Dün tekbircilerin "demokrasi güçleri" diye pazarlanmasını ve şeriatçı kalkışma tehdidini yazdık.
Bugün aylardır süren yalan rüzgarının "soldaki" yansımalarına bakacağız. Evet, açıkça konuşalım. Aylardır "sol" adına konuşanlar da halkı kandırdı, halkın aldatılmasına aracılık yaptı.
15 Temmuz sürecinin belki de en yakıcı sorunlarından birinin solun, sosyalizmin toplumsal bir güç olarak sahneye çıkamaması olduğu çok açık. Peki, böyle bir solun/sosyalist hareketin halkın aldatılmasında nasıl bir etkisi olabilir? Böyle söylersek biraz abartmış olmaz mıyız?
Olmayız...
Sol, özellikle de Türkiye'de, belki sokak ve sandık gücü açısından ciddiye alınır bir ağırlık oluşturmuyor ancak ideolojik belirlenim ve manipülasyonların başarısı/başarısızlığı bakımından büyük bir önem taşıyor.
Solun, düzenin manevralarına ikna edilmesi ya da bunlar karşısında düşünsel açıdan tepki veremez hale getirilmesi, egemenlere muazzam bir hareket serbestisi veriyor.
İşte son aylarda yaşanan bu olmuştur.
Kötü niyetli olanlar yani solda olmayıp sol maskesi takanlar var.
Bir de niyetini bilemediğimiz ancak en hafif tabiriyle aptallaşmış olanlar var.
Üç aşağı beş yukarı aynı amaca hizmet etmiş oldular.
Sol olmayıp sol maskesi takanların bir bölümü "yetmez ama evet" sloganıyla 12 Eylül referandumu döneminde AKP'ye önemli hizmetlerde bulundular. Onları çok yazdık, çizdik. Biliyoruz.
Sonra ikinci bir kesim çıktı.
Bunlar, AKP/Saray Rejimi için 12 Eylül referandumundan çok daha sancılı bir dönemde rejime kol kanat gerdi. Aydınlık çevresi, "aslan asker Perinçek" başta olmak üzere açıktan AKP'cilik yapmaya başladı.
Burada şöyle bir akıl yürütme söz konusuydu:
1- Emperyalizmin krizini sınıf uzlaşmacılığıyla harmanlayan Aydınlık çevresi için emperyal hedefleri olan "milli iktidar" fikri çok cazipti.
2- Bu kriz ortamının ve Türkiye'deki politik çalkantının, askeri göreve çağırması ihtimalinin yüksek olduğunu düşünen bu çevre, bir iktidar alternatifi olarak TSK ile AKP arasında konumlanmanın ve "ulusal çıkarların" hatırlatıcısı misyonunu üstlenmenin, bugün ve gelecekte iktidar bloğunun parçası olmasını sağlayabileceğini düşündü.
3- Bu ikisinin başarılabilmesinde Kürt meselesi çok işe yaradı.
Böylece, Gezi Direnişi'nde bir kulağı da bu çevrenin söylediklerinde olan toplumsal kesimler üzerinde Tayyip Erdoğan'ın milli bir karakter olarak emperyalist Batı'yla mücadele etmekte olduğu fikri çok etkili oldu. Erdoğancı olmasalar da pasifize edilmiş oldular.
Bu manipülasyonun etkisi bugün artarak sürüyor.
Doğu Perinçek "Tayyipçi" olduğunu göğsünü gere gere anlatıyor.
Soner Yalçın daha bugün, Cemaat'in Amerikancı, Tayyip Erdoğan'ın milli karaktere sahip olduğunu ima ederek AKP'ye akıl veriyor.
***
Bir de diğerleri var.
Perinçek belli ki, iktidarcı bir akıl yürütmeye sahip ama bunlarınki yalnızca aptallıkla, öngörüsüzlükle ya da cahillikle açıklanabilir.
Bunlar, emperyalizmi her şeye gücü yeten bir üst akıl, bir ultra güç olarak gördüler. Birinci yanlışları buydu.
İkinci yanlışları ise, emperyalist krizi anlayamamaları oldu. Daha önce karşılaşmadıkları olaylar patlak verince, örneğin emperyalist merkezlerle Türkiye arasındaki ilişkiler gerildikçe, "AKP'nin işi bitti" diye müjde vermeye başladılar. Üst akıl AKP'yi devirecek söylemi, liberal restorasyon fikirleri hep bu öngörüsüzlükten oldu.
"Sol" adlı yayın çevresinin ve bunların küçük ortaklarının söylemleri Aydınlık çevresini "aşırı" bulan bir aydın çevresi için daha cazipti. Hep birlikte, AKP'nin gidişi senaryosunu bir emperyalist müdahale bağlamında sunarak, iktidara karşı mücadeleye yönelecek kesimler üzerinde bir fren işlevi gördüler. AKP'nin uluslararası güçlerin hedefinde olduğu şeklinde yine AKP tarafından yayılan söylemi soldan desteklemiş oldular. Faşist ve şeriatçı bir rejim adım adım inşa edilirken, bunlar "AKP'yi hedef göstermek düzen içi bir söylemdir, asıl düşman kapitalizmdir" gibi oldukça sığ ve apolitik bir tezi dillendirerek AKP'ye bir zırh daha sağlamış oldular.
***
Bütün bu yazdıklarımızdan çıkarabileceğimiz birkaç sonuç var. Sıralayalım ve yazıyı bitirelim:
1. 2008 mali krizinin sarsıcı etkileri devam ettiği gibi, Rusya ve Çin faktörü, AB'nin krizi, Körfez Sermayesi ile Batı arasındaki ilişkilerin değişimi, Ortadoğu'da Şii-Sünni geriliminin dengeye ulaştırılamamış olması ve İran'ın yükselişi, Suriye'de belirsizlik gibi iktisadi-siyasi kriz dinamikleri ortada ciddi kaos olduğuna işaret ediyor.
2. Bu kaos, dünya siyasetinde pek çok boşluk yaratıyor ve emperyalist ilişkiler ağının önemli ülkelerinden biri olan Türkiye'de AKP bu boşluklarda kendine, kendi özel ajandasıyla hareket edebilme imkanı buluyor.
3. AKP'nin emperyalizme karşı ya da ondan bağımsız olduğu savı tam da bu nedenle yalan ya da yanlıştır. AKP, o sistemin ve bağımlılık ilişkilerinin içerisinde alan ve nüfuz genişletme çabaları içerisinde olan, emperyalist merkezlerin desteği ve bizzat girişimiyle kurulmuş ve yaşamını sürdürmüş bir partidir.
4. Türkiye'de bir yönetme krizi vardır ve var olmaya devam edecektir. Kriz ve kaos içerisinde olduğunu söylediğimiz emperyalist ilişkiler ağı içerisinde, merkez ülkeler ya da onlar içerisindeki çeşitli odaklarla AKP Türkiyesi arasında mutlak bir uyum olduğu elbette, işin doğası gereği, söylenemez.
5. 15 Temmuz süreci, hem içerideki yönetme sorunu bakımından hem de dışarıyla ilişkiler bağlamında yeni çatlaklar ve kırılganlıklar yaratacaktır.
6. Türkiye sosyalist hareketinin, devrimci bir fikirle yoğrularak, emperyalizmi ya da AKP'yi yenilmez süper güçler olarak görmeden, bu bağlamda korkmadan ama dikkatle, bu kırılganlıklara müdahale etme şansı düne göre azalmış değildir.
Dün söylediğimiz gibi:
Meydanları şeriatın tekbirinden kurtaracağız. Yeter ki işimizi yapalım.