Nihayet beklenen oldu; TSK, Suriye’nin kuzeydoğusuna harekat başlatıyor.
Beyaz Saray, dün gece Tayyip Erdoğan’la Donald Trump arasındaki telefon görüşmesine ilişkin yaptığı açıklamada;
- TSK harekatının çok kısa bir süre içerisinde başlayacağını,
- ABD’nin bu harekata onay veya destek vermediğini,
- ABD askerinin harekat bölgesinden çekileceğini,
- Burada tutuklu bulunan IŞİD’lilerin sorumluluğunu artık üstlenmeyeceğini duyurdu.
Erdoğan ve Saray Rejimi temsilcilerinin birkaç gündür anlattıkları, Beyaz Saray’dan yapılan açıklama ve nihayet bu sabah Suriye Kürtlerinin TSK birliklerinin sınırdan geçiş yaptıklarını duyurmasıyla, harekatın fiilen başladığı anlaşılıyor.
En başa yazalım:
Kamuoyunda “Barış Pınarı” olarak adlandırılan operasyon, barışa hizmet etmeyecek, Suriyeli Kürtlerin yurtlarından edilmesine neden olacak, Suriye’nin fiilen bölünmesine yol açabilecek sonuçlara gebe, bölgede selefi-cihatçı güçleri palazlandıracak, yayılmacı dürtülerle yapılan bir hamledir. ABD’ye ve Rusya’ya rağmen değil, bu ülkelerin örtülü onayıyla düzenlenmektedir. Emperyalizme kafa tutulmamakta, aksine emperyalistçe hareket edilmektedir.
Şimdi detaylara girelim.
1. AKP iktidarının, Suriye savaşının aktif bir parçası olma politikası, biri tetikleyici, diğeri sabitleyici iki ana motivasyona dayanıyordu. Bölgede cihatçı güçlerin hamiliğine soyunan iktidar, Suriye’de iktidar değişikliği olanağı görmüş, Baas rejimini kendisiyle uyumlu bir gerici rejimle değiştirmek istemiş, ABD’nin de iteklemesiyle savaşa dahil olmuştur. Sabitleyici motivasyon ise AKP’nin zaman içerisinde MHP ve faşist güçlerle kıydığı nikahın da etkisiyle Kürtlerin statü kazanmasını engelleme arzusudur.
2. AKP’nin, bir başka ülkede iktidar değişikliği amaçlı ve belki de ülkenin bölünmesiyle sonuçlanabilecek müdahalesi başlı başına gayrimeşrudur. Dünyada bu tür dış müdahaleler savaş nedeni sayılır.
3. Saray’ın, dış müdahaleci politikasında becerisi, Batı ile Rusya arasındaki dengelere oynayabilmek ve sığınmacı sorununu Avrupa’ya karşı kullanabilmek olmuştur. Uluslararası hukuk güçle kurulmaktadır. Ankara da kendine etkili enstrümanlar bulmuş veya yaratmıştır.
4. Saray Rejimi’nin yayılmacı, dış müdahaleci politikasına dışarıdan verilen onayın gerekçeleri açık. Ancak içeride yeterince güçlü bir karşı duruş oluşmamasının temel gerekçesini ise “ulusalcılığın” etkisi olarak tanımlayabiliriz. Suriyeli Kürtlerin, baştan itibaren stratejik bir hata olan (olduğu şimdi açıkça görülen); sınıfsal olarak da son derece problemli noktalara uzanabilen, IŞİD’le mücadelede ABD’yle ilişkilenme kararı ulusalcılığın elinde yayılmacı ve faşist güdülere meşruiyet kazandırma aracı haline geldi. Sözde “solcu” kimi isimlerin de desteğiyle, “Kürt koridoru” denen uyduruk gerekçeye yaslanıldı ve işte şimdi belki de güney komşumuzun fiilen bölünmesine ilerleyecek bir sürece girmiş bulunuyoruz.
5. Israr edilen yol ne Kürt sorununda kanın durmasına hizmet eder ne de bölge barışına. Kürt meselesinde savaş ısrarı, halklar arasında düşmanlık tohumları eken ve ülkede iç barışı sarsan bölücü bir politikadır. Dahası, bölgedeki Kürtlerin yurtlarından edilmesi, tehciri gibi insanlık dışı yöntemler artık masadadır.
6. Harekat, IŞİD ve diğer terör örgütlerine de bölgede diledikleri gibi at oynatabilecekleri bir zemin yaratacaktır. Bu ortam hem Suriye hem de Türkiye halkları için büyük bir tehdit anlamına gelecektir.
7. “Fırat Kalkanı” ve “Zeytin Dalı” harekatlarının devamı olan ancak sahadaki durumu nitelik olarak dönüştüren bir hamle olarak Fırat’ın doğusuna yapılan harekat, tamamlayıcı adımlarıyla birlikte Suriye’nin fiilen bölünmesine neden olabilir. TSK’nin bölgedeki varlığının geçici olması beklenmemelidir. Kaldı ki, üniversite dahil, kalıcı devlet kurumlarının oluşturulması gibi örnekler ve sığınmacıların bölgeye yerleştirilmesi planları bir “devletçiğin” temellerinin atıldığını göstermektedir.
8. Söz konusu “devletçik”, öncelikle Suriye’nin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne kast etmektedir. İsrail’e koruma kalkanı oluşturmayı, Rusya’yı kuşatmayı ve Körfez krallıklarıyla ilişkisini istikrarlı şekilde devam ettirmeyi hedefleyen ABD için Suriye’nin bu şekilde parçalanması makbul hatta istenir seçenekler arasındadır.
Böyle bir adıma Rusya, Türkiye ile ilişkilerini gözeterek ilk aşamada “hayır” demeyebilir. Ancak, Suriye’nin kuzeyinde selefilerin cirit attığı bir devletçik, belli ki bölgede kalıcı hesaplar içinde olan Rusya açısından uzun vadede sorun başlığıdır.
Devletçiğin başına bela açacağı en önemli aktörler ise İran, Hizbullah ve Filistinlilerdir. Suriye-İran-Filistin hattına ilk darbe 2011’de indirilmiş, bu sayede ABD ve İsrail büyük kazanımlar elde etmiştir. Şimdi ise belki daha da ciddi bir müdahale söz konusudur. Dahası, Kürtlerin ciddi bir güç olduğu İran, meselenin kendi iç siyaseti açısından da zor bir denklem yaratacağını görerek mesafeli davranacaktır.
9.Türkiye’de sol-sosyalist ve ilerici güçlerin, Saray Rejimi tarafından yürütülen, ABD tarafından örtülü destek verilen bu hamleye ikirciksiz şekilde karşı çıkması gerekmektedir. CHP yönetimi, bu sürecin bir diğer destekçisi haline gelmiştir. Son Suriye Konferansı, bu tür bir hamleye CHP yönetiminden ciddi bir itiraz gelmeyeceğini göstermiştir. Sol, ısrarla ve inatla, Şam’ın onay vermediği tüm yabancı güçlerin Suriye’den çıkmasını, Suriyeli tüm aktörlerin kendi sorunlarını birlikte çözmelerini, Türkiye’nin gerçek barış için Şam’la temas kurmasını ve Kürt sorununun silahsız çözümünü savunmak zorundadır.
10. Yayılmacılık, emperyalist güdüler, tarihin her döneminde “ulusalcılık/milliyetçilik” tarafından desteklenmiştir. Türkiye sosyalist hareketi, üzerinde nasıl bir baskı olursa olsun, doğruyla yanlışın, emekçilerin çıkarıyla emperyalistlerin çıkarlarının nasıl ayrıştığını gösterecek cesarete sahiptir/sahip olmalıdır. Bu hepimizin tarihsel sorumluluğudur.