Helal ilaç; 14 Mayıs ve “toplumsal kurtuluş”...

14 Mayıs Eczacılık Günü'dür.

Bu yıl hem Pazar gününe ve hem de Anneler Günü'ne denk geldi...

Dolayısıyla resmi törenlerin yapılma tarihlerinde de oynaklık zuhur etti...

Önemli mi! Hayır değil. 

Eczacılık günü, eğer balolara, yemeklere vesile resmi toplantı programı değilse, eczanesinde alnının teri ve kendi emeği ile geçinen eczacıların kamucu sağlık hizmetleri bağlamında mücadele, tahkimat ve dayanışma gününden başka bir şey değildir. Ya da benim yarım asra dayanan mesleki kimliğimde yarattığım algı bundan ibarettir .

Bu girizgah nedendir?

Eczanenin rafında duran ilacın “helal mi, haram mı?” diye peşine düşen akademisyen görüntülü bir ahir zaman anlayışında geldiğimiz nokta, şimdi 14 Mayıs günlerine bitişmiş olmaktadır.

Sadece bu mudur?

Gün geçmiyor ki, gericileşme, irinli salgın bir hastalık gibi ilerlemesin...

Geleneksel ve tamamlayıcı tedavi sığınağına sokulmuş “hacamat ve sülük” tedavisi... 

Bilimsel ve klinik karşılığı olmamasına rağmen, ticari pazar büyüklüğünün tetiklediği homeopatik ilaçlar efsanesi... 

Ve benzeri diğerleri...

Velhasılı, akademinin üzerinde, onu nedense (?) suskun bırakan, bir kara bulutlar vesvesesi, bu yılın aktüel gündemine dönüşmüş durumda...

Kahir ekseriyet yutkunurken, suskun ... 

Ve bir elin parmağını geçmez adam da mahallenin delisi pozisyonunda...

...

Gericileşme ve cumhuriyetin aydınlanmacı-bilimsellik damarı üzerine, bu engerek çöreklenmesi, şaşırtıcı falan değil... Ağacın kurdu, kendi içindendi...

Memlekete, kafadan biçilen don gibi, siyaseten yeni bir rejime geçilmesi, aynı zamanda toplumsal yaşam ölçeğinde kullanılacak olan yeni laboratuvar deneylerine de konu oluşturmakta.

Örnek mi istersiniz...

Şu gerici “derin tarih” dergi müsvettesi yazarlarının, son günlerdeki “Atatürk” saldırılarına bir bakalım. Zübeyde Hanımın genelev çalışanı yapıldığı, Afet İnan’ın metres tutulduğu ve Mustafa Kemal’in de piç olduğu karalamaları son zamanların en  ağır saldırısıdır...

Saldırıyı yapanların fıtrat ve meşreplerine bakılırsa kendi öz kızına şehvet duymaktan, çocuk yurtları olarak işlettikleri vakıflarda kız, oğlan ayırmadan sübyancılığa soyunmanın üstünü örten bir zihniyet almış başını gidiyor ve sonra sağa sola üfürmekte bir beis de görmüyorlar...

Şunu da not etmek gerekir; bu saldırı, bu mahlukat ve benzerlerinin ne ilk, ne de son saldırısı değildir. Daha önce de buna benzer olarak kara safralarını kusmuşlardır. Hatta saldırılarının menziline bir de oğlancılık mevzuunu sokmuşlardı.

Tümü nedir diye toparlanacak olursa; rejim değişikliğindeki son tecavüzden önce, halkın tepkisinin ne olduğu ölçülmektedir. Eğer toplumsal anlamda bir tepkisizlik ölçeği ortaya çıkarsa, sistemin buna göre nasıl yapılandırılacağı planları, rejimi değiştirenlerce bir defa daha gözden geçirilecektir. 

...

Helal ilaç, hacamat, sülük ve homeopatik şifa arayıcılığı dahil bilcümle benzeri marazi safsata, bundan böyle yeni kurulmakta olan rejimin hinterlantını da tayin etmenin bir kısım altın anahtarlığını içermektedir.

Atatürk’ün manevi varlığına tecavüzde bir sınır kalmaması, o manevi varlığın, toplumsal bellekten daha hızlı sökülüp, atılması için yapılacakları yeniden belirleyecektir...

...

Geldiğimiz nokta şudur: İşimizi gücümüzü bırakıp, soluksuz bırakıldığımız köşelerde ilacın helali, haramı olmaz; sülük, hacamat akılcı tedavinin yerini tutamaz; tartışmasını doktor ve eczacı kılıklı, akademisyen kimlikli insanlara karşı verir noktaya düşürüldük... 

Ya da Atatürk’e ilişkin kinlerine sadece öfkelenir olduk...

...

16 Nisan okumalarına devam, memleketin karanlıktan çıkışına açılan bir tünel gibidir. Tünelin ucunda biliyoruz ki ışık var. Ne ki ışığa ulaşılmaya daha yol ve zaman var...

Tünel çıkışını, yeni rejim duvarla örüp kapatmadan önce, bizim de yapmamız gerekenler var...

Bunun işaret fişeği 16 Nisan ve Hayır cephesidir.

Hayır cephesi, siyasi merkezini inşaa etmeli ve memleketin makus talihini bu kan içici anamalcı düzenden, cumhuriyet değerlerini yücelten toplumsal kurtuluşa dönüştürmelidir...

nuriabaci@gmail.com