Klasik bilimkurgu sinemasının “altın çağı” olarak 1950’ler kabul edilir. 2’nci Dünya Savaşı’nın sonrasına ve Soğuk Savaş’ın doruk yaptığı yıllara denk düşen fantastik filmlerin önemli bir bölümü nükleer denemeler sonucu mütasyona uğrayarak devleşen bilumum mahlukatın ve benzerlerinin, diğer bir bölümü ise uzaylıların insanlığa taarruzunu öykülüyorlardı. Uzunca izahata pek de gerek olmadan açıkça belli olduğu üzere, hasmane uzaylıları içeren filmlerinin çoğunun Sovyet tehdidi algısını yansıttığı söylenebilir. Bu furya 1950’lerin ardından istimini yitirse de SSCB dağıldıktan sonra bile tekil örnekler olarak perdelere gelen Kurtuluş Günü (Independence Day, 1996) gibi uzaylı taarruzu filmleri dış tehdit algısı karşısında militarizmi ve Amerikan şovenizmini yücelten yapımlar olarak dikkat çektiler.
Bu hafta vizyona giren Cloverfield Yolu No: 10 (10 Cloverfield Lane) temel yönelimi itibariyle 1950’lerin uzaylı istilası filmleriyle kaydadeğer bir paralellik gösteriyor. Ancak bu paralelliğin ötesinde, Kurtuluş Günü gibi kadim modelin daha gelişkin özel efektlerle paketlenmesi sözkonusu değil, hem oldukça özgün bir öykü, hem de kör parmağım gözüne propagandadan daha nüanslı bir altmetin var karşımızda. Cloverfield Yolu No: 10, Canavar (Cloverfield, 2008) adlı filmin devamı niteliğinde –veya her iki filmin ortak yapımcısının ifadesiyle onunla “yakın akraba” bir film. 11 Eylül saldırısının travmasının çok taze olduğu yıllarda çekilen Canavar, New York’a saldıran devasa bir uzay canavarının kenti tarumar etmesini perdeye getiriyor ve hava kuvvetlerinin bu canavara karşı büyük çaplı bombardımana başlamasını içeren açık uçlu bir finalle noktalanıyordu. Cloverfield Yolu No: 10 ise sevgilisinden ayrılmış olan Michelle adlı genç bir kadının, arabasının radyosundan ülkenin önemli bir kesiminde elektriklerin kesildiğine dair haberler dinlerken kaza yapmasıyla başlıyor. Gözlerini açtığında kendisini bir yeraltı sığınağında bulan Michelle, kaza sonrası onu buraya getirdiğini söyleyen Howard’ın bir kitlesel imha silahı saldırısı yaşanmış olduğu için sığınaktan çıkmamaları gerektikleri sözüne inanmaz ve Howard’ın kendisini kaçırmış olduğunu düşünür. Ne olduğunu anlamadığı büyük bir patlamanın ardından can havliyle sığınağa son anda kapağı attığını söyleyen bir diğer genç ise eski bir asker olan Howard’ın bir gün “Ruslar’ın veya kimbilir belki de uzaylıların” kitlesel imha silahlarıyla ABD’ye saldırabileceği endişesiyle bu sığınağı çok önceden inşa etmiş olduğunu teyit etmektedir.
Özellikle Howard rolündeki deneyimli ve usta oyuncu John Goodman’ın kendisinden beklendiği üzere çok başarılı performansıyla göz doldurduğu ve tıkır tıkır işleyen, hatta yer yer izleyici soluksuz bırakan bir (başlangıç ile final sekansları hariç) dar mekan gerilimi olan Cloverfield Yolu No: 10’u klasik uzaylı istilası filmleriyle buluşturan nokta ‘dış düşman’ tehdidi karşısında güvenlik endişelerinin yersiz olmadığına vurgu yapması. Cloverfield Yolu No: 10’un 1950’li yılların filmlerinden farklılaştığı bir unsur ise, başkarakterin bir kadın, üstelik azimli, mücadeleci, zeki bir kadın olması; Dünyalar Çarpışıyor (The War of the Worlds, 1953) gibi klasik uzaylı istilası filmlerinde ise kadına düşen işlev korkmak, hezeyan içinde çığlık atmak, erkek başkarakter tarafından son anda kurtarılmak, tehdit altında olmadığı zamanlarda ise erkeklere yemek ve kahve yapmak olurdu genellikle! Ancak yarım yüzyılda toplumsal cinsel kimliklerin temsilindeki dönüşümün ötesinde Cloverfield Yolu No: 10’un açığa çıkarılması gereken bir başka yönü daha var. Filmin son çeyreğindeki gelişmeleri ele vermemeye çaba göstererek ifade edilecek olursa, tehdit karşısında kendini korumaya almaktan başka bir şey düşünmemek yerine aktif mücadele içine atılmayı yüceltmesi dikkat çekici; bu dikotominin belki de “izolasyonist” politikaların yadsınmasına denk düştüğü düşünülebilir. Filmin birinci tutumu bir asker eskisi, ikinci tutumu ise genç bir kadın üzerinden temsil etmesi ise bir hayli ilginç ve üzerinde ayrıca düşünmeye değer.