“I Have a Dream”

Gerçeğin kapılarını açan, sınır dinlemez rüyanın diliyle konuşalım; doydukça yediler, yedikçe doyamadılar, sonunda mide fesadı denilir yapısal bir bozukluk yayıldı.

Bir rüya gördüm; krallar, kraliçeler, tanrılar, zamanlar birbirine girmişti,  ama hayal mi, rüya mı, kabus mu bilemedim. “Hep güldün bu gece, dedi karım, ne gördünse rüyanda.” Emperyalistler binmişler zaman makinesine tarihin derinliklerinde yaşayan o güzelim tanrılar, tanrıçalar arasına da sızmışlardı diye başladım anlatmaya. Bu takım elbiseli, establishment heriflerin, ukala adamların, seçilmemiş seçkinlerin, her türden kötülükle, tanrıça Hades’le ortak olduklarını bilir miydin? Ben bilmezdim, kuşkulanırdım, ama artık öğrendim. Şimdi bütün maceralarını, stratejilerini, taktiklerini biliyorum artık. Bilmeli, yoksa günün birinde hani iyice rotadan çıktıkları, kendi kendilerini yemeye başladıkları zaman... “Ne diyorsun, dedi sevgili eşim, geldi mi beklenen zaman, geliyor mu gelmekte olan?” Bilmiyorum dedim. Benimki yalnızca bir rüya.

Başladım anlatmaya.

Aslında iyi kalpli, biraz çapkın, biraz otorite düşkünü Zeus’tan ateşi çalıp insanlara armağan eden kimdi? İşte insanları donmaktan kurtaran, doğanın dengesini bozmadan avladıkları hayvanların etlerini pişirmelerini sağlayan, hayvanların da yine doğanın dengesi içinde homosapiens avladıklarını gören duyan, hiç et yemeyen vejeteryan hayvanların da yaşadığını öğrenen Prometheus yalnız değilmiş meğer.

SEVGİLİ DEMETER

Yalnız değilmiş, güzeller güzeli Tanrıça Demeter de girdi rüyama. O güzel tanrıçayı, resimlerinde, heykellerinde görmüşsündür; görevini göstersin diye, (Tanrılarda, Tanrıçalarda iş bölümü esastır) kucağında bir demet buğday taşır, dekoltesi derin, bir memesi de açıktadır; hemen aklına başka şeyler gelmesin ya da gelsin, çünkü o da berekettir; işte o buğday demetiyle Demeter’in tüm dünyayı beslediği, toprağın altında bekleyen tüm bitkileri canlandırdığı söylenir. Öyledir, toprak hepimize yetmez miydi, yeterdi. Aslında bitkilerin ağaçların damarlarında dolaşan özsuların akışını, kulağınızı dayasanız duyarsınız; eğer iyi bir insansanız, emperyalistlerin yardakçısı, işbirlikçisi, kuklası değilseniz şarkılarını da duyarsınız doğanın. 

İşte o şarkıları ağaçlarla hayat bulan, iç içe yaşayan Driyad denilen güzel peri kızları söylüyorlardı. Öyle güzeldi ki sesleri, çoktan uyanıp ayağa kalkmış mağaraları resimlerle süslemeye girişmiş Homoerektus onlara özenip şarkılar söylemeye başlamıştı. Ama kötülüğün, artık her neyse mülkiyetin egemenliği zamanları gelince, ağaçlara balta inmeye, dallar kırılmaya, hızarlar çalışmaya başlayınca Driyadlar, Demeter’i çağırmaktan başka çare bulamadılar. Ne güzel, ne hüzünlü bir şarkıydı Driyadların şarkısı.

Demeter de işte o sırada yeraltı dünyasının tanrısı, Ölüler Ülkesi’nin şantajcısı, kızılderili kıyımının General Custer’ı, siyah kölelerin efendisi, nazilerin Führeri, Pentagonun Bush’u Hades’in, yeraltı dünyasına kapattığı güzel kızı Persefone’nin acısıyla perişan, umutsuz, yüreğini susturmak için geziniyor, kızını nasıl kurtaracağını düşünüyordu yeşil ormanda. 

Sonra imdat çığlıklarını duydu Driyadların. 

Kimdir ağaçları kesen, kim bu nursuz suratlı, yüzünü hırs bürümüş pis kapitalist? O astığı astık, kestiği kestik görgüsüz bir burjuva kraldır. O zamanlarda adı Erisihton’du, Ne kadar zulüm görse de hâlâ tazeliğini koruyan şu bizim Arz’ımızda, Erde’mizde, parçalanmış toprağımızda, paylaşamadığımız Terra’mızda işler uzun süre kötüye gitti; yakıp yıkıldı ormanlar, beton diye bir şey icat edip toprağı nefes alamaz hale getirdiler, nihayet Demeter son bir gayretle dikildi önüne Erisihton’un. Hitler’in, Franko’nun, Mussolini’nin, ya da şimdi suret-i haktan görünenlerin. Bakıyorum ben de ne olacak şimdi diye.

KİBİRLİ KRALIN KADERİ

Ne yapsın Demeter, Erisihton’un önüne güzeller güzeli Demeter gibi çıkmadı, güçten düşmüş, ihtiyar bir kocakarı kılığında gördü onu zalim kral. Demeter de onu o Tesalya Kralı gibi değil de, zamanımızın Ortadoğu’sunu, Afrika’sını, Asya’sını talan etmiş, yoksulları sömürdükçe kendisi şişmiş müstevli bir “komprador” olarak gördü. 

“Buralar da artık benim, diyordu kibirli kral, işte bak, ormanın küçük sahipleri de artık benim işbirlikçilerimdir. Tanıştırayım sana kocakarı, bu efendi ağa tüm Newspaperlarımın sahibidir; öteki şu köşede bıçağını bileyen de, komutan deriz biz ona, balta takımının komutanıdır; şu köşede kendi kendine konuşup duran, eli cebinde ukala da benim hoca adını taktığım düdüktür, arada bir öttürdüğü de benim düdüğümdür, bak yine öttürdü, der ki ‘ben Erisihton’un ortağıyım’, güldürür beni böyle arada bir. Ortağım falan yoktur benim. Yan tarafta cebini kurcalayan da benim en iyi üstencimdir; bu Saray’ı o dikti, şu köseye bir yenisini de o inşa edecek, hep birlikte yiyip içeceğiz, en iyi meyveler, en iyi şaraplar, en kalite biralar su gibi akacak, gel sen de şu köşede bir yer bul kendine,  sana da bir servis açsınlar.” 

“Yok dedi Demeter, ben gideyim, sen de kendine dikkat et, pek iyi görmedim, çaptan düşmüşsün, göbek almış başını gitmiş, şurada duran senin sümsük muhasebecin değil mi, ona bir sor iyiye gitmiyor senin işler, ye iç ama dikkat et, buralarda görür gibi oldum açlık tanrıçası Fames’i, yoksullarla eğlenmeyi bırakıp bu tarafa doğru gelirse vay senin haline” dedi. Cadı kılığından çıkıp o güzel Demeter oluverdi ansızın. Şaşkın şaşkın bakan Erisihton, “aman tez yakalayın” diye feveran ettiyse de çoktan kayıplara karışmıştı Demeter açık dekoltesini daha da açarak.

“Aman, bırakın giderse gitsin dedi Erisihton, haydi oturun dostlarım, bu ormanı da tamam edelim, paylaşalım, aslan payını alayım, şurada çıkan petrolü üçte iki, beşte bir, ne neyse, otuza yarım, yüzde doksan hakkaniyet ölçülerimden şaşmadan dağıtalım; ama bu arada canımı sıkmamaya da dikkat etmenizi istirham ederim sizlerden” diye kahkahası bol bir nutuk attı. Demeter’in dileğini kırmayan Açlık Tanrıçası Fames de usulca sokuldu sofraya; tabaklara, içki kadehlerine kaşla göz arasında açlık tozunu serpiştiriverdi.

AÇ KRAL KENDİNİ YİYOR

Gerçeğin kapılarını açan, sınır dinlemez rüyanın diliyle konuşalım; doydukça yediler, yedikçe doyamadılar, sonunda mide fesadı denilir yapısal bir bozukluk yayıldı. Ormanın Wallstreet taraflarında kâr oranlarında düşme eğilimi belirdi. Öteki köşede “bu paylaşma adil olmadı” diyen Çar’ın modern kılıklısı cebinden S-400 sapanını çıkarmaya yeltenirken homurtuların arttığını gören Trump, artık adı her neyse, “kim ulan bunlar nerden çıktı bu sarı yelekliler, kim bu çapulcu kılıklı sergerde takımı, tez Meksika sınırına duvar örülsün, Evropa’nın borçları tahsil edilsin, İran’a ambargo konsun, rahip Bronson kurtarılsın” diye bağırıyordu ki, “yeter ulan berbat ettin her şeyi, bozdun düzeni” diye bağırdı establishmentin yeni Kralı.

Sonunda yerken, içerken bitmeyecekmiş gibi görünen otlakların, ormanın kaynakları tükenince sağa sola saldırmaları kader oldu. “sonunda hiç bir şeyle doymaz olan bu aç kral ülkenin en büyük meydanında bağıra bağıra halktan gene yiyecek içecek dilenirken, açlık duygusu öylesine ağır bastı ki artık dayanamayıp  kendini yemeye başladı. Ne var ki kralın bu doymazlık illeti, bulaşıcı bir hastalık olarak kendinden sonraki krallara bulaştı.” 

Tamam Hocam kusura bakma senin hikâyeyi biraz berbat etmiş olabilirim, (Yaşar Atan, Akdeniz Mitologyasından Efsaneler, Evrensel Basım Yayın. sf.328-331) ama siz de bilirsiniz rüyalarda mantık aranmaz, kendi mantıkları vardır onların. Tanrılar tanrıçalar, bulutların üstünden yere inince böyle oluyor; yine de hikâye aynı hikâyedir, rüya aynı rüyadır. Baktım köşeden elinde meşaleyle gelen Prometheus. Arkadan gelenler de Spartaküs’ün köleler ordusu mu? İşte bak orman ahalisi de Bella Çav söyleye söyleye geliyor. Şili’lileri gördün mü, nasıl dans ediyorlar, unutmamışlar Venseremos söylemeyi hâlâ, ya şu taraftan gelenler. Bunlar da kimler böyle? “Tanrı, paşa, bey, ağa, sultan bizi nasıl kurtarır, bizi kurtaracak olan kendi kollarımızdır” diye ellerinde bayraklarla yürüyen bu kadınlı erkekli kalabalık da nereden çıktı?

Hangi sakallı bilgenin özgür çocukları bunlar?

***

“Hadi yat sabah olmadı daha, benim de uykumu kaçırdın, ne gelen var ne giden” dedi karım. “Gelir gelecek olan, gider gitmesi gereken önünde sonunda, günün birinde” dedim ben de.

Ama uyku tutmadı ondan sonra… Sahi siz uyuyabiliyor musunuz?