Helalleşme üzerine aykırı düşünceler

CHP lideri Kılıçdaroğlu Cumhur İttifakı’na karşı son “Helalleşme” çıkışı ile önemli bir atak gerçekleştirdi. Artık iktidar blokuyla köprülerin atıldığını söyleyebiliriz. Ama bu helalleşme adımı kimi kuşkuları da yeniden canlandırdı. Bu yazı bu nedenle pişmiş aşa su katmak gibi yorumlanabilir ama olsun, Kuşkular dile getirilmek içindir.

İnsan ister istemez kuşkulanıyor; mavi karanlıktaki yıldızlarımdan birisi olan İdris Küçükömer Hocanın “Doğucu İslamcı Halk Cephesi” bizim kuşağın 68’lilerin bir kesimini epeyce etkilemiş, kafaların karışmasında küçümsenmeyecek bir paya sahip olmuştu. Kemal Kılıçdaroğlu da bizim kuşağın sosyal demokratları arasında sayılır. Son yıllarda sık sık gündeme gelen “halkın değerlerine sahip çıkma” stratejisi bunu da ileriye doğru değil geriye doğru giderek gerçekleştirme stratejisi biraz İdris Hocanın değişen niyetlere göre yanlış anlaşılabilen tezlerine yakın düşüyor. 

Biraz daha eskilere gidelim.

Cumhuriyet Halk Partisi kuruluş yıllarının inişli çıkışlı, daha çok Sovyetlerden uzaklaşma, Batıya NATO’ya yakınlaşma eğiliminin ağır bastığı yıllardan sonra iktidarı kaybetmiş, fakat eski alışkanlıklarını bırakamamıştı. Bu alışkanlıkların içinde aklın egemenliğini değil de devlet- din ilişkisine hapsedilmiş “devletçi laikliği” en dar anlamıyla savunmak önemli bir yer tutuyordu. Türkiye’de sosyalistlerin yasakları büyük ölçüde etkisizleştirdiği “yükseliş” yıllarında zorunlu olarak kendini solda tarif etme derdine düşmüş, o tarihe kadar solu ezme politikasından hiç taviz vermemiş devletçi partide asıl amacı sola sınır çizmek, solun partiyi etkilemesini önlemek olan “ortanın solu” açılımıyla sosyal demokrat bir parti olma çabası ağır basmaya başlamıştı. Bu çok kolay olmadı kuşkusuz. Parti içindeki sağ kanat tasfiye edildi ya da yolunu ayırdı. 

Peki bu tarihten sonra partiye sol mu hakim oldu, CHP sosyal demokrat bir partiye mi dönüştü? Görüntünün yanıltıcı olduğunu söyleyelim ama dağlara taşlara “toprak işleyenin su kullananın” yazıldığı “halkçı Karaoğlan” efsanesinin soldan sağa yükselen coşkunun lideri Bülent Ecevit oyu çok vekili az bir tabloyla iktidar ortağı oldu. Usta ama alışılagelen politikacı tipine pek benzemeyen naif bir politikacı olarak romantik bir imaj çizen Ecevit’in iki önemli ve Türkiye tarihini değiştiren adımı romantizmin de bir yere kadar olduğunu gösterdi. Birincisi CHP’nin kadim “devletçi laik” çizgisini değiştiren “tarihi uzlaşma” tezini uygulamaya koyması, İslamcı bir parti ile koalisyonu Türkiye’nin geleceğini belirleyen bir adım olarak uygulamakla yetinmeyip pratiğe dökmesi, kuramsallaştırmasıdır. İkincisi Kıbrıs’ta savaşa barış adını taksa da bir savaşı göze alabileceğini göstermesidir. İki adım da devletçi CHP’nin geleneksel “devletçi laik” ve “savaştan uzak durma” çizgisine aykırıdır. Bu nedenle de Ecevit daha sonra CHP ile yolunu ayırmış kendi yolunda ilerlemeyi seçmiştir. 

TARİHSEL UZLAŞMA TEORİSİ

CHP uzun, çalkantılı baraj altına düşmek gibi sarsıcı gelişmelerden sonra Baykal liderliği dönemini de geride bırakmış, Kılıçdaroğlu liderliğindeki dönem başlamıştır. Bu yeni döneme ikinci Ecevit dönemi diyebilir miyiz? Belki birebir bir benzetme doğru olmayacaktır, ama bu kez yukarıyla değil alttakilerle bir “tarihi uzlaşma” gerçekleştirme eğilimi, politikası Kılıçdaroğlu’nun tezlerine uygun düşüyor. İslamcı iktidar partisi ile yukarıda özellikle ekonomi temelli sert bir kapışma, aşağıda ise İslamcı dindar kitle ile eski devletçi politikaları bir yana bırakarak barışma ya da güncel ifadesiyle ve dini literatüre başvurarak “helalleşmeden” söz ediliyor artık.

CHP liderinin iktidar partisi ile bir uzlaşmayı, helalleşmeyi kastetmediği açıktır. Kuşkusuz bu da bir olasılıktır ama şimdi değil; “devri sabık” yaratmamak belki seçimlerin hemen öncesinin stratejisi olabilir. Bu arada genel olarak ve iktidar partisi ile laiklik konusunda bir tartışmadan mümkün olduğunca kaçınmaya özel bir dikkat ve özen gösterildiğini söyleyelim. Peki bu helalleşme nasıl tanımlanıyor, hangi yanlışlardan dönmeyi içeriyor? Gerçekten de geçmiş dönemlerin eleştirisi kaçınılmazdır ama bu eleştirinin hangi açılardan yapıldığı yapılacağı da önemlidir. Örneğin Türkiye tarihinin neoliberal tezlerle gözden geçirilmesi ve neredeyse olumlu olumsuz tüm ögeleriyle tarihin inkarına yönelmesi de mümkündür ya da hataların, yanlışların eleştirilmesi, yeni bir rota çizilmesini amaçlıyor olabilir.

Helalleşme çağrısı öyle anlaşılıyor ki siyasi iktidara yapılmış bir çağrı olmadığına göre “halkın yüzde 99’u Müslüman” şablonunu tartışmadan kabule dayanarak İslamcılara yapılmış bir çağrıdan mı söz ediliyor? Ama bu yüzde 99 sanıldığı gibi İslam şeriatına sıkı sıkıya uyan bir kitle değildir. Yüzde 99’un içinde Alevileri, dindar olmakla birlikte yaşam tarzı ile “deizme” daha yakın olan kesimleri de görmek gerekmez mi? CHP daha fırka olduğu zamanlarda ya da sonrasında dindar kesimleri dışlayan bir parti olmadı. Modernliğin ve Kemalist devrimin savunucusu bir parti olarak İslam’a savaş açmış falan da değildir. Batılılığı savunan bir parti olarak baştan bugüne kadroları ve seçmen kitlesi dindarlardan oluşan bir partidir.

Mustafa Kemal’in şeyhlere, şıhlara, tarikatlara açtığı savaş batılılaşmaya karşı çıkan şeriatçıları tasfiye etmeyi amaçlayan güçlü bir adımdı; “harf devrimi” “Tevhidi tedrisat” yasası ile devlet bürokrasisinin güçlü bir denetleme organı olarak Diyanet İşleri’nin kurulması da “devletçi laikliğin” gereği olarak kurgulandı ve uygulandı.

CHP”NİN HASIMLARI KİMLERDİ?

Devletin fırkası ve sonra partisinin sürekliliği sağlama almak için kendisine üç “tehlike” seçtiği söylenebilir: Sol potansiyel, şeriatçılık ve Kürtler ise yakın  tehlike olarak görülüyordu. Sınıf gerçeğini inkar eden “imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitle” tezi uzun ömürlü olmadı, işçi sınıfı giderek artan ölçüde ve güçle kendini gösterdi. Sola karşı sürek avı devletin temel bir görevi haline geldi. Komünistlere, Nazım Hikmete Sabahattin Ali’ye daha nicelerine yönelik saldırılar CHP iktidardayken başladı ve sürdü. Azınlıklara saldırılar, Varlık Vergisi uygulaması CHP dönemindedir, 6-7 Eylül DP zamanında. Şeriatçılar ise yeraltına çekildiler ve siyasi alanda güçlenebilmek için çabalarını

yoğunlaştırdılar. Demokrat Parti’de, Adalet Partisi’nde güçlendiler ama bu partilerde bile “devletçi laiklik” anlayışını geriletemediler. AKP iktidarı ile yeraltından çıkan tarikatlar şeriat savunusunu açıkça yapmaya başlasalar da kitlesel olmayı başaramadılar. Kazandığı büyük siyasi desteğe güvenerek darbeciliğe soyunan Fethullah hareketi de kitlesel değil sızmaya dayalı darbeci bir kadro hareketi olarak kaldı. Dindarları Müslümanları temsil edecek bir güce erişemediler, kitleselleşemediler. Kısacası CHP’nin helalleşme kapsamına aldığı kesimler içinde siyasi iktidar ve giderek azalan destekçiler arasında pervasızlaşarak kendini gösteren şeriatçılar tarikatlar yer alıyor mu sorusu ortada kaldı. Peki kimlerle helalleşecek CHP lideri. Kılıçdaroğlu kimlerle helalleşeceğini açıkladı aslında. Şöyle dedi:

“Geçmişte kırdığımız, korkuttuğumuz topluluklarla, (abç) bireylerle, farklı hayat tarzlarının temsilcileriyle buluşmalarıma başlayacağım. Ben ömrümde, bu ülkede nefreti ve sevgiyi bolca gördüm. Ve sevgi hep daha güçlü oldu. Artık sevgiye bu savaşı kazandırma zamanı. Affetmeyi ve affedilmeyi kucaklayarak, helallik istemeyi ve vermeyi başarmalıyız. Hep birlikte umuda, barışa ve sevince yürümek ancak birbirimizin yaralarını sararak mümkün olacak. Biraz uzun sürdü konuşmam, biliyorum. Kusuruma bakmayın lütfen. Mevlana’nın bir sözüyle bitireyim bari: Dünle beraber gitti cancağızım düne ait ne varsa, şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”

Güzel sözler, güzel dilekler…

Ama kuşku gerçeğin kazıcısıdır. Kılıçdaroğlu’nun sözünü ettiği kimi kesimlerle helalleşmesi aslında fazladan bir şeydir; CHP onlarla kanlı bıçaklı düşman değil zaten. “Korkuttukları toplulukları” ise merak ediyorum. Bugünün “sosyal demokrat” partisi solu korkutmuyor, Kürtleri korkutmuyor, dahası geçmişteki unutulmaz hataları, yanlışları, suçları konuşmaktan kaçınmadığına göre artık iyice azalmış azınlıkları da korkutmuyor. Peki hangi toplulukları korkutmuş olabilir ki? Eğer geçmişte korkutmasa bile açıkça mücadele etmeyi hiç unutmadığı siyasal İslamcıları, tarikat ehlini, cehennem için yanmayan terlik pazarlayanları, badecileri, her gün şeriat istediklerini yüksek perdeden ilan edenleri kastediyorsa helalleşeceğini söylediği öteki kesimler bu helalleşme merasiminden uzak duracaklardır.

Ekonomik krize sermaye örgütlerini ziyaret ederek ya da krizin nedeni olarak yalnızca beşli çeteyi göstererek çare bulunacağına inanmayan, ama “halkın değerlerine sahip çıkıyoruz” söylemiyle her gün biraz daha sağa kayan CHP’ye yalnızca demokratikleşme kapısının açılması ihtimali nedeniyle umut bağlayanlar da hayal kırıklığına uğrarlar. Akıllarına hemen Ecevit’in “tarihsel uzlaşması”, İdris Hoca’nın “doğucu İslamcı halk cephesi” gelir.

Yoğurdu üfleyerek yemek her zaman iyidir kısacası…