Hukuk ve zaman…

Önce, zamanın şeysine dair…

Şey lafı önemlidir. Esasında bir anlam taşımaz görünür. Ne ki “şeyin şeysini” ancak, “şey” ederek anlatabiliriz. O nedenle, bu başlangıç bölümü başlığı da zamanın şeysini anlatmak için isabetle seçilmiştir.

Bir kuvars kristalini değerli kılan, sıcaklık ve hava basıncı değişikliklerine aldırmadan, aşırı güvenilir titreşim yapabilmesidir. 

Bu ne mi demek?

Kuvars kristale sahip olan bir saatten bahsediyorum!

Söz gelimi, kuvars kristaline sahip bir saatimiz olduğunu varsayalım.

Bu saat bize neyi gösterir? Yerkürenin kendi ekseni etrafında ve 24 saat süren bir dönüşünde, o dönüş macerasının zamansal bildirim kesrini. Günün aydınlık bölümünde de, karanlık bölümünde de temposunu hiç bozmadan, yaşadığımız coğrafi-mekânsal koordinatlarımızın neresi olduğundan bağımsız, hep aynı tempoda titreşir durur.

Titreşme ölçüsü, saniyede 32 bin 768’dir. Bir saatte 3 bin 600 kere bunu tekrarlar. Gün 24 saat olduğuna göre bu titreşme 2 milyar 831 milyon 155 bin 200 tekrar demektir. 

Yerküre, güneş etrafındaki bir defalık dönüşünü ise, 365 gün 25 dakika da tamamlar. Kuvars saatimiz bu hesaba göre her yıl 1.034 küsur x1012 kez, yani trilyon saniye kadar titreşir…

Artık, yaşanan-yaşanacak ömre göre, 70 yıl ise 70 trilyon, 80 yıl ise 80 trilyon saniye titreşimlik bir nefes alış içinde koşturup dururuz. Elbette, küsuratları, bu yuvarlamanın içine dâhil ettim gitti.

***

Biraz daha, zaman gazına dair…

Biz insanlar için, bir ömür dizgesinin, zaman bakımından üç yönü veya doğrultusu vardır.

İlkin, zaman evrendeki anları işaretler, yani şeylerin yerini belirlememizde koordinattır. Sonra, olaylar arasında geçen süreyi ölçer, yani saatin ölçtüğü şeydir ve sonuncu olarak da zaman içinde hareket ettiğimiz ortamımızı belirler. Başka bir söyleyişle, zamanın bu hali ile geçmişten, şimdiyi aşarak, geleceğe doğru bizden geçişini yaşarız.

Böylece, maddi olarak zamanı elle tutamasak bile, sezgisel olarak, zaman bize, “şeylerin olagelişini, nasıl anladığımızı” anlatır durur. 

Belki de bu sezgisel zaman anlayışımız, Aziz Agustinus’un “şimdilerinden” başka bir şey de değildir. Geçmiş, şimdideki anılarımızdır. Şimdi, an olarak farkındalıklarımız ve gelecek ise o yaşadığımız şimdideki beklentilerimizdir… 

Onun için kavradığımız bir tek zamandan, yani şimdinin farkındalığından bahsedebiliriz. Yani “şimdi”, kendi başına hakikat değilse de gerçeğe en yakın yegâne zaman kavramı olmalıdır. Kısacası zaman, düşünen, algılayan bir bilinçte ortaya çıkan süremdir. İçinde olduğumuz için, zamana dair bütünün tümünü değil, ancak görebildiğimizin kesrini anlayabildiğimiz ve peş peşe tekrarlayan bir şimdiler süremidir.

Bu sürem içinde, şimdiler, hep yeni bir dünya kuruluşunu bize anlatır.

Şimdi bunu yazarken, takip eden ilk şimdi de yeni bir kavramsal düşünüşü kuruyor olduğum gibi… 

***

Hukukun zamanı…  

Zaman, bir “çokluk” muhasebesidir aynı zamanda…

Bir yığın zaman algımız vardır. Nesnenin, maddenin, doğasından tutun, biyolojik, psikolojik zamanımıza kadar. Hatta yaşadığımız mekâna dair bir zaman algısı. Şimdi ben bunu, bir Ankara zamanında yazarken, New York zamanında yaşayanların, hadi çok da uzağa gitmeyelim, İstanbulluların, hatta İstanbul’un her evinin, bambaşka bir zaman aralığında olduğu gibi.

Durum bu olunca elbet “hukuk” dediğimiz kavramın da bir zamanı oluyor.

Hukuk zamanı deyince, acaba ne anlamak gerekiyor?

Toplumun devamı ve esenliği, toplumu oluşturan bireylerin etkinliklerini ahenkleştirecek bir hukuk düzeni gerektirir. Bu düzen, bir taraftan bireyin çıkarlarının korunması, diğer taraftan çatışan çıkarların uzlaştırılması yoluyla sağlanır. Yani hukuk, bir üstyapısal bir kurum olarak, bir taraftan bireyi, çıkarı yönünden korurken, diğer taraftan da çıkar çatışmalarını bir çözüme bağlamak suretiyle toplum içerisinde düzenin sağlanmasına yarar. Bu itibarla, hukuk, bir “yazılı kurallar” bütünüdür. Yazılı kuralın oluşturulması için ise, yasama erki vasıtasıyla, kural dilinin, hukuka dönüştürülmesi gerekir. Din ve ahlak kurallarından farklı olarak, hukuk kuralları, ancak “devletin veya erkin yaptırım gücüyle kuvvetlendirilmiş” kurallar bütününü tanımlar. Yani hukuk siyasal erkin bir uzantısı olarak şekillenmektedir.

Bu siyasal erkin yasalaştırılma süreci içinde, hukuk dört özel konumda bulunabilmektedir. İlki, “pozitif hukuk” denilen “yürürlükteki” hukuktur. İkincisi, “yürürlükten kalkmış hukuku” sembolize eder. Bunu da hukukçular, “tarihi hukuk” diye adlandırmaktadır. Üçüncüsü, “konu hukuku veya mevzu hukuktur” ve nihayette de” ideal hukuk” denilen, “bağımlı hukuk” anlayışı, doğal, ilahi ve rasyonel anlayışları içinde barındırmayı içeren bir anlayışı temsil eder.  

Şimdi bir soluk alalım…

Bakıldığında, bu hukuk çeşitlerinin tümü, zamana aittir. Yürürlükte olan “şimdiki zamanı”, tarihsel olanı “geçmiş hukuku”, konu hukuku ise “şimdideki geleceği “ve ideal olanı da “geniş ve tüm zamanları” içinde barındırır.

Hukukun geniş bir kavram olarak, içinde barındırdığı en önemli bir diğer zaman ölçeği de üretim ilişkilerinin toplumsal gelişim süreçlerindeki diyalektik bir sonucu olarak tezahür etmesidir. O nedenle, söz gelimi kapitalist üretim ilişkilerinin sürgit evresini yaşayan toplumlar için, söz konusu hukuk anlayış ve zamansal kavrayışı “burjuva hukukunun varlığını” içermektedir.

***

Hukuk ve örgütlenme…  

Hukuk, bir dizge kurallar bütününü vaz ettiğine göre, aynı zamanda kurucu öge olarak da işlev görür. Kurucu öge, örgütlenmedir. Topluma ve toplumun bütün yaşam şekil ve icaplarına göre, örgütlenmeleri sağlar. Örneğin, şirketler hukukundan bahsedecek olursak, iktisadi bir örgütlenme modelinin, özel hukukça nasıl düzenlendiğini ve işleyiş, yaptırım ögelerinin tümünün bu örgütlenme içinde, nasıl var edildiğini görürüz.

Meslekler de toplum içindeki insani hizmet süreçlerine dâhil olan ve esasen iktisadi örgütlenmelerin işbölümü temelindeki örgütlerdir.

Eczacılık veya hekimlik, hem bir sağlık insan hizmetini tanımlarken, hem de sosyal ve iktisadi olarak kendisine özgü yapı taşlarını içeren, hukuki bir örgütlenme modelleridir.

Meslek örgütlerinin bu özel konumları, her mesleğe özgü, “özel mevzu hukuk” kurallarıyla, yani yasalar, tüzükler, yönetmelikler gibi hukuki düzenlemelere konu olmuştur.

“Kamu Kurumu Niteliğinde Meslek Kuruluşları” bu amaçla, hukuk hiyerarşisinde en üst yasa olan “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası” ile düzenlenmiş durumdadır.

Anayasanın 135. Maddesi şöyle bir tanımlama getirmiştir:   

Madde 135- Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları; belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlakını korumak maksadı ile kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunla gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu tüzel kişilikleridir.”

Bu madde kapsamına giren pek çok meslek örgütü var.

Güncel tartışma, Türkiye Barolar Birliğinin yapısının değiştirilmesini öngören bir yasama girişimi. Girişimin sahibi siyasal iktidar ve öngördüğü değişiklik talebi, avukatların öznel tercihine dayalı, birden çok baro kurulmasının yolunu açmak.

Bakıldığında, masum gibi görünen bu girişimin amacı, Türkiye Barolar Birliği içinde bulunan bir vilayet barosu yerine, aynı vilayet sınırları içinde baroya kayıtlı tüm avukatları birden fazla baro kuruluşuna tabi tutabilmek.

Neden buna ihtiyaç duyulduğu, hukuki ve mesleki bir zorunluluktan çok, siyasi bir tercih ve isteğe bağlı bir görüntü sergiliyor.

Yani Anayasanın tanıdığı ve bu anlamı ile isminde bu devletin adlandırılmasını “Türk” veya “Türkiye” olarak taşıyan “Türkiye Barolar Birliği” içinde, söz gelimi, Ankara, İstanbul ve İzmir Baroları gibi üye sayıları büyük baroları adeta lağvederek, bu illerde avukatların öznel tercihleriyle kurulacak birden fazla baro kuruluşuna cevaz sağlamak.

Bu devlet, federal bir devlet olsa idi, bunun federal hukuk anlayışına uygun bir tasarruf olduğu düşünülebilirdi. Oysa değildir. Meslek örgütü benzetmesinden yola çıkacak olursak, girişim adeta birden fazla Adalet Bakanlığı kurulmasını çağrıştırabilecek bir siyasi tasarrufuna benzetilebilir.

Sorun, Baroların siyasi iktidarın aparatı yapılıp, yapılmamasıyla ilişkili olabilme tehlikelerini taşımasıdır. Baro örgütlenmesinde, bu hukuk anlayışı benimsenir ise, toplum içindeki farklı dini veya siyasi inançlara dayalı mahkeme kurulması da uzun vadenin bir kurgusu olabilir mi acaba?

İkinci sorun, sadece Barolarla ilgili de değildir. Türk Tabipleri Birliği, Türk Eczacıları Birliği, Türk Diş Hekimleri veya Türk Veteriner Hekimleri Birliği gibi, diğer Anayasal Meslek Kuruluşlarının yapılarıyla da oynanma riski bulunmasıdır.

Siyasi mülahazalar dışında, bu zaman aralığında, bu türden bir siyasi tasarruf girişimi, bu ülkenin kesinlikle gündemi değildir. Bundan önemle bir kamu yararının çıkacağı beklentisi de şimdi yaratılmaya başlanan tartışma ve ayrışmalardan başka, ülke gündemine pozitif katkı sağlayacak herhangi bir getiriye de sahip değildir.

Ayrıca Baro Başkanlarının kendi meslek örgütlerine sahip çıkma gayesine ilişkin gerçekleştirdikleri yürüyüşe, bir mahkeme kararı olmaksızın, kolluk kuvvetleri marifetiyle engel olma çabaları, Anayasada da yer alan gösteri ve yürüyüş hakkına karşı, kabul edilemez bir girişim olarak, Türk Hukuk Tarihine şerh düşmüştür. 

Ülke, bir yandan Korona pandemisi’nin sosyal ve iktisadi zorluklarını yaşıyor. Diğer yandan, başka ülkelerle her an sıcak konvansiyonel çatışmaya dönüşme riskleri taşıyan savaş hali bir konumumuz var. Irak, Suriye, Doğu Akdeniz-Kıbrıs, Yunanistan’la adalar sorunları (özellikle Meis adası); Libya, hepsi birer cephe. Öyleyse, bu neyin nesi bir girişimdir. Bunu memleket hayrına nereden okumak gerekir? Bileni varsa yüksek sesle söylemelidir.

Burjuva siyaseti, hukuken kendisine bir rasyonalite arayışı içindeyse, getirisi olmayan siyasi tartışmalara kapı açmamalı, tersine, asıl gündemin çözümlerine, dikkatler yoğunlaştırılmalıdır.

Birisi çıkıp, bu seni ne ilgilendiriyor diye soracak olursa, Türk Eczacıları Birliği’nin önceki dönem Genel Sekreterlerinden birisi olarak, meslek örgütünde, uzun yıllar buna benzer konulara çok emek verdim. Bu duruma şimdi işaret etmeyeceğim de ne zaman, mesleki ve toplumsal sorumluluğumun halen arkasında durduğumu ifade edeceğim.

Tam da çok önemli bir “hukuk zamanı” arifesindeyken…

nuriabaci@gmail.com