Başlıktaki “iyimserlik mümkün mü?” sorusu, o berbat best-seller kişisel gelişim kitaplarını çağrıştırmış olabilir. Hani bilirsiniz, pozitif düşünelim, bardağa dolu tarafından bakalım türünden telkinlerle dolu kitaplar. Kastımız elbette bu türden özel bir telkin, birazcık kandırmaca yahut kasıtlı biçimde “duygudan feragat” değil.
Telefon ekranını kaydırırken birkaç dakika içinde önünüze düşen tüm o felaket haberlerini düşünelim.
Savaşta akıl sağlığını yitirdiği yetmemiş gibi üstüne tecavüze uğrayan kız çocuğu, bin odalı sarayların gölgesinde açlıktan kendini ateşe veren işçiler, tabuta elini koyup “savaş” çığırtkanlığına devam eden varsıllar, her gün bir yenisine tanık olduğumuz şeriat, cihat talimleri, okuyabilmek için çalıştığı inşaatta hayatını kaybeden gencecik kardeşlerimiz, hamile çocukları bildirmeyen hastaneler, kediye, köpeğe işkence edenlerin cezasız kalması vb.
Tüm bunlar ve çok daha fazlası kahredici gerçeklerdir.
Ne ki işin daha da kötüsü, tüm bunların yıllar yılı “acıyı bal eylemiş” bir sol kültürle yorumlanmasıdır. Bu yoruma göre günümüz, tüm zamanların EN kötü, EN ağır, EN karanlık, EN barbar, EN cahil, EN vicdansız diye çoğaltılması mümkün bir EN’ler zincirinden oluşmaktadır. Fasılalarla karşımıza çıkan KHK’larda verilen tepkilerdeki “trajedi” öğesini hatırlatalım. Bu artık ortaçağ barbarlığıdır, bu modernizmin ölümüdür vs.
Tüm bu EN’ler arttıkça biz de EN devrimci olacakmışız ya da buna mecbur kalacakmışız gibi bir hava vardır burada.
Bu ortamda, “iyimser olmak mümkün mü?” sorusu, münasebetsiz bir uzak akraba gibi kapımıza dayanır. Yine de biz tersine, bir adım daha atıp böyle zamanlarda hepten unutulan “ütopya” fikrine, daha iyi bir dünya tahayyülüne odaklanmak istiyoruz.
Ütopya ve Marksizm
Marksizmin henüz doğuşunda, ütopya fikriyle(ütopik sosyalizm) çatışma yaşadığı malumunuz. Bu çatışmaya rağmen yine iyi bilindiği üzere Marksizmin kaynaklarından birisi ütopik sosyalizmdir. Daha açık ifade etmek gerekirse, Marksizm için ütopya yıkılıp yok edilmemiş, içerilip aşılmıştır. Benzer bir içerip aşmanın, Rusya’da Bolşevizmin kaynaklarından biri olarak narodnik gelenekle yaşandığı söylenebilir.
Ne var ki Marksizmin ütopya ve onun iyimser özüyle kurduğu bu tatlı sert aşk ilişkisi böyle sürmemiştir.
Perry Anderson’un, Batı Marksizmi Üzerine Düşünceler de ifade ettiği gibi 1920’lerden sonra Avrupa’da Komünist Partilerin yenilgisini anti-ütopyalar izlemiştir. Burada uyutulan, aptallaştırılan kitleler, kültür endüstrisi, dekadan ve çürüme vardır.
Artık işler tersine dönmüştür. Ve bir çeyrek yüzyıl sonra, 68’in hararetinde, “ütopya” yeniden doğacaksa temellerini, reel sosyalizmin de bir parçası olduğu aydınlanmanın reddine basacaktır. Rüşeym halindeki devrimci kültürü bugünden yarına, belki bir devrime bile gerek kalmadan “kültürel adacıklarda” kurmak mümkündür bu varsayımda.
Bu nedenle “devrim yapamazsınız ama devrim olabilirsiniz” şık bir cümleden daha fazlasıdır. Ne ki bugün karşıya alınacak, bürokratikliğinden, yozlaşmasından, pozitivist ve ilerlemeci oluşundan dem vurulacak bir reel sosyalizm yoktur.
Denebilir ki “ütopya fikri” belki de ilk kez böylesine öksüz, bir başına, yalınayak kalmıştır.
Peki tüm bu gard alışlar, muhafızlıklar, tahkim etmelerden bugüne gelirsek, kültüralizme karşı çıkmak kültürün önemini reddetmek değilse, bizim de içerip aşacağımız bir ütopya alanı, kültürleşme yaratmak mümkün mü?
İşin açığı sadece mümkün değil gerekli de. Haluk Yurtsever’den dinleyelim;
“(…)sınıfsal, ekonomik, siyasal, cinsel, kültürel hak ve özgürlükleri, devrimci, pozitif, kurucu içeriklerini zenginleştirerek savunmak, savunmakla da yetinmeyip fiilen, bireysel ve kolektif olarak kullanmak, tüm yaşam ve mücadele alanlarına yeni kültürleşme tohumları atmak gerekiyor”(1)
İhtiyaç olan,
“ Bugünkü toplumun acımasız eleştirisi ve gelecek toplumun bugünden filiz veren nüveleri üzerinden geliştirilmiş, uğruna savaşmaya değer, gerçekleşebilir, kitlelere nüfuz eden bir yeni toplum düşüncesi.”(2)
Ve çok açık ki bu yeni bir toplum düşüncesini bir “EN felaketler” söylemi üzerine kuramazsınız.
Bu kültürleşme ve ütopya fikri ile geçim derdindeki insanların nasıl bir ilgisi olduğunu, tabiri caizse bunların(ütopya vs) biraz tuzu kuru işleri olduğunu düşünmek ise düpedüz kaba materyalizmdir.
Geçim derdindeki emekçi iki boyutlu bir kahraman değildir.
Temel güdülerini/ihtiyaçlarını gidermek dışında rüyasında bile göremeyeceği fantastik aşkları, lüks hayatları sıradan yaşamının “ütopyası” olarak bellemiştir. Geçim derdindeki emekçi hiç olmadığı kadar ütopyaya açıktır bir anlamda.
Ne ki bu ütopya sanıldığı kadar konformist, düzen yanlısı olmayabilir. Ernest Bloch’un Umut İlkesi biraz da bunu anlatır:
“Bloch, umudun, fakiri, ezileni ‘boş’ hayallerle oyalıyor olsa bile, onun fakirin bir potansiyeli olduğunu düşünür. Fakir harekete geçecekse, geçirilecekse, o umuda tutunarak geçebilir, geçirilebilir ona göre. Fakir, içinde bulunduğu sefaletin öfkesiyle değil de, -yalnızca onunla değil-, daha ziyade umudunun itkisiyle harekete geçtiğinde, bundan ‘bir şey’ çıkabilir - sefaleti de ancak o zaman yenebilir.”(3)
Dolayısıyla iyimserlik mümkündür, hatta zorunludur…
Notlar
1. http://ilerihaber.org/yazar/curuyus-ve-umut-80992.html
2. http://ilerihaber.org/yazar/birlesik-mucadele-uzerine-61309.html
3. https://www.birgun.net/haber-detay/ernst-bloch-ve-umut-ilkesi-uzerine-143322.html