Amerikan popüler sinemasının son yıllardaki en toplumsal eleştirel film serisi ‘Arınma Gecesi’ filmlerinin yeni halkası İlk Arınma Gecesi (The First Purge); ABD’ye oranla birkaç hafta rötarla dün ülkemizde de vizyona girdi. İlk Arınma Gecesi, adından da anlaşılabileceği üzere önceki filmlerde konu edilen Arınma Gecesi uygulamasının başlangıcını perdeye getiriyor. Çok kısaca özetlemek gerekirse, konuları hayali bir yakın gelecekte geçen bu distopik filmler, ABD’de her yıl bir kez 12 saat boyunca cinayet dahil her çeşit suçun yasal olarak serbest bırakıldığı gecelerde yaşananları perdeye getirerek böyle bir uygulamanın, bir çeşit toplumsal deşarj bahanesi ile lanse edilmesine karşın zenginler daha donanımlı sığınaklar tesis ederek kendilerini daha iyi koruyabildikleri ve hatta daha güçlü silahlar temin ederek daha rahat katliam yapabildikleri için aslında toplumun en yoksul, Yeni Sağ söylemlerde topluma yük olarak gösterilen muhtaç kesimlerinin tasfiyesi işlevi göreceğini teşhir ediyordu. Daha önce serinin üçüncü -bundan önceki- filmi vesilesiyle bu köşede yazdığım üzere, Arınma Gecesi filmleri, insanın doğası gereği şiddete yönelimli olduğu argümanının karşısına yalnızca dayanışma ve yardımlaşma duygularının da insana içsel olduğu argümanıyla çıkmakla kalmayıp ayrıca ve daha da önemlisi, şiddetin doğallığına yönelik söylemlerin aslında maddi çıkarlarla ve toplumdaki varsıllar-yoksullar ayrımıyla bağlantılı olduğuna da işaret ediyorlar.
İlk üç filmin yönetmeni ve senaristi James DeMonaco’nun bu kez senaryoyu yazmakla yetindiği ve yönetmen koltuğunu Gerard McMurray’a devrettiği İlk Arınma Gecesi, bu anlatının en başlangıcına, ilk filmin konusunun öncesine giderek önceki filmlerin paradigmasını yer yer yineliyor, yer yer derinleştiriyor, yer yer yeni açılımlar getiriyor. Film, Amerika’nın Yeni Kurucuları adlı yeni bir siyasi partinin ekonomik kriz koşullarında serpilip iktidara gelişini kısa haber görüntüleri eşliğinde perdeye getirerek başlıyor (bu arada eski iki anaakım parti arasından sıyrılıp iktidara gelen bu partinin isminin imlediği üzere adeta bir ‘yeni ABD’ inşası misyonu içermesinin malum, manidar çağrışımlar yaptığını söylemeden edemeyeceğim…). Amerika’nın Yeni Kurucuları, Arınma Gecesi uygulamasını ilk olarak New York’un pilot bölge olarak seçtikleri ve dar gelirli kesimlerin, ağırlıklı olarak da siyahilerin yaşadığı sefil toplu konutlara ev sahipliği yapan bir ilçesinde sözümona “toplumsal bir deney” olarak devreye sokmayı planlamaktadır ve sözkonusu gece boyunca ilçenin bulunduğu adayı terketmemeye gönüllü olacak yurttaşlara kişi başına 5,000 dolar, deneye “aktif olarak katılacaklara” ise daha da yüksek meblağlar ödemeyi vaat etmektedirler. Bu yerel Arınma Gecesi başladığında önce yağma olayları dışında kaydadeğer bir şiddet olayı yaşanmaz, hatta tersine 5,000 doları haketmiş çok sayıda genç, bir sokak partisi düzenlemeye girişir. Zaten oldum olası şiddete eğilimli ve dengesiz bir sokak serserisi bu partiyi basıp ortalığı kan gölüne çevrdiğinde de bu saldırı, Arınma Gecesi planlayıcılarının beklentilerinin aksine, başka şiddet olaylarını tetiklemez. Arınma Gecesi projesinin tasarlanmasında fikir bazında öncü konumda olduğu anlaşılan bir kadın biliminsanı, “bu sosyoekonomik grup anlaşılan beklediğim gibi davranmıyor” itirafında bulunur. Ancak bir müddet sonra ilçenin sokaklarında motorlu araçlarla kol gezen, Ku Klux Klan benzeri kostümler içinde ve ağır silahlarla donanmış gruplar peydah olur ve bu gruplar toplu bir katliama girişirler. Besbelli ki Amerikanın Yeni Kurucuları, yoksul siyahileri birbirine kırdırma planları suya düşünce, her ihtimale karşı hazırda bulundurdukları B planını devreye sokmuşlardır…
İlk Arınma Gecesi böylece önceki filmlerde teşhir edilen, yoksulları varsıllara kırdırma politikasının menşeinin yoksulları yoksullara kırdırma olarak doğduğunu ama o çabanın fos çıkmış olduğunu ortaya koyarak serinin genel paradigmasına ilginç ve dikkate değer bir ekleme yapıyor. Yeni filmin kaydadeğer bir başka unsuru ise yukarıda değindiğim kadın biliminsanının pozisyonu. Bu biliminsanı, şiddeti “bastırmayıp dışarı vurmanın”, öfkeden kurtulmak adına yararlı olduğuna besbelli samimi olarak inanıyor, basına verdiği demeçlerde bu “toplumsal deneyin siyasi bir araç olmadığını” söylerken kendi nezdinde besbelli samimi konuşuyor çünkü son anda mekanize gruplar sokaklarda belirdiğinde şaşırıyor ve “toplumsal deneye” adeta dışarıdan müdahale, manipülasyon olarak gördüğü bu girişimi benimsemiyor. Ve tabii bu durumda “deneyi” finanse ve organize eden siyasal otorite tarafından kendisi de derhal tasfiye ediliyor! Dr. May’in içine düştüğü durum, siyasallıktan münezzeh bir toplumsallık olabileceğine dair inancın yersizliğinin göstergesi. İnsan doğasına ilişkin önermelerin, bilimsel olarak ortaya konulabilecek doğrular değil, siyasal olarak inşa edilmiş söylemler olduğunu çok net biçimde savunan bir çizgide duran Arınma Gecesi filmlerinin bu çizgisi İlk Arınma Gecesi’nde böylece daha da pekişmiş oluyor.
Bu arada serinin ikinci filminde beliren -ve üçüncü filmde anaakım muhalif siyasetle dayanışma içine giren*- silahlı direniş hareketinin başlangıcını da İlk Arınma Gecesi’nde görüyoruz. Bu noktada ise İlk Arınma Gecesi’nin belki biraz sorunlu olarak görülebilecek, en azından tartışmalı sayılması gereken bir unsuru var çünkü silahlı direnişin bu filmde gördüğümüz kadarıyla ilk nüvesini uyuşturucu satışıyla iştigal eden bir çete oluşturuyor. Öte yandan böylesi bir sosyal coğrafyada, bir gece ansızın baskın düzenleyen, ağır silahlarla donanımlı, devlet destekli milis güçlerine karşı bu varoşun kendi içinden hazırda kendi silahları bulunan bir başka toplumsal özne nasıl daha gerçekçi, inandırıcı biçimde tasavvur edilip senaryoya yedirilebilirdi? Herşey bir yana ilk Arınma Gecesi’ni atlattıktan sonra sözkonusu çetenin bir daha uyuşturucu satışına dönmeyeceği filmde çok net olarak verilmese de, artık esasen kendilerini iktidara direnişe adayacakları belli ediliyor. Şafak sökerken mahallede hayatta kalabilmiş olanlar birbirlerine şimdi ne olacak, bundan sonra ne yapacağız diye sorduklarından çete lideri kararlı biçimde “savaşacağız’” karşılığını veriyor.
Arınma Gecesi (The Purge, 2013) devam filmlerine oranla daha belirgin biçimde korku sineması kalıplarındayken seri, silahlı direnişin ilk perdeye geldiği ikinci filmle birlikte aksiyon dozu artan oranda korku/gerilim-aksiyon karması niteliğinde gelişmişti; İlk Arınma Gecesi ise bu açıdan sanırım ortada bir yerde duruyor. Dolayısıyla Arınma Gecesi filmlerinin biçimsel olarak atasının John Carpenter’ın Assault on Precint 13’i (1976) olduğu söylenebilir. Ancak anlatım-anlatı bütünlüğü içinde siyasal olarak baktığımızda ise George Romero’nun toplumsal eleştirel ‘Yaşayan Ölüler’ filmlerinin mirasçısı konumundalar, üstelik direniş çağrısını hararetle yükseltmeleri açısından salt eleştirelliğin de ötesine geçmeleri takdire şayan.
* bkz: http://ilerihaber.org/yazar/arinma-gecesi-secim-yili-56344.html