Halkın dengesi bozulduğunda…
Bize dayatılmış bir dünyada tevekkül içinde yaşayıp giderken kendimizin farkına varabilirsek egemenlere kafa tutabilir, onlar bizim bilincimize nihayet güçlü bir şekilde yansıyan birliğimize, dengemize saldırdıklarında da onların dengesini bozmaya girişebiliriz.
Bir yandan politikacılar, öte yandan gerçeğin değil niyetlerin, lobilerin temsilcileri olarak kerameti kendinden menkul kanaat önderleri gerçeği algılamamızın önünde aşılmaz engeller olarak karşımızdalar. Ne kadar sıkıntıda olurlarsa olsunlar gelişmelere hâkim görünüyor ya da öyle görünmeyi başarıyorlar. Bizlere yalnızca belki de çıkışsız bir labirentin içinde dolanıp durmayı bıraktılar. Labirentten çıkabilmek için saptırmalara aldırmadan yola çıkmak, gerçeği ya da şimdilik hakikati diyelim, keşfedebilmek gerekir. Berthold Brecht’in “Hakikati yazmanın beş zorluğu” adlı yazısını yorumlayan değerli Onur Bilge Kula “Brecht, Lukacs, Bloch-Sanat ve Edebiyat” adlı eserinde Brecht’in temel tezini şöyle özetliyor:
“Hakikati yazabilmek için baskılamamak, suskunlukla geçiştirmemek ve hakikat dışı şeyleri yazmamak, güçlülere boyun eğmemek ve güçsüzleri aldatmamak gerekir.” (İş Bankası Kültür yayınları. s.17-18) İnsanın gerçeklerle ilişkisinde özellikle güçlülere boyun eğmemek gerektiğini hepimiz ikirciksiz savunuruz ama onları aldatmamaktan ne anlamalıyız. Ne demek istiyor Brecht? Benim anladığım gerçeklerle umutları karıştırmamaktan, gelecek için gerçekçi bir şekilde hazırlanırken bugünkü durumu, sahip olduğumuz gücü abartmamaktan söz ediyor.
Brecht, aynı zamanda gerçeğin-hakikatin peşinde olanların cesur olmaları gerektiğini de vurgulamış; gerçek gücünü bilenlerin, kendilerini dev aynasında görmeyenlerin, durumu nesnel bir şekilde değerlendirebilenlerin cesur olmaları gerekir. Böyle zamanlarda durumun nesnel olarak sergilenebilmesi çok ama çok önemlidir. Egemenler ise gerçeği kendi lehlerine değiştirmek için sık sık kitleleri yoldan çıkarabilecek hurafeye, iç ve dış tehlikeye içi boş kahramanlık hikayelerine başvururlar. Brecht işte bu nedenle, baskıların yoğunlaştığı dönemler aynı zamanda “büyük ve yüksek şeylerden” çokça söz edildiği, kitlelerin ısrarla fedakârlık yapmaya çağrıldığı zamanlardır diye de altını çizmiş. Biz de şimdi böyle bir siyasi ortamda akıntıya direniyoruz. Gerçeği keşfetmek ve onun izinden gidebilmek için bu nedenle cesarete gereksinimimiz var.
***
Yazının başında aynı anlamın farklı ifadeleri olarak kullandığımız özdeşliği terk edelim artık. Gerçek tek, hakikat çoktur. Savaş değilse bile ihtimali, çatışma değilse bile yüksek perdeden dile getirilmesine karşı çıkmak, açlık yoksullukla boğuşmak emekçilerin, yoksulların hakikatiyse, açık net olanı görmemeleri, unutmaları “yüksek” hedeflerde, hurafede, sömürüyü kurtuluş olarak kabul etmekte birleşmelerinin istenmesi de egemenlerin hakikati değil mi?
Demek ki herkesin hakikati kendinedir, kendisi içindir.
Peki gerçek nerede? Gerçek artan yoksulluk, işsizlik, barınma sorunlarının zirve yapması, tümünü birden ifade etmek üzere sömürü mekanizmasının kendisidir. Ya da hakikatin gerçekle ilişkisini basitleştirmeyi göze alarak söyleyelim; hakikat öznelerin gerçeklikle, gerçekle kurduğu ilişkinin ta kendisidir.
Labirentin kalın duvarları egemen öznenin dayattığı hakikat, duvarların ötesine geçmek, en azından bunu istemek ise aldatılmayı reddeden öznenin yani halkın çalışanların hakikatidir. Bu hakikat, sınıfın iç dengesinin gittikçe sağlamlaşmasında kendini gösterir. Siyasetin karanlık ve kirli havasını dağıtacak olan halkın kendi iç dengesidir; bu denge dünyaya egemenlerin hakikatinin penceresinden bakmayı bırakmakla, reddetmekle kurulabilir, güçlendirilebilir.
***
Kimin hakikati gerçeklikle özdeşleşiyor sorusunu sormanın zamanı geldiğinde denge bozulur. Hangi tarafta yer almak gerektiğinin, yani sınıfsal gerçeğin kendini göstermesi için, iç dengemizin kurulmuş olması, açık net bir şekilde görülmesi, gösterilmesi gerekir. Bize dayatılmış bir dünyada tevekkül içinde yaşayıp giderken kendimizin farkına varabilirsek egemenlere kafa tutabilir, onlar bizim bilincimize nihayet güçlü bir şekilde yansıyan birliğimize, dengemize saldırdıklarında da onların dengesini bozmaya girişebiliriz.
Hakikat, gerçek, özne ve denge ilişkisinin en özlü bir şekilde anlatan ise şiirin engin gücü ile Turgut Uyar oldu. Şöyle yazdı Uyar:
“Benim bir gizli bildiğim var / Sizin alınız al inandım / Morunuz mor inandım / Ben tam kendime göre / Ben tam dünyaya göre / Ama sizin adınız ne / Benim dengemi bozmayınız.”