High Life: Yaşama tutunmaya, yeni başlangıçlara dair etkileyici ama sorunlu bir bilim-kurgu
Fransız sinemasının “aykırı” isimlerinden Claire Denis’in İngilizce olarak çektiği ama ana akım-dışı nitelikteki bilim-kurgu filmi High Life, geçen ayın İstanbul Film Festivali’ndeki Türkiye prömiyerinin ardından dün (Cuma) sınırlı ölçekte vizyona da girdi. High Life, geçen yıl San Sebastian Film Festivali’nde Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonu (FIPRESCI) ödülünü kazanmıştı.
Sinema filmleri yönetmenlik kariyeri 1980’lere uzanan ve bugün 73 yaşındaki Denis’in sinemasıyla şahsen ilk olarak Her Gün Başka Bir Bela (Trouble Every Day, 2001) adlı erotik korku/dehşet filmiyle tanışmıştım. Ne o yıllarda ne de sonrasında sinemalarda vizyona giren başka hiçbir filme benzemeyen ancak video mecrasında geriye dönük olarak keşfedebildiğimiz mazinin marjinal erotik korku filmlerini anımsatan ve nitekim aslında Jean Rollin’in Le morte vivante (1982) adlı, az bilinen bir kadın vampir filminden hem öyküsünün temel izleği hem de bazı mizansenler açısından kısmen esinlendiği kuşku götürmeyen son derece sıra dışı bir filmdi Her Gün Başka Bir Bela. Dolayısıyla Denis’in bir bilim-kurguyla fantastik sinemaya dönüşüne denk düşen High Life’ı büyük bir merakla bekliyordum.
Uzay boşluğunda kara deliklere ulaşma hedefiyle yolculuk eden bir uzay gemisinin mürettebatının öyküsünü perdeye getiren High Life da benzerlerini beyazperdelerde izlediğimiz “uzay filmlerinden” çok farklı bir çalışma. Rol modeli, Hollywood yapımı “uzay filmleri” değil, 2001: Uzay Yolu Macerası (2001: A Space Odyssey; 1968); Solaris (1971) gibi “ağır” filmler. Fakat High Life önemli ölçüde cinsellik de içerdiğinden bu örneklerden de ayrılıyor. Dolayısıyla Denis’in bilim-kurgusu, bilim-kurgudaki kendi kişisel favorileriniz her neyse o favorilere kıyasla izlendiğinde beklentileri karşılamayabilecek bir film; kendine özgü bir film izleme beklentisiyle izlenmesi gerek.
High Life, çok-satar gençlik vampir romanları uyarlamaları Alacakaranlık (Twilight) filmleriyle “yıldız” olduktan sonra beklenmedik şekilde bağımsız sinemaya yönelen ve bu mecranın başarılı oyuncuları arasında kendine önde gelen bir yer edinen Robert Pattinson’un canlandırdığı Monte adlı bir astronotun, bir uzay gemisinde bir bebeğin bakımıyla meşgul olduğu sahnelerle açılıyor. Uzay gemisinin diğer mürettebatı ise ölmüş durumdadır. Daha sonra filmin ana gövdesini oluşturan uzun geriye dönüş bölümünde bu mürettebatın kimliğini ve misyonunu öğreniyor, Monte dışındakilerin akıbetini izliyoruz. Söz konusu grup, aslen idam cezasına mahkum suçlulardır ve cezalarının infazı yerine uzaydaki kara deliklerden enerji kaynağı devşirmek amacıyla kara deliklere ulaşmayı hedefleyen bu yolculuğa çıkarılmışlardır. Son çeyrek yüzyılın Fransız sinemasından çıkan en tanınmış ve en beğenilen, en sevilen kadın oyunculardan Juliette Binoche’un canlandırdığı ve ekibin lideri konumundaki bir bilim insanı da bu arada yapay döllenme yöntemiyle uzay yolculuğu koşullarında çocuk doğurtmaya ve hayatta tutmaya dönük deneyler yapmaktadır.
Açıkçası, bu deneyler ve bağlantılı durumların, ilgili gelişmelerin külliyen filmin anlatısına, olay dizgesi içinde kapladıkları hacimle orantılı ölçüde çok anlamlı katkılar yaptığını düşünmüyorum. Bu izlek, birkaç cüretkar sahneye zemin sağlayarak filme nispeten “sansasyonel” bir nitelik katıyor ama bu sansasyonelist muradın ötesinde kanımca esaslı bir derinlik kazandıramıyor çünkü bu deneylerin tam olarak amacı, deney yöneticisinin ve mürettebatın deneye ilişkin muhtelif, farklı tavırlarının ardındaki motivasyonları bir hayli havada kalmış durumda. Öte yandan söz konusu sahnelerden birinin, Binoche’un canlandırdığı karakterin kapalı bir odada tuhaf bir düzenekle kendi kendine doyuma ulaşmaya yönelmesinin perdeye geldiği sahnenin, sansasyonelliğin ötesinde, oyunculuk, görüntü yönetimi, ses/müzik kullanımı ve kurgu açılarından büyük bir maharetle icra edildiğini de kaydetmek gerek; The Guardian gazetesi eleştirmeninin, High Life’ın “bütün sinema tarihindeki en muazzam tek kişilik seks sahnesini içerdiği” tespiti gerçekten de abartılı değil.
Yine de bu deneylere ilişkin ve filmin ana gövdesini kaplayan izlek son tahlilde Monte’nin Willow adını verdiği kız çocuğunun peyda olması ile sonuçlanması ve böylece High Life’ın esas çarpıcı kısmı olan finaline giden yolu açması dışında kanımca yeterince doyurucu biçimde işlevli değil. Bu uzun geri dönüşlerden sonra filmin son bölümünde ise takriben on küsur yıl sonraya geçerek Monte ve artık adet görmeye başlamış kızıyla yine baş başa kalıyoruz.
Açılış sahnelerinde Monte henüz bebek yaşındaki kızına “seni kedi yavrusu gibi boğabilirdim, sonra da kendi yaşamıma son verebilirdim” demişti. Fakat, kızının bakımıyla yakından ilgilenmesinden Monte’nin bu yolu tutmayacağı, bir gün dünyaya geri dönüş umudu pek olmayan, bitmek bilmeyen ve de üstelik izole bir ortamda cereyan eden bu yolculukta tüm çaresizliğe karşın hayatta kalmaya ve kızını büyütmeye kararlı olduğu en baştan belliydi. Üstelik yolculuğun henüz kızı doğmadan önceki bir noktasında bir kara deliğe vardıklarında bir kapsülle bu deliğin içine giren bir yol arkadaşının kanlar içinde can verişini ekrandan izlemiş olmasına karşın. Derken bir gün Monte ve Willow’un karşılarına yeni bir kara delik daha çıkar…
High Life’ı, finalinin içeriğini ele almadan hakkıyla ve de doğru bir temelde değerlendirmek olanaklı değil ancak finalin içeriğini bu yazıda açımlamak da filmi henüz izlememiş ama izlemek isteyebileceklerin seyir deneyimini örselemek sonucunu doğurur. Dolayısıyla bu paragrafı finalin içeriğine değil görsel-işitsel estetiğine değinerek sürdüreyim. Final sekansı, Denis’in Contact (2014) adlı deneysel kısa filminin (*) estetiğinin -ve ayrıca ambiansının- anlatısal bir filmin finali olarak işlev görecek şekilde geliştirilip yeniden işlenerek adeta yeniden üretimi niteliğinde. Ayrıca Denis’in bu görsel dokuyu, kullanılan turuncumsu sarı ışığın insan bedenleri dahil üzerine düştüğü, kapladığı yüzeylerde, ortamlarda yarattığı görünümü hakkıyla yakalamakta dijital film teknolojisi yetersiz kalacağından bu final sekansını dijital olarak değil 35 mm film pelikül üzerine çekmiş olduğunu da kaydetmek gerek.
(Henüz) izlemedikleri bir filmin finalinin “ele verilmesi” dahil doğrudan tartışılmasını önceden okumak istemeyenler bu yazıyı bu noktada bırakabilirler.
High Life’ın finalinin “açık uçlu” olduğu söylenebilir. Ancak burada mutlak bir açık uçluluk değil, müphemlik söz konusu. İşin püf noktalarından biri şu ki, kara deliğe girdikten sonra Monte ve Willow’un başına tam olarak ne geldiğini bilmiyoruz ama en azından ne gelmediğini biliyoruz: önceki kara deliğe giren astronot gibi kan revan içinde kalmıyorlar. Zaten kara deliğe girmeden önce Willow’un bu kara deliğin cüssesinin büyüklüğü dolayısıyla yoğunluğunun az olması gerektiği ve dolayısıyla bu kez başarabileceklerine inandığını söylemiş olması söz konusu. Ve film boyunca hiçbir karakteri gülümserken, mutlu bir halde görmemişken finaldeki son sekansta baba ve kızı mutluluk içinde gülümserken görüyoruz. Dolayısıyla acılar içinde bertaraf olmak değil, nasıl somutlandığını, nasıl somutlanacağını bilmesek de yaşama tutunmuş olmanın karşılıksız kalmadığı hissi hakim. Bir bitiş, tükeniş değil, tam olarak neye denk düştüğünü bilemesek de bir yeniden başlangıç imlemiyor.
Bu arada filmin finalinin bu pozitif yönelimini bir açıdan sorunlu hale getiren bir hususa da işaret etmek gerek. Filmin ortalarında bir-iki noktada Monte’nin genlerinin sağlam,güçlü, vb. olduğuna dair değinmeler dile getiriliyor. Yani finaldeki yeniden başlangıcın böylesi bir veriyi içeren bir anlatının bağlandığı nokta olması bir yönüyle Darwinist bir pozisyon. Monte’nin ve kızının yeniden başlangıcın özneleri olmaları, Monte’nin yaşama tutunma kararlılığının, iradi bir tercihin sonucu iken, Monte’nin “sağlam genli” oluşu onu iradi tercihi sonucu bu noktaya varmakla kalmayan aynı zamanda özsel olarak da ayrıcalıklı bir konuma oturtuyor ki bunun, faşizmin de beslendiği paradigmadan beslendiği yadsınamaz.
Bu rahatsız edici hususa dair şerhi düştükten sonra bir önceki paragrafa geri dönecek olursam, Monte ve Willow’un başına tam olarak ne geldiğini bilmediğimizi, yeniden başlangıcın nasıl somutlaşacağının filmde gösterilmediğini kaydettiğim noktadan devamla High Life’ın finalinin aslında bu bahislerde çok örtük biçimde de olsa imalar içerdiğini ve bu imaların bir yönünün bir hayli provokatif olduğunu düşünüyorum. Öncelikle baba-kız yeni kara delikle karşılaşmadan önce Monte’nin kızının artık adet görecek yaşa gelmiş olduğu bilgisinin filmde izleyiciye verilmiş olduğu anımsanırsa ve bu motif sebepsiz yere filme yerleştirilmediyse Monte’nin kızının artık doğurgan hale geldiği bilgisini “açık uçlu”, müphem finale taşıdığımızda yeni başlangıcın Willow’un doğurganlığı üzerinden süreceğinin çok örtük biçimde ima edildiği düşünülebilir. Devamla, Monte’nin yeryüzünden resmen sürgün edilerek çıkarıldığı ve bir noktadan sonra da olsa kızının eşliğinde yaptığı yolculuğun sonucunda yeni bir başlangıç için kara deliğe varışını, Adem ile Havva’nın cennetten kovulup yeryüzüne yerleşmelerine ve orada yeni bir yaşam kurmalarına dair kadim anlatı ile çağrışımlı olarak düşündüğümüzde Willow’un, (yeni) insanlığın ilk annesi konumu daha belirginleşiyor. Buradaki Adem rolünün ise, Willow’un aslen babası olsa da (nitekim kadim anlatıya göre Havva da Adem’in kürek kemiğinden yaratılmıştı, yani Adem, Havva’yı önceliyordu ve Havva’nın kaynağıydı) Monte’ye düştüğü görülüyor. Böyle düşünüldüğünde, filmin en başlarında, ensest tabusuna dair olmasa da, bir başka tabuya, böylece tabu kavramına yönelik bir değinmenin de filme sebepsiz yere konulmamış olduğu anlaşılıyor.
Eksi Bir
Emektar sinemacılarımızdan Orhan Oğuz’un yönetmen koltuğunda oturduğu ve prömiyerini önceki yılın Adana Film Festivali’nde yapmış olan Eksi Bir de bir hayli rötarlı olarak bu hafta sınırlı ölçekte vizyona girebildi. Üç zabıta memurunun bir gece vakti bir evsizi teslim edebilecekleri bir kurum arayışını öyküleyen Eksi Bir, öyküsünün potansiyelini hakkıyla yerine getiremeyen bir çalışma olsa da yer yer etkileyici bir film.
(*) Bu kısa film, -korsan olarak değil- ortak yapımcı stüdyo tarafından yüklenmiş olduğu bu adresten izlenebilir.