve İlerici Kadınlar Konferansına dair olsun; diğerleri de iç güvenlik kanun tasarısı ve 13 Şubat Boykotunu kapsasın…

İlkinden ve belki de hem en önemsiz, hem de saklılarda özel bir önem taşıyanından başlayayım…

Şubat başının ilk haftasında milletvekili adaylığı başlıyor ya… Öyleyse kamu görevindekiler istifa edecekler…

AKP’den milletvekili olma yarışı işte bu çerçevede bütün şiddetiyle sürüyor. Koşan koşana…

Ağlaşma modasına uygun gözü yaşlı mesajlar ve Allahın ‘yar ve yardımcı’ olması niyazları gırla…

Sonuçta da kamu görevlilerinin milletvekilliğine adaylık için istifa süreci 10 Şubat itibariyle tamamlandı. Üzerinde en çok tartışılan, konuşulan MİT Başkanı Hakan Fidan’ın istifası ve adaylık sürecini başlatması oldu.

Cumhur reisi bu adaylığı benimsemediğini açıkladı. Hem de Latin Amerika gezisine çıkarken… Bir defayla da yetinmedi. Konuya ilişkin olumsuz görüşlerini iki kez belirterek…

Kimileri hayli heyecan yaptı. Buradan bir ayrılık çıkar mı veya var olan çatlak derinleşir mi (?) telaşına düşenler oldu. Bir frekans uyuşmazlığı olduğu yadsınamazsa da, bu heyet-i temsiliye bunu da mutlaka sindirecek ve üstünden gelecek bir mekanizma geliştirir. Yoksa Hakan Fidan öyle durup dururken MİT Başkanlığından ayrılıp da yoruldum bahanesiyle kendi kendini kızağa çekmez. Yani işin, bir siyasi bir manevranın parçası olma ihtimali ve görüntünün de şimdilik böyle verilme zorunluluğunun olması hayli yüksektir.

Bürokrasinin üst basamaklarında oturanlar, belediye başkanları, müsteşarlar ve dahi üniversitelerden bahtının rüzgârını arayanlar falan, uygun makamlara biatlerini, temenna selamları ile paketleyip ve kendinden menkul adaylık kararlarını, memlekete hayırlara vesile kılma retoriğiyle bulamaç haline koyarak yola revan oldular.

AKP’de kadın vekilliğe dair…

Esasen bunlarla kafamı meşgul etmek istemiyordum. Ne ki, iktidar partisinden kadın aday olanları görünce ve içlerinden tanıdıklara da rastlayınca, bahtının bu rüzgârına yelken açanlar bağlamından, bu işin ne netameli ve nasıl da dayanılmaz hafiflik ve güçlük içerdiğine şöyle bir değinmek gerektiğini düşünüyorum.

AKP kadroları içinde bu dönem görev yapan 44 kadın milletvekili var. Bakanlık koltuğuna oturan dâhil, bu milletvekillerinin hangisi partinin erkek egemen, cinsiyet ayırımcılığı ve kadını ötekileştiren söylem ve eylemlerine karşı durdu.

Durmadılar; duramadılar ve parti vitrininde kendilerine biçilen rolle yetinmek durumunda kaldılar…

Söz gelimi, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam, gazetecilerin, “kadına yönelik cinayetlerde artış var mı (?)” sorusuna, “elleri kırılsın” diyor.

Sanki bu işlerden sorumlu bakan değil, apartman komşusu Ayşe Teyze konuşuyor. Bakan hanım bakın ne kelamlar daha ediyor: “İnsan kabahat işleyebilir, suç da işleyebilir ama hiçbir suçun cezası ölüm değildir; hiç kimse böyle karar veremez!”. Kadın bakan, esasen şunu demiş oluyor. Kadınlar suç işlediğinde cezalandırılabilir; ama öldürmeyin; daha insaflı bir ceza kesin! Ne anlayış mı demek gerek…

Dünya Ekonomi Forumu’nun her yıl yayımlanan bir raporu var. Bu rapor, 'Küresel Cinsiyet Eşitsizliği’ adıyla anılıyor. Dünya Ekonomik Forumu 2014 raporuna göre, cinsiyet eşitsizliğinde Türkiye’nin durumunu bir kez daha gözler önüne serilmiş bulunuluyor. Rapor, incelemeye konu olan 142 ülke arasında Türkiye’yi eşitlikte 125. sırada gösteriyor. Böylece Türkiye’de kadınların ekonomi, politika ve eğitim alanlarında eşit olmadığı ve her alanda nal topladığı da bir kez daha kanıtlanmış oluyor. AKP söylemlerine bakılırsa, ileri demokrasinin uygulandığı bu ülkede, her alanda çağ atlama yalanları ile birlikte kadınların payına şiddet, cinayet, bedenine müdahale ve eve kapatılma politikaları düşüyor…

Kanıt mı istersiniz; bu sözler başbakanken RTE’nin ağzından çıkıyor:

“Kız mıdır kadın mıdır bilemem”;  “kürtaj olmak cinayettir”; “sezaryen doğum yöntemine karşıyım”; “en az 3 çocuk yapın”.

Sadaret makamında değişiklik yaparak kendini Cumhurun Reisi kılan RTE’nin sonuncu vecizesi ise gündeme şöyle düşüyor:

“Ben zaten kadın erkek eşitliğine inanmıyorum. Onun için fırsat eşitliği demeyi tercih ediyorum. Kadınlar ve erkekler farklıdır, birbirini bütünleyicidir...”

Belki başka örneğe gerek yok ama bu partinin kadına bakış fıtratında bakın başka neler bulunuyor: Hamile kadının sokakta gezmesine karşı duruş; kadını kuluçka makinesi gibi gören ve 3 de yetmez 5 doğur nidaları; ana-ilkokul çağındaki kız çocuklara ayrı derslik ve başörtüsünü değer görme ya da “örtüsüz kadın perdesiz eve benzer... /perdesiz ev ya satılıktır ya da kiralıktır” benzetmeleri; tecavüz sonucu gebe kalan kadın için “…bazen annenin başına kötü bir şey gelmişse ne olacak (?) vesaire gibi şeyler söyleniyor... /gerekirse öyle bir bebeğe devlet bakar…” vecizesini şey eden bakan eskilerinin akıllara zarar söylemi…

Örnekleri kesmeli ve notuma noktayı şöyle koymalıyım:

Bu partiden kadın vekil olma kararına varabilmek için güçlüden yana olma, güçlünün yanında ve içinde olma; biat ve tapınma gibi davranış özellikleri taşınmıyorsa, her halde çok özel bir insanlık, analık ve kadınlık algısına sahip olmak gerekiyor. Ya da bu denli özellik yok ise algıyla ilgili klinik bir problem olma ihtimali bulunuyor. Her ikisi bakımından da aday olanlara kolay gelsin demekten başka bir çare kalmıyor…

İlerci Kadınlar Konferansı…

Türkiye’de AKP’nin yaratmaya çalıştığı kadın tipolojisi dışında, laik ve toplumsal değerlerle yoğrulmuş, aydınlanmacı bir kadın mücadelesi ve kesiti de var. Yani elmanın öteki yarısını oluşturan güçlü bir cenah daha hayatın içinde bulunuyor. Bu cenah eve kapatılmayı, bedenine ipotek koyulmayı, kaç çocuk doğuracağına, emek iş gücünün esnekleştirilip, değersizleştirilmesine, çocuklarının imam-hatipleştirilmesine ve içte-dışta her türlü savaş ve insan kırımına karşı duruyor. Yani evde, sokakta, iş yerinde, erkeklerle yan yana mücadele ediyorlar…

Haziran direnişine bakarsanız, direnişin bir halk eylemine dönüşmesine ve bütün renkleri ve barışseverliği ile gelişmesine, kadınlar ve analar en büyük katkıyı koyuyor. Zira kadınlar toplumsal kurtuluşa erişmeyen bir Türkiye’de güneşi ancak evin içinden ve perde arkasından seyredeceğinin farkına varıyor…

Durum böyle özetlenebilirse, 15 Şubatta Türkiye’nin kadın mücadelesinde yeni bir sayfa açılmak üzere bir toplantı düzenleniyor. İlerici Kadınlar sıfatıyla, kadının üzerinden Türkiye’nin üzerine geçirilmeye çalışılan karanlık ve gericiliğe karşı yeni bir mücadele cephesi bir defa daha kuruluyor.

Türkiye’nin aydınlanmacı, ilerici kadın hareketi AKP’nin kadına biçtiği rol ve sınırların içerisine hapsedilemeyecek bir öznedir. Toplumsal yaşamda eşit ve özgür birey olarak söz sahibi olan ve sınıfsal olarak da erkekle beraber omuz omuza mücadele eden onlardır; topluma analık güzelliğini de katanlardır.

Konferansın çağrı metninin sonunda şöyle sesleniliyor: “İlerici Kadınlar Konferansı’na eşitlikten, özgürlükten, aydınlıktan yana olan bütün kadınları konferansımıza katılmaya, birlikte üretmeye çağırıyoruz. / Kadınlar boyun eğmezse, bu ülke boyun eğmez! / İşte tam da bu nedenle; KADINLAR BİR ADIM İLERİ!”

"İç Güvenlik Yasa Tasarısı geri çekilmelidir!

“Kalıcı sıkıyönetim öngören, toplantı ve gösteri hakkını kullanan tüm vatandaşları “düşman” kategorisine indiren ve bu anlayıştan hareketle “savaş” yetkileri getiren “İç Güvenlik Yasa Tasarısı” geri çekilmelidir!”

#direnözgürlük dayanışması-İstanbul-Türkiye imza kampanyasının mottosu böyle…

Bu tasarı şimdilik bir haftalığına ertelendi. Belki önümüzdeki hafta, Perşembe yazısı sırsında çoktan yasalaşmış olabilir.

Bu tasarı çok özetle ne diyor: İmza kampanyası ana metninden aktarayım.

“Polisin silah kullanma yetkisinin genişletilmesine, savcı yetkilerini doğrudan kullanabilmesine, istediği kişiyi ve aracı hâkim kararı olmaksızın durdurma ve aramasına, aldığı tedbirlere uymayanlar hakkında itiraza imkân olmayan müdahalelerde bulunabilmesine, telefonları 48 saat boyunca adli denetim olmadan dinlemesine, Toplumsal gösterilerde  katılanların üzerinden üç gün çıkmayacak biçimde boyalı su kullanabilmesine;

Valinin doğrudan gözaltı kararı verebilmesine, toplumsal olaylarda belediye araç gereçlerine el koyabilmesine ve personeline doğrudan polis zoruyla emir verebilmesine, savcı yetkilerini kullanabilecek polisleri atamasına;

Kiralık araçların kayıt bilgilerinin anlık olarak emniyet sistemine entegre edilmesine, çipli nüfus kimlikleri ile vatandaşların tüm hareketlerinin izlenmesine;

Hem jandarmanın hem de emniyetin üzerinde İçişleri Bakanlığının hikmetinden sual olmaz yetkilere kavuşmasına imkân vermektedir.”

Bu yasa tasarısı, kısaca RTE’nin diktatörlüğünün tam boy ilan çalışmasıdır. Tek adam otoritesinin ve Başkanlık rüyalarının hem gerçeğe yaklaşması ve hem de kalıcılaşmasıdır. O nedenle Haziran Direnişi bu yasa için de yeni bir direniş hattı oluşturmak durumundadır.

13 Şubat Laik ve Bilimsel Eğtim İçin Ayaktayız…

Boykotun ilke sözü “Okulların İmam Hatipleşmesine ve Zorunlu Din Dersine HAYIR”.

Kısacası, BHH’nin 8 Şubat Kadıköy buluşmasından sonra sıra yurt geneline geldi…

Olayın kavrayış ve telaşı ise karşı cenahlarda hissediliyor. İzmir Valisi biraz üstte bahsedilen yasa çıkmadan, rolünü tas tamam iyi oynuyor ve adeta sıkıyönetim ilanı gibi bir yasaklama beyannamesi yayımlıyor.

Çeşitli portallarda Valilik beyannamesinin tam metni var. Radikal sol örgüt, parti, demokratik kitle örgütü ve terör örgütlerine yataklık yapan gruplardan oluşan diye tarif ettiği Birleşik Haziran Hareketini, onun Türkiye Meclisini, Yürütme Kurulu üyelerini varlıkları ve aldıkları kararlarla bir suç örgütü olarak tarif eden İzmir valisi, hareketin AKP karşı olduğunu da duyurusu içine eklemekten hiç kaçınmıyor… Mübarek devletin valisi değil; il başkanı…

Öyle ya memleketin yegâne sahibi olarak yargıdan kolluk gücüne, dün ülkeyi beraber parsellediklerini bugün kodese gönderme rüştünü artık ispat edince; Arınç’ın öteki yüzde elli bizden nefret ediyor diye doğru tespit yaptığı bir Türkiye’yi, yani BHH’yi yok etmek üzere azmettiklerinin beyanında bu denli fütursuz olabiliyorlar…

Uzun boylu tahlile gerek yok…

Bu memleket için; Laik ve Bilimsel Eğitim İçin Ayaktayız…

nuriabaci@gmail.com