"Huzur İslamda!"

Her yere yazmışlardı. Arabaların arka camlarına yapıştırmak modaydı. Ya da binerseniz bir minibüse dikiz aynasının üzerinde görürdünüz. Eskiden sıkça gördüğümüz "maaşallah" yazısının yerine almıştı neredeyse. Dükkanların camlarında, defterlerin üzerinde, gazetelerin manşetlerinde.

Huzur İslamda diyorlardı. İslama "davet ediyorlardı" herkesi masumane bir görüntü altında. Huzuru, güveni, içrahatlamayı, insanların, ancak ve ancak islamda bulacaklarını vaaz ediyordu islamcı siyaset. Öncesinde bilmem hangi hıristiyanın müslümanlığa geçtiğini yazarlardı. Sonra bunu, "huzur islamda"yı öne çıkardılar, daha sonra "adil düzeni", arkasından "tamam inşallah"ı... Hepsi 12 Eylül’den sonra...

Bireye seslenmişlerdi; kapitalist sistemin çarklarında ezilen, piyasacı Özal döneminin eşitsizliğinde kendini yalnız hisseden insana. Ve topluma seslenmişlerdi; yeni bir düzenin, istikrarlı ve korunaklı bir toplumun islamcı siyasetle mümkün olacağını!

Dinle ilgisi yoktu bu propagandanın, dinin siyasete alet edilmesinin kurnazca örneği idi yalnızca. İslamcı siyasetin topluma vaadi değil miydi? Huzur istiyorsanız islamcı siyasetin safına geçin!

Ama ne biz ne bölgemiz ne de dünya huzur bulabildi!

1993 yılında Sivas'ta 35 insanımız yakılarak katledildi. Toplumsal huzur, bir otele benzin dökülerek karanlık bir dumana boğuldu.

Herkes huzur beklerken mahalle baskısı başladı. Gece ondan sonra içki satışını yasakladılar, okulları imam hatipe çevirdiler, müfredatı değiştirdiler, kadınların kahkasına taktılar. Doğum kontrolüne bile ihanet dediler.

Herkesin huzurunu kaçırdılar. Haksız ve hukuksuz gözaltı, tutuklama ve operasyonlarla suçsuz insanların hayatlarıyla oynadılar.

Memlekette huzur bırakmadılar. Bir sabah herkes yolsuzluk, rüşvet ve hırsızlık operasyonuyla uyandı. Meğer huzur, yatak odalarında tutulan para sayma makineleriyle mümkünmüş!

Huzur olsa olsa bunlarda vardır diye düşünürken beddualar okunmaya, savaş naraları atılmaya başlandı. Beddua edenlere karşı çete ve paralel yapının inlerine gireceğiz dediler, tasfiyeler, gözaltılar, kılıçlar çekildi.

İnsanlar evlerinde huzurlu oturamadılar, terörden, şiddetten, savaştan, açlıktan ve kadınlarının, kızlarının tecavüze uğramasından kaçtılar. Suriye'de islam adına kan döken, kafa kesen, öldürdüğü insanın kalbini çıkarıp yiyecek kadar gözü dönmüş bir vahşeti yaşatan dinci terör örgütlerinin zulmünden kaçtılar. Halbuki Suriye'ye huzur getirmeyecekler miydi?

Bugün İstanbul'da, Antep'te, Adana'da ve neredeyse Türkiye'nin bir dizi ilinde yerinden yurdundan koparılmış Suriyeli göçmenleri görmüyor muyuz? Ortadoğu'da emperyalizmin çıkarları doğrultusunda dinci terör örgütlerine yapılan yardımların, desteklerin sonucu olarak çıkarılan içsavaşın sonucu bu oldu.

Irak'ta radikal islamcı IŞİD'in vahşetini izliyoruz. Sanki Ortaçağ'da yaşıyoruz, kadınlar cariye yapılıyor, kafalar kesiliyor, Ezidi halkı soykırıma uğruyor. İnsanlar yollara düşmüş, bir vahşetten kaçıyor. Kobane’de yaşananlar gözlerimizin önünde.

Ve şimdi Fransa'da bir Avrupa başkentinde ellerinde otomatik silahlarla  sokak ortasında bir katliam yaşanıyor. Yine gericilik ve yine kendi dışında her görüşün ortadan kaldırılması gerektiğine saplanmış bir ideoloji...

İster radikal ister ılımlı, siyasal islamcılık yani gericilik ne bize, ne bölgemize, ne de dünyaya huzur getirdi. Bırakın huzuru, kan, gözyaşı, göç, yoksulluk, acı, katliam, ölüm, yolsuzluk, rüşvet, operasyon...

Bu durum tek başına elbette dinci siyasal örgütlerle açıklanamaz. Emperyalizmi, ABD'yi, sermayenin kar hırsını, bölgesel devletlerin çıkarlarını gözardı edemeyiz ve bunlardan bağımsız bir siyaseti yok sayamayız. İslamcı siyaset, gericilik tam da bu yüzden başka türlü olamaz.

Bugün hem dünyada hem de ülkemizde kapitalizm ideolojik bir kriz içinde. Artık insanlara verebileceği bir umut yok.

Şimdi Fransa’da yeni bir katliamla gericiliği bir kez daha görüyoruz.

Ilımlı islam diyen projelerle Ortadoğu’ya elbise biçen emperyalizmi arıyor gözlerimiz.

Bakalım bundan sonra neler göreceğiz? Fransa’nın arkasından ne gelecek?

Huzur mu dediniz?