Hastalar risalesi…

Böyle bir portal kanalından köşe yazısı yazmak, nereye denk düşer (?) diye bir soruyla başlasam ve geçmişin referansında, ‘çağın tanıklığına’ yanıtını versem, acaba çok mu iddialı olur?

Yazdıklarımız; çağın, günün tanıklığını, bireysel gözlemlerimizde yakaladığımız, sonrasında kendi bilgi dağarcığımızda tartıp süzerek toplumsallaştırmaya tahvil ettiğimiz özütlerdir. Kuşkusuz çağın tanıklığında geçmişin yeniden muhasebesi işi de, buna dair birikimlerin yeniden tartılıp, biçilmesi de, bu düşün ve kayıta dökme işine dâhildir.

***

Savaşın başlangıcı olan Temmuz ayını çoktan geçirdik; ne ki içinde olduğumuz yıl bakımından halen I. Dünya Savaşının 100. Yıl dönümünü sürdürüyoruz.

Emperyalizmin, küresel paylaşım adına bu denli vahşi ve barbarca kapışmasına tanık oluşumuzun üzerinden bir asır geçmiş bulunuyor. Kuşkusuz savaşların bir ekonomi-politiği var. İşe bu cepheden bakılırsa, bu savaş halen bitmiş görünmüyor. Büyük kapışma ve paylaşımın ikincisi ve günümüzde yerelliklerde sürüp giden pek çok savaş, adeta ilkinin artçıları ve tsunami koparıcıları olarak sürekli pıtrak verip duruyor. Zira kapitalizmin bunalımı ve krizi hiç eksik olmuyor. Zira kapitalizm varlığını yeniden üretmeye ancak eşitsizlikler üreterek devam ediyor.  Yani bu konuyu, bu savaşı etraflıca bir kez daha irdelemek, bu günü anlama bakımından geçerliliğini koruyor.

***

Bütün bunları yazmak gerekli diye düşünürken, hafta sonu katıldığım bir eczacılık kongresinin hal-i pür mealini gördükten sonra, ilk konu birden geride kaldı ve kongre hakkında yazmak bir boyun borcu oldu…

Toplantı İstanbul’da Haliç Kongre Merkezinde gerçekleşti. Adı “İvek Uluslararası İlaç ve Eczacılık Kongresi”. “İvek” sözcüğünün açılımı ise İlaç ve Eczacılık Kurumu Derneği.

Eczacılık mesleğinin, kanunla kurulmuş resmi kurumsal yapısı yani bir “Birliği” kuşkusuz var. Bunun yanı sıra, her meslekte olduğu gibi eczacılık işinde de mesleki aidiyet bağlamında başka pek çok dernek, sendika da bulunuyor. İvek bunlardan birisi ve kuruluş, Sağlık Bakanlığı üst bürokrasisinin iç uzantılarıyla bağıntılı olarak tanınıyor.

İvek’in ev sahipliğini yaptığı kongrenin üç günlük programında da, dört salonda, otuz dokuz oturumla sürdürülen bir ana program var. Bir de bunun yanı sıra, paralel yürütülen bir öğrenci çalıştayı bulunuyor.

Neredeyse, akla gelebilecek her konu kongre gündemine dâhil. Durum böyle olunca, destekçi kuruluşlardan, fuayede kongre standı açan firma sayısına kadar liste ve görüntü son yılların en kalabalık katılımının gerçekleştirildiğini sergiliyor. Buna Başbakanlık Tanıtım Fonları da dâhil. Kongrenin kayıt ücreti yok. Yani gelen kayıt masasına müracaatla, ücret ödemeden tüm gösterilere katılım sağlayabiliyor. Duyumuma göre, kongreye davetli gelen katılımcı sayısının beş yüzü aşkın olduğunu ve üç gün sonunda masa kayıt müracaatlarının yedi binlere yaklaştığını işittim. Bilmem doğru, bilmem yanlış…

Kongrenin içeriği, düzenlenme mantığı ve benzeri pek çok konu irdelenmeye ve gerekirse eleştirilmeye muhtaç. Bunları yapabilmek ve yazabilmek adına doğrusu katılım da gerekiyor. Bu fasıldan bakılırsa, benim katılımım kısa süreye sığdı. Kongrenin son gün, son oturumu olan “Eczacılık Eğitimine Bakış” panelinde yöneticilik ve moda adıyla kolaylaştırıcılık yaptım. Yani sadece bu bölümünün içinde oldum. Ne ki oturum öncesi ve sonrasındaki o kısa zaman aralıklarında, etraf gözlemlerim ve konuştuklarımdan edindiğim izlenimler hayli fikir verici oldu. Bana ifade edilenlerden çıkardığım ana sonuç şudur; Türkiye sağlık meselesinin egemen belirleyicisi olan iktidar, yeni Cumhuriyet rejiminin sağlık politikalarında eczacılık vizyonunu bu kongrede prova etmiş bulunuyor. Bu izlenim ve bilgilendirmeyi edinmem babında da katılımım isabet bulmuş oluyor. Siyasi iktidarın izi neydi derseniz, Sağlık ve Çalış Bakanlarının himaye ve destekleri, Kongre düzenleyicileri marifetiyle açıkça ifade ediliyordu. Bu bakanlıkların üst düzey bürokratları orada ve tartışma forumlarının içindeydi. Eczacıların yakından tanıdığı eskinin hesapça solcu TEB Başkanı, şimdininse AKP İstanbul milletvekili zat, ana programın çeşitli yerlerinde konuşmacıydı. TEB yöneticileri belki orada yoktu; ne ki İstanbul, Ankara ve İzmir Eczacı Odaları Kongreyi kurumsal olarak destekliyor ve orada bulunuyordu. Ve örnekler böylece sürüp gidiyordu. Şimdi bu vizyon prova işinin, öyle olup olmadığını önümüzdeki süreçte bir kez daha test edeceğiz; yani göreceğiz. Göreceklerimizin neler olabileceğini şimdiden kestirebiliyorsak, buna dair mesleki bir mücadele çabası da geliştireceğiz. Bunları görmek, mücadele etmek için kongreye gitmeye gerek yoktu diyen varsa, sen başka türlü mücadele ettin de elini tutan mı oldu diye soracağız. Yok, mücadele geliştiremiyorsak, pek çok eczacının sosyal medyada paylaştığı gibi ümitsizliğimizi kendi köşemizin yalnızlığına meze kılıp ‘ah ile vah’ ederek mesleki ömrümüzü geçirmeye devam edeceğiz…

Burası bunlara yetmez; öyleyse kendi sözümü söyleyebilme adına, bunları başka yerlerde yine yazar ve irdelerim.

Burada değinmek istediğim konu biraz daha harcıâlem. Sanki kitlelerde oluşturulan bir algı bozukluğu ve sıradanlığa işaret eder gibi. Ne ki kongrede kaldığım o kısa süre içinde en çarpıcı ve Türkiye’deki dönüşümün derinliğine ilişkin en göze girici kanıtı bir masanın üzerinde buldum; aldım ve doğrusu pek de hayret etmeden sayfalarına göz gezdirdim. Ne mi? Küçük bir broşür. Adı da, “Hastalar Risalesi”. Yazarı Bediüzzaman Said Nursi…

Yani bunu görünce, aklıma ilk gelen de hoş geldin “paralelci kongre” oldu… Malum ya, son zamanların Sağlık ve Çalışma Bakanlığı üst bürokrasisiyle ilgili iktidar medyasında paralelci olduklarına ve muhtelif çevrelere çıkar sağladıklarına dair, ağır hedef göstermeler oluyor. Bunlara bazı akademi taifesinin adları da karıştırılıyor. Sonuçta, Kongrenin bu renkli programı, fuayesinin zenginlik ve çeşitliliği belki paralelcilik nitelemesine muhatap olanların, trapezciliğe dönüşümleri babında bir kanal oluşturulduğunu kanıtlamaya çalışıyor.

Bunları yazarken Nurculuk ile Gülen Cemaati arasında bir paralelcilikten falan bahsetmiyorum. Tarafların bilgisayar ağındaki sitelerine bakarsanız orada tartışıp duruyorlar ve aralarındaki farkları öne çıkarıyorlar. Hele risale dilinin sadeleştirilmesi işinde iki taraf birbiriyle hallice ayrışmış durumda. Söz konusu durum benim meselem de değil. Ancak bir eczacılık kongresinin hangi zeminlere kaydığının görülmesi bakımından hayli öğretici… Yoksa bu savrulma eczacıların fıtratında mı var?

Risale, Kongreye nasıl duhul etmiş, ona bakmak gerek. Duhul ederken Kongre yöneticileri bu konuda ne demiş onu da belki ayrıca not etmek gerek. Risaleyi basan kuruluş “RNK Neşriyat”. Bu yayınevinin sorumlusu da “Risale Haber” sitesine Kongre ile ilgili beyanat veriyor ve diyor ki:

"RNK neşriyat olarak Hastalar Risalesi’nin eczanelerde bulunması ve satılması için bir proje başlattık. İstanbul’da pilot uygulama başlattık. Baktık ki ilgi görüyor ve satılabiliyor. Daha sonra Anadolu’da muhtelif şehir ve ilçelerdeki eczanelere gönderdik ve göndermeye devam ediyoruz. Bu arada Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenen Uluslararası İlaç ve Eczacılık Kongre ve Fuarı’na dâhil olduk. Fuarda gerek eczacılar gerek eczacılık fakültelerinde okuyan talebelere ‘Doktor önce moral verir. Sonra tedavi eder. İşte moral kısmını sağlayacak çok güzel bir eser’ diyerek Hastalar Risalesi’ni ve broşürümüzü takdim ediyoruz. Fuar çok yoğun geçiyor ve Hastalar Risalesi’ne ilgi ve alaka beklediğimizden çok daha iyi şekilde gerçekleşiyor. Bu arada Sağlık Bakanlığı’nın Hastalar Risalesi’ni tavsiye etmesine yönelik çalışmalarımızı başlatmış bulunuyoruz. Ayrıca Üsküdar Üniversitesi’nden ruh sağlığına fayda sağladığına yönelik ilmi bir rapor talep ettik” açıklamasında bulunuyor. 

Meraklısı hem siteye gidip bu haberi okuyabilir, hem de SoL portal’da haber yapıldığını görebilir.

Demek ki neymiş; sıra eczane hizmetlerinin, dinsel dönüşümün bir aracı olarak kullanılmasına gelmiş. Şaşırtıcı değil; bu memlekette bazı hazreti akademisyenler çıkıp ilaç içinde yardımcı karışım maddesi diye domuz yağı suçlamasıyla “helal ilaç” çığırı açmaya kalkışmadı mı? Sağlık Bakanlığının yenilerde çıkardığı “Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulama Yönetmeliği” nin içine sülük ve benzeri tedavi usulleri dâhil edilmedi mi? Çeşitli cemaatlerle ilgili tıp merkezlerinde kadın ve erkek hastalar meşrebe uygun cinsiyetteki hekimlerce tedavi edilmiyor mu; bir diğeri yek diğer hastaya el süremiyor mu? Liste böyle uzar gider ve sıra “Hastalar Risalesi” nin eczanelere sokulmasına gelir.

Bu arada bu kongre işi eczacılar arasında da hayli dalgalanma oluşturdu. Destekleyeni var. Eleştireni var. Kongreye promosyon malı toplamak dahil katılanı, izleyeni var. Panellerinde konuşanı, söyleşeni var. İyi niyetle vatan kurtarmaya çalışanı ya da kendine bu kongre fuarlarından yeni ikbal kapıları çıkarmaya uğraşanı var. Ne olup bittiğinin henüz farkında olmayanı veya ne olup bitiyorsa hiç umursamayanı var. Yani çeşit çeşit neden, niçin, nasıl, nerede, ne zaman falan hava da uçuşup duruyor. Oysa sağlıkta piyasalaşma at başı hızla tırısa kalkmış gidiyor. Bu piyasalaşma işi, sağlık hizmetinin metalaşmasına alışkınlık geliştirme durumları, memleket sağlıkçıları bakımından yeni falan da değil. Yani hekimi, eczacısı bu furyaya dâhil. Bu konularda yeni olanı, her türlü gericilik maskaralığının sağlık işlerine yedeklenmesi oluyor. Sağlık kongrelerinde dinsel temaların, fikir aşılamaların, bunlara bilimsel kılık kıyafet giydirme çabalarının öne çıkmaya başlaması artık aleniyet kazanıyor. Öyleyse zıtların birliği bakımından itirazı olanların, şimdi oturup külahını önüne koyması gerekiyor.

Ne yapmalı, nasıl yapmalı…

İtirazı olan eczacılar, söz sahibi olabilmek adına önce örgütlerine sahip olacaklar. Bu burjuva düzenin de bile aydınlanmacılıktan, toplumculuktan, halk sınıflarının çıkarlarını gözeten, savunan bir mesleki örgütlenme sağlayabilme adına işin başına geçecekler. Kolay mı? Çok zor ve fakat başka koşulu yok.

İtirazı olan eczacılar, Haziran direnişini iyi okuyacaklar. Yarına olan ümidini yitirmeden, etrafına enerji taşıyacaklar ve eleştirirken kırıp geçmek ve farklılıkların tanımını ve ayrışmasını geçerli kılmak yerine, benzerliklerin ve ortaklıkların beraberliğini kurgulayacaklar.

İtirazı olan eczacılar, bu eşitsizlik üreten ve insanı kendine yabancı kılan sermaye piyasacılığından yegâne kurtuluş yolunun ona karşı toptan bir mücadeleden geçtiğini kavrayacaklar. Yoksa hayat siyaseten boşluk kaldırmadığından, kavrayış eksikliğinin olduğu her cenahta, kapitalizmin orayı tekrar tekrar nasıl doldurduğunu artık görecekler…

İtiraza olan eczacılar, ibaresindeki eczacılar lafına itirazı olanlar, o boşluğa kendilerini koyacaklar ve mücadeleye kendi kulvarlarından diğerleriyle ortaklaşarak devam edecekler…

Bu yazıyı da emir kipine meraklı birisi yazmış diye kavramayacaklar. Bel kemiğimize yaslanan, kafamıza dayatılan bu karabasandan kurtulmak için başkaca bir yol kalmadığı anlaşılsın diye yazıldığı iyi niyetine bırakacaklar…

Yani bu yazıyı okuyan kardeşim; anlatılmaya çalışılan esasında senin hikâyendir.

Yoksa yarın bir gün muayene odasına, eczaneye haremlik, selamlık bölümlerinin yönetmeliklerle açıldığını görmek ise fevkalade mukadderdir.

nuriabaci@gmail.com